Şadırvan

Endamın esrarı yüklüdür bahçesinde ve göğe uzanan elleriyle yarendir dosttur kubbe altı camiler derdini bir kuyudan alıp kırk gözüyle akıtana sunar asırlardır demlenir dostluklar. Evveli yaşanmaya müsait olamamış, sonrası birileri tarafından karanlığa çökertilen, geleceği üzerinden kilitlenmiş zamanın kapısına varmak… Sevmek nedir bilmemiş, sevilmek nedir görmemişti ki hiç… Ya da gördükleri hep gözden idi. Aşkı idrak edebilmek için gönüle ihtiyacı olduğunu nereden bilsindi. Karamsarlık sarıldığı tek dostu, yeis içine girdiği tek mekândı. Hele ümitsizlik onun üç vakit yediği içtiği sofrasıydı. Ta ki karanlıklara her an gebe, boyaları akmış, panjurları kapalı gönlüne o ışık vurana dek.

“Gel sen de aydınlığın, sevmenin, sevilmenin, aşkta kaybolmanın zevkini yaşa” diyen o gönül dostuna rastlayana kadardı çekilenler. Geldiği bu şadırvan, onun gönül dünyasına akıtmıştı içindeki tüm berrak şırıl şırıl suları. Sus pus olmuştu; o efsunlu sesin karşısında. “suskun gecelerin sabaha muştusudur ya bir seherde ses verir çağlayandan ya da bir izbede masumca ağlayandan ebabiller konar her seher yüreğine sabır motifleri işler gergefinde hu çekerler her damlana varmak için çırpınırlar ummana üveyikler su içerler her daim muştular verirler gizemli güllere daldan bir yaprak düşer böğrüne her kuşluk yada bir çiğ bürünür akşamın gurubunda.

Oysa şahitti tüm kuşlar ve ağaçlar. Gölgeler inkâr etse de görenler hele de âşıklar şahitti ki; yağmur yağmur yağardı gönlüne âşk damlaları. Derin ya da sığ bu zamana kadar atılmış adımlanmış bütün çorak topraklar nasıl ki suya kavuşmuştu onunda çorak toprağı yeşerecekmiydi burada? Her sabah, manşetleri süsleyen kirli dünyaya ait kirli başlıklar olmamalıydı yaşadığı zamanı dolduranlar. Zembereği ezelden boşanmış güven kalıntıları, sarhoşluğa mağlup inanç kırıntıları olmamalıydı her daim. Sağnak sağnak bardaktan boşanırcasına yağan yağmur sonrası bir sel gelip şehre ait tüm duvar diplerinde ki pislikleri temizlemeliydi. Sonrasında gökkuşağını gocunduran bir renk armonisi vurmalıydı siyah beyaz dünyama. Tüm bu güzellikleri yaratana giden yolun yolcusu olmalıydım bundan sonra.Her an beş vakite hazırlıkla geçmeli. Gönlüm antremanlarını bu sahada yapmalıydı.

Hele hele de seherler… “Dinginlenir gönüller ikindi serininde sen akar durursun ey şadırvan…” Lâ havleler çekilir ak simalar yunulur bir kıyam terazisinden şefaatler umulur.” Secdeye varan başı oraya götüren gönle giren huşunun, kavuşmayı tetiklediği o anlarda meydana gelen huzur anlatılmaz yaşanırdı. İkrarın sokaklarında, yalvarmanın, yakarmanın sahibe sunulan arzuhal olduğunu anlamalı kirli paslı tüm uzuvlar. An be an çığlık çığlığa kalan gönlüm, bazende inkâra paralel geçitlerden sızar geldiği yere gerisin geri. İşte o anı geçebilmektir erlik. Binbir ismine giryan topyekûn zerreden kürreye bütün varlığım o anda kaybolmalı. Kötülükler, karanlıklar, aymazlıklarla çete kuran ve eşkıyalık günlerime ait yüreğimi nakış nakış işlemeli her daim huzur. Beni bana döndüren o sesi neden duymazmış bu kulaklar. İçine kurşunu dökenler ne kadar ustaymışlar. “Ecel elzem, ölüm hak, sen kendi seyrinde ak ey şadırvan !…”

Bir ikindi vaktine ulaşırsan; ömrüne gönlünü, gönlüne ilmini koymalısın gidenlerin yolları, gideceklerin yollarına ziya olmalıdır bir ikindi vakti dolmalısın akşamın karanlığını aydınlatacak kadar. “Nasıl yaşarsak öyle inanmaya başlıyoruz ya” sözlerin en güzelini söyleyen Peygamber-i Zişan Efendimizin buyurduğu gibi. Bakış penceremiz zerre kadar dar veya asuman kadar engin olsa neye yarar. Kulağın duyması, gözün görmesi, dilin şakıması gerekmez gerçeğe varmak için. Bir kere kendini kaybet onda yeter…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Biraz Tarih Katarak / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Bir Reçete Olarak Soljenitsin / Enes Güllü
Yalınayak / Nihan Feyza Lezgioğlu
Güllü Yemeni / Fatma Balcı
Tümünü Göster