Batı’nın Karanlık Orta Çağına Dönüşünün Ayak Sesleri Ya da Sanat Yalanıyla Kutsala Hakaret Etmenin Primitifliği Üstüne Düşünceler
Hayatta üzerine fikir yürütülemeyen, hakkında konuşulması zor olan tabular vardır. Hangi şekilde ele alırsanız alınız mutlaka savaş tanrılarının gazabına uğrar, toplumsal bir linçle yüz yüze gelirsiniz. Bu tabuların başında “sanat tabusu” gelmektedir. Buna göre sanat diye ortaya kona her şey değerlidir ve bundan ötürü sanata karşı çıkılmamalıdır, anlaşılmaya çalışılmalıdır. Kaldı ki bu primitif anlayışa göre her türlü değer, sanat uğuruna feda edilebilir. “Estetizm” denilen bu bakış açısının birçok örneğiyle tarihi süreçte hep karşılaşılmıştır. Geçmişte Avrupa’da Peygamber Efendimize yönelik hakaretlere zamanın sultanı II. Abdülhamit tarafından gerekli cevap verilmiş ve bu girişimler engellenmiştir. Ancak Batı toplumlarında İslam’a, Müslümanlara karşı nefret dili her zaman var olmuştur ve var olmaya devam etmektedir. Bugün de İslamofobi olarak varlığını sürdürmekte, Avrupa’da etkisini günden güne artırmaktadır. Her toplumda birçok nedene bağlı olarak zaman zaman aşırı davranışlar ortaya çıkabilir. Ancak toplumun geneli bu aşırılıklara karşı durur, onları reddeder, kınar. Bugün çok küçük bir azınlık dışında büyük kitleler maalesef bu nefret diline yakın durmaktadır. Geçmişte Avrupa’da Peygamber Efendimize karşı yapılan hakaretlere, aşağılamalara karşı duranlar, ilkesizlikler karşısında fikrini ortaya koyanlar bir elin parmaklarını geçmemiştir. Günümüzde de medeniyet beşiği diye takdim edilen yerlerden Müslümanların değerlerine karşı yapılan hakaretlere, aşağılamalara ciddi manada bir tepki gösterilmemekte, dahası fiili saldırılar artmakta, ibadetler yasaklanmakta, camiler kapatılmaktadır.
Sanata ruhunu veren medeniyet ırmağının çağıltılarıdır. Her medeniyet sanat anlayışının belirlenmesinde de bir ölçüler taşır, ilkeler barındırır. İnsanlık tarihine baktığımızda gelip geçmiş tüm medeniyetler anlayışları doğrultusunda aynı zamanda sanata da şeklini vermiş ve bu sanat eserleriyle de ortay konmuştur. İslam medeniyetinin sanat anlayışında tüm varlığa saygı esastır. Bu anlamda neyin sanat olduğu kadar neyin neden sanat olamayacağı da önemlidir. Bilindiği gibi bir hak başkasının hakkının başladığı yerde sona erer. Sanat iddiasının konusu bir başkasının değerleri asla olamaz. Başkalarının değerlerine hakaret ederek sanat ortaya koymak ilkelliktir, çok büyük bir çelişkiler, eksiklikler içerir. Çünkü sanat ancak güzel ile var olur. Güzel kemaldir. En küçük bir eksiklik güzelliği yok eder. Artık o şeye güzel denemez. Hakaret ederek sanat ortaya koyma iddiası hastalıklı bir ruh halinin yansımasıdır. Bu hastalıklı ruh hali Neron’un Roma’yı yakmasında görülmüştür. Aynı şekilde Mussolini’nin damadı Habeşistan’da silahsız insanlar arasında atılan bombadan büyük haz duyduğunu ifade edecek kadar sınırları zorlamıştı. Bugün karşı karşıya olduğumuz durum geçmişte izleri olan, siyasi, sosyolojik, fikri, stratejik sebeplere bağlı olarak çaresizlikten, seviyesizlikten, ilkesizlikten ortaya çıkan amorf bir davranış tarzıdır. Bütün bunlar sanat kılıfıyla sunulmaktadır. Sanatın bir amacının olması, insanı değerleri geliştirmesi gerektiği büyük düşünürlerce de kabul edilen hususlardandır. Eflatun bu düşünürlerin başında gelmektedir. Eflatun buna bağlı olarak devletlerin de ortaya çıkışını insanların iyi, güzel ve doğru bir hayat yaşama isteği olarak açıklamıştır. Sanatın bir yüce bir amacı olması gerektiğini ortaya koyanlardan bir başkası da dünya edebiyatının büyük yazarlarından biri olan Tolstoy’dur. Tolstoy’a göre sanat bir haz aracı değildir. Sanatın bu şekilde değerlendirilmesi onun özüne aykırıdır. Çünkü ona göre sanat eserinde mutlaka ahlaki ilkeler, güzellik ve doğruluk unsuru bulunmalı ve tüm insanlar için önemli ve değerli olmalıdır. Bu asgari şartları taşımayan eserler sanat eseri olarak kabul edilemez.
