Şehir ve Modern veya Eski Şehirlerin Yeni İşleri

İster düş ister gerçek ilişkiler düzeninde biçimlensin, varlığımızla dolaysız bağlantıları olan şehir veya kent, kültüre etki eden asıl unsurlardandır. