Necip Fazıl’ın Özlediği Nesil

İkinci Meşrutiyet’e kadar bizde, bir ideoloji çerçevesi içinde şekillendirilmeye çalışılan genç modeline pek rastlanmaz. İslâmî esasların hâkim olduğu bir toplumda buna ihtiyaç duyulmadığı söylenebilir. Herkes için ideal ölçü, İslâm’ın belirlediği sınırlar içinde yaşamaktır. Bunun için gençliğe gösterilen hedef ve verilen ödevler de bu çerçeve içindedir. İyiliklere yönelmek, kötülüklerden sakınmak temel ilkedir.

Bilindiği gibi İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde idealler ön plâna çıkar. Mevcut durumdan duyulan memnuniyetsizlik toplumu yeniden dizayn etme fikrini doğurur. Bu dönemde etkili olan Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük gibi fikir cereyanları bu yeni toplum tasavvurlarının neticeleridir. Toplum, ancak yeni nesillerle dönüştürülebilir. Bu nedenle her ideolojinin önde gelenleri, ideallerini hâkim kılacak ve yaşatacak yeni nesilleri yetiştirmenin önemi üzerinde durdu ve bu neslin vasıflarını ortaya koymaya çalıştı. Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’un şahsında çizdiği yeni genç profili, Mehmet Akif’in Asım’da sembolleştirdiği yeni nesil, bu düşüncelerin birer ürünüdür. Dönemin başka yazarları, düşünürleri de Fikret ve Akif gibi somut örneklerle olmasa da fikriyatlarının bekçiliğini yapacak nesiller yetiştirmek üzerinde durmuşlardır.

Bu fikir cereyanlarının çatıştığı bir ortamda ve cereyanların içinden çıkan kadroların kurduğu yeni devlette de bir “yeni Cumhuriyet nesli”nin kurgulanmaya çalışıldığını görüyoruz. Yeni devletin kuruluş felsefesinde Ziya Gökalp, Tevfik Fikret gibi Türkçü ya da pozitivist isimlerin etkili olduğu da bilinmektedir. O bakımdan Cumhuriyet’in emanet edildiği gençlik, aklı ve bilimi her şeyin önünde tutan, Kemalizm’in ilkelerine kayıtsız şartsız bağlı, Fikret’in Haluk’u gibi manevî değerlere uzak bir gençliktir.

Bu köksüz gençlik tasavvuru, öz değerlerine bağlı geniş kitlelerin hep alternatif bir nesle özlem duymasına sebep oldu. Köküne bağlı, değerlerine sahip, çağın ihtiyaçlarına cevap veren, yeni bir inkılabı gerçekleştirecek, milleti içine düştüğü yozluklardan kurtaracak gerçek bir nesle duyulan özlemdir bu. Akif’in Asım’ının aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ gündemde olmasının nedenini de belki bu özlemde aramak gerekir.

Bu özlemi, Cumhuriyet döneminde en derinden duyan ve onu giderebilmek için bütün varlığıyla çabalayan kişilerin başında, hiç şüphesiz, Necip Fazıl Kısakürek gelir. Ona göre, Osmanlının kuruluşundan itibaren bir buçuk asır süren “aşk, vecd, fetih ve hakimiyet” devrinden sonra, önce bir “sefalet ve hezimet” devri, ardından da “cüce taklitçilere ve Batı dünyasına esaret” devri başlar. Tanıklık ettiği yarım asırlık Cumhuriyet Dönemi ise “işgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helake mahkûmiyet” devridir. Bu dört asırlık kötü gidiş süresince, yeryüzünde, devletler, hükümetler, cemiyetler plânında İslâmî temsil kadrosu bütün nurunu kaybetmiş. Bu nur, bazı şahıslar ve dar zümreler çerçevesinde zaman zaman ışık salmışsa da Necip Fazıl’a göre ortada diriltici potansiyel taşıyan içtimaî bir örnek yoktur. Bu durumda yeni bir “İslâm inkılabı”na ihtiyaç vardır ve bu inkılabın “ruhunu dökeceği kalıp gençliktir.”  Yeni Nesil başlıklı yazısının ilk paragrafı şöyledir:

“Yepyeni bir nesil yoğurmak borcundayız! Potininin burnundaki çividen saçının en üst teline kadar yepyeni, dipdiri, yakın maziye doğru hiçbir örnek tanımayan, eşiz bir zarafet, dikkat, heybet, hâkimiyet, pırıldatıcı bir nesil… Dışından güneş gibi aydınlık bu neslin bütün nuru içinden gelecektir. O nurun ismi de olanca asliyet ve saffetiyle İslâm’dır.”

Necip Fazıl, hayatının yarım asırlık bölümünde bu gençliğin hamurkârlığını yapar, onun maya tutması için mücadele eder. Konferans ve hitabeleriyle, günlük yazılarıyla, tiyatro ve romanlarıyla, Dava ve Cemiyet ana başlığı altında topladığı şiirleriyle bir yandan bu gençliğe duyulan ihtiyacı, onun vasıflarını ortaya koyarken, bir yandan da onun istikametini gösterir ve ödevlerini hatırlatır. Toplumda bu ruhun filizlenmesi için gereken atmosferi sağlamaya çalışır, moral gücü sağlayan bir lokomotif görevi üstlenir.

Tasavvur ettiği yeni nesille ilgili teorik görüşlerini İdeolocya Örgüsü’nde, Gençliğe Hitabe’sinde, bazı konferanslarında ayrıntılı bir şekilde ortaya koyar. Aslında, 1969 yılında değişik şehirlerde büyük ilgi uyandıran Özlediğimiz Neslin Vasıfları konferansı ve 1975’te İstanbul’daki Milli Gençlik Gecesi’nde heyecanla dinlediğimiz Gençliğe Hitabe, İdeolocya Örgüsü’nde Gençlik başlığı altında verilen düşüncelerin, birinde şümullendirilmiş, diğerinde yoğunlaştırılmış şekilleridir, denebilir. Bu metinlerden hareketle Necip Fazıl’ın düşlediği gençlik şöyle özetlenebilir:

Bu gençlik, ne bugünkü ne de dünkü gençliğe benzeyecektir. Zira günümüz gençliği murakabesiz, amaçsız, sorumsuzdur. Eski nesiller ise çürümüş, kokmuş, şaşırmış… Bu gençlik yalnız Peygamber Efendimizin eteklerine tutunacak, onu kılavuz bilecek; sahabeden ve onun gerçek bağlılarından başka ruhî örnek kabul etmeyecek. Annesi, babası, dedesi, ninesi gibi yakın akrabaları da dahil eski nesillerin hiçbirini beğenmeyecek, taklit etmeyecek, onları bugün içinde bulunduğumuz durumdan sorumlu tutacak, yalnız Müslüman oldukları için onlara saygı duyacak. Peygamber’in “kılavuz”luğunu çok önemser Necip Fazıl. Sakarya Türküsü’nde, Büyük Doğu Marşı’nda da buna vurgu yapar. Büyük Doğu Marşı’nın bir dörtlüğü şöyledir:

Yürü altın nesli; o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’UN!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Necip Fazıl’ın tasavvur ettiği gençlik ayrıca şu değerlerin hepsine sahip olacak: Ahlâk, edep, hicap, saffet, ölçülü heyecan, hakiki vecd, aşk, zerafet ve estetik, nefis muhasebesi, zekâ ve irfan, zamana ve mekâna hakimiyet duygusu, eşya ve hadiselere hâkimiyet, ideal, yırtıcı hamle ve hareket yeteneği, hem maddî hem ruhî dirilik, gözü karalık (Kör cesaret değil), özgüven, fedakârlık ve disiplin, çile ve ıstırap çekme kabiliyeti (Necip Fazıl’a göre bu, oluş humma ve memuriyetinin tek nişanıdır)…

Necip Fazıl, özlediği neslin maya tutacağı yer olarak Anadolu’yu görür. Harikalara sahip Anadolu genci, bu vatanın aslî sahibi iken ruhî ve içtimaî meseleler onu yıldırmış “lütfen nefes alınmasına müsaade edilen bir sığıntı” haline getirmiştir. Horlanmış, değerlendirilmemiş.  Necip Fazıl’ın amacı, içindeki cevheri büsbütün yitirmemiş bu gençliği diriltmektir. Diyor ki:

“Biz, yanmış ve haşlanmış ellerimiz, nokta nokta iğnelenmiş parmaklarımız, içine kan oturmuş tırnaklarımızla bir şekillendirme işine çalışıyoruz. Şekillendirmeye çalıştığımız bütün bir gençtir. İsmi Anadolu Gençliği… Eğer bu gençliğin bir iki baş örneğine maya tutturabilirsek mesele yok… O, kendisini basamak basamak nesilleştirir ve bir ‘safkan’ halinde kol kol şecerelendirir…”

Nitekim “saf Anadolu çocuğu” imgesi, “Sakarya Türküsü” şiirinde de karşımıza çıkar: “Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu’nun…” Sakarya’yla sembolleştirilen Anadolu, ağır bir yükün altındadır. Hor, öksüz, büyük davayı o omuzlamakta, Son Peygamber’in kılavuzluğunda yol almaktadır.

Necip Fazıl’ın gençliğe bakışı, başta da belirttiğimiz gibi Tevfik Fikret’in maneviyattan tamamen arındırılmış bakışından farklıdır. Onun Ferda ve diğer şiirlerinde belirttiği yenilik ve inkılap anlayışını önemsiz bulur. Bu anlayış için “Ağızdan alınan maddelerin başka yerden çıkarılmasından üstün bir mana ifade etmez” der.

Fikret’e dair bu görüşlerini de anlattığı konferansında, Zindandan Mehmed’e Mektup şiirini, “Oğlumuzun şahsında, ondan daha aziz Türk gençliğine hitap eder” cümleleriyle sunarak okur. Böylece gençliğe bakışta Fikret’le aralarındaki farkı ortaya koyar. Şiiri, oğluna bir mektup formunda oluşturduğu halde onu bir model olarak sunmadığını da ifade etmiş olur. “Ondan daha aziz” bir gençliğe vurgu yapar.

Necip Fazıl, gençlik konusunda Akif’in düşüncelerine pek temas etmez. Ancak ikisinin tasavvurlarında ve bu tasavvurları sunuşlarında kesişmeler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bir kere ikisinin de temel referansı İslâm’dır. Örnek, Peygamber ve sahabedir. İkisi de hem bedenen hem de ruhen sağlıklı; atak, gözü pek ancak kaba kuvveti benimsemeyen bir nesil özlemektedir. Ahlâk güzelliği, karakter sağlamlığı, ilimle bilgiyle donanma aranan ortak hasletlerdir. Akif, Asım’ın Nesli’ne duyulan ihtiyacı açıklayabilmek için, köylülerin, eğitim kurumlarının, gençliğin durumundan savaş vurguncularına, fuhşa, her türlü ahlaksızlığa kadar ülkeyi saran birçok kötülüğe değinir. Bize bütün bunların üstesinden ancak Asım’ın neslinin gelebileceğini böylece daha etkili bir şekilde anlatmış olur. Necip Fazıl da benzer bir yol seçer. Toplumdaki olumsuz tabloyu bütün açıklığıyla çizer, sonra gençliğin neyin davacısı olduğunu, nelerle savaşacağını gösterir. Gençliğe Hitabe’deki şu cümleler buna bir örnektir:

“Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik…”

Esasında Mini Etek ve Hadimünnas Efendi hikâyelerde, Aynadaki Yalan romanında, tiyatro eserlerinde, özellikle Ahşap Konak ve Mukaddes Emanet’te, Çile’nin Dava ve Cemiyet bölümünde toplumdaki bozulmuşluğu, kokuşmuşluğu tasvir eden çokça çarpıcı tespit var. Dinin, dilin, namusun, düşüncenin, ailenin, eğitimin darmadağınık hale geldiğini önce gösteriyor Üstad. Sonra bu perişanlıktan kurtulmanın çarelerini ve bu çareleri uygulayacak neslin özelliklerini…