Ülkemizde de sanat ve kutsal ilişkisi ele alınıp tartışılmış, bu konuda düşünce tarihinde ortaya konan anlayışlar çerçevesinde fikirler ortaya konmuştur. Sanatın yüce bir amacının olması gerektiği konusunda isabetli ve kapsayıcı fikirler ortaya koyanların başında Ord. Prof. Dr. Ö. Ferit Kam gelmektedir. Hem şair hem nüktedan ve hem de fikri yönüyle tanınan Ord. Prof. Dr.Ö. Ferit Kam, aynı zamanda sanat felsefesi alanında da çalışmaları bulunan bir fikir adamıdır. O, Mehmet Akif Ersoy’un da yakın dostlarından biriydi. Kam, sanat ahlak ilişkisini genel kurallar içinde ele almakta ve sanatın hiçbir şekilde ahlaki kurallara aykırı olmayacağını belirtmektedir. Çünkü ona göre sanat perdesi altında, sanat sanat içindir kanunu kendince yorumlayarak temizlik ve incelikten uzaklaşma yolunu tutmak çok yanlış bir fikirdir. Zira hakiki sanatkâr nefsin alçak meyillerine değil, nefsin yüce ihtiyaçlarına hizmet eder. Çünkü güzellik, incelik sanatın en önemli şartıdır. Ve şöyle demektedir:
“Sanatta, dış görünüşle birlikte ruha bakış da esastır. Yalnız görünüşe ait göz alıcı pırıltı ile yetinmek uygun değildir. Sanat adı altında işlenen manevi cinayetlerin maddî cinayetlerden farkı yoktur. Belki bunlar maddi cinayetlerden daha müthiş, daha vahimdir. Çünkü maddi cinayetler, yalnız maddi hayata son verir, manevi, cinayetler ise insanın manevi hayatını öldürür. … Güzel her yerde güzel; çirkin her yerde çirkindir. Amacı hayra hizmet olan ahlakın da kendine mahsus bir güzelliği vardır. Fakat ahlakta ortaya çıkan güzellikle sanatta ortaya çıkan güzellik arasında hemen bir fark yok gibidir. Çünkü güzellik kendisinde çoğalma, parçalanma yakışmayan değişmez ilahi bir manadır. Onu maddî, manevi, ahlakî diye üçe ayırmak hakiki değil itibaridir. Bundan dolayı ahlakta başka, sanatta başka şekilde ortaya çıkmaz.”[1]
Esasında Batı toplumlarında ortaya çıkan bu nefret söylemini sanat bağlamında ele almaya gerek bile yoktur. Ancak seviye tanımaz yaklaşımların lanetlenmesi yerine sanatı bahane ederek bir takım tutarsız düşüncelerin ifade edilmesi sanat yönünden de değerlendirilmesini gerekli kıldı. Hırsızın yaptığına hiçbir şey demeden, neden evininin kapısını iyi kilitlemedin türü bir yaklaşımla, kötüyü telin etmek yerine, bir de insanlara kurnazvari bir tavırla sanat felsefesi dersi vermeye kalkışılıyor çoğunlukla. Sanat öncelikle bir anlayışa dayanmalıdır, evrensel değerler içermelidir. Başka bir toplumun değerlerine, kutsallarına hakaret içeren söylemeler ortak insanlık idealini yok eder. Dünyada bir arada yaşayabilmenin temel şartı ortak değerlere sahip olabilmektir. Ortak insanlık ideali başkasının değerlerini yok sayarak gerçekleştirilemez. Bu bile sanatı bir tabu haline getirmenin ne kadar tutarsız bir yaklaşım olduğunu ortaya koyması bakımından yeterlidir. Tolstoy bu hususu Sanat Nedir adlı eserinde vurgu yapmakta ve halk yığınlarıyla aynı duygu, aynı din temelini paylaşan sanatçıların duygularını ve ruh dünyalarını müzik, şiir, dram, resim, heykel, mimari eserlerle yansıttıklarına vurgu yapmakta ve bu yönleri dolaysıyla onların gerçek birer sanatçı olduklarını belirtmektedir. Çünkü onların ortaya koyduğu sanat eserleri kendi zamanları için bütün halkın paylaştığı ve anladığı sanat etkinlikleri idi. Geçmişte büyük sanat eserleri ortaya koyabilmiş Batı toplumlarının bugün hakaretten, bayağılıktan, seviyesizlikten, ilkellikten medet uman yaklaşımları Batı’nın kendi karanlık Ortaçağının ayak sesleridir. Elde edilen teknolojik üstünlük, yapay zekanın verdiği imkanlar, metafizikten kopuş her şeyi yapabilirim anlayışını pekiştirmiştir. Ancak tarihte görüldüğü gibi bu tür güç oyunları her zaman acı sonla bitmiştir. Metafizik duyarlılık insanlığın sigortasıdır. Bu yönüyle evrensel bakış açısı zedelenmesi büyük felaketlerin de habercidir. Salgın dolaysıyla karşılaşılan durumlar bunun en iyi ispatıdır. Geleceğin oyun kurucuları olma iddiasındaki güçler insanlık için bir şey üretemezler artık. Çünkü kuşatıcı bakış açısını kaybetmişlerdir. Bir seyl-i huruşan gibi gelen bu azgın güç başka bir güç terbiye edilmelidir. Yoksa tüm insanlık büyük bir felaketle yüz yüze gelecektir. Felaket gelmeden önce tedbir almak gerekir. Sel geldi mi her şeyi tarumar eder. İnsanlık için tek ümit İslam’dır. Ancak İslam toplumları İslam’ın medeniyet değerlerini yansıtacak çağa uygun şeyle üretememekte, vakitlerini sadece tarihe öykünerek geçirmekte, başkalarının yaptıklarını taklit etmektedir. Oysa geçmiş, geçmiştir, artık geri gelmez, ölen ölmüştür, bir daha dirilmez.
[1] Ö. Ferit Kam, Divan Şiirinin Dünyasına Giriş, s. 75-76, Hazırlayan: Halil Çeltik, M.E.Bakanlığı Yayınları, Ankara 2003.