Gerek tiyatrodaki gerekse Muhasebe şiirindeki “üç katlı ahşap konak” sembolü de bozulan nesillere işaret eder. Ancak bunun böyle sürüp gitmeyeceğine olan inanç güçlüdür. Muhasebe şiiri, bir evin nesil nesil bozuluşunun gösterildiği trajik bir kesitten sonra şu mısralarla biter:

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni;
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez yeni!
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

Akif’in cahil, tembel, İslâm’ın emirlerini yerine getirmeyen Müslümanlara ne kadar kızdığı bilinmektedir. Bu yönüyle de Necip Fazıl’la aralarında benzerlik vardır. Necip Fazıl’ın, geçmiş nesilleri, içinde bulunulan kötü durumdan sorumlu tuttuğunu ve yeni nesillere onları asla örnek almamaları gerektiği hususunda uyardığına değinmiştik. Kâbus şiirinin şu mısraları, Akif’in birçok mısraı ile aynı derdi işaret ediyor:

Ya şu sözde müminler,
Şiltenin kıtıkları?
Yetmez mi bunca zaman
Yan gelip yattıkları?
Bir nesil özlüyorum,
Doğrultsun yatıkları!

Akif, Asım ve arkadaşlarını, Batı’nın ilim ve fenninden yararlansınlar diye Berlin’e gönderir. Aynadaki Yalan’ın idealist kahramanı Naci de Milletlerarası Felsefe Cemiyeti tarafından bir konferans vermek üzere Avrupa’ya davet edilir. Başarılı konferansı sonrasında kendisine Avrupa üniversitelerinde hocalık teklif edilir. Ancak o, bunu reddederek yurda döner ve sonunda kendini tamamen tasavvufa verir. İşte Akif’le Necip Fazıl’ın yeni nesil tasavvurları arasındaki en belirgin fark belki burada ortaya çıkmaktadır. Akif’in önerdiği gençliğin mistik tarafı yoktur. Necip Fazıl ise denebilir ki bir gençte bulunması gereken özelliklerin en başında aşk ve vecdi saymaktadır.

Necip Fazıl, zamanı, bir daireye; hayatı, onu çevreleyen çizgiye; gençliği ise daireye temas noktasına benzetir. Ona göre zamanın en yakıcı tecellisi gençliktedir. Onun için hayat mihrakı olan gençliği ihmal etmek ve yok saymak hiçbir dava ve ideal için mümkün değildir. Her dava ona sıçramaya bakar ve her rejim ona hulus çakar, türlü dalkavukluk numaraları yapar. Her dünya görüşü onun kapısında el açar, dilenir.

Ancak Necip Fazıl, bir asra yakındır yapılanın aksine, gençliği “pohpohlama edebiyatıyla avlama” peşinde olanlardan değildir. Çünkü onun küllerinden yeniden diriltmeye çalıştığı gençlik, kendisinin de ifade ettiği gibi sahte bir gençlik değil, hakiki bir gençliktir. Bu davanın çilesini de çekmeye talip bir gençlik… “Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı, / Yok mudur sizin köyde, çeken fikir sancısı?” demesi bundandır. “Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun: / Ötelerden habersiz nizama lânet olsun!” mısralarının muhatabı bir gençliktir özlenen. Böyle bilinçlenmiş bir neslin pohpohlanmaya ihtiyacı da tahammülü de olmaz.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

128. SAYI / MAYIS 2011 / Ay Vakti
Necip Fazıl’ı Anlarken / Recep Garip
Sinemanın Ozanı ve “Yeni Dünya” / Hüseyin Özdemir
Bahar Ey! / Ay Vakti
Sana Bakmak / Mehmet Ragıp Karcı
Tümünü Göster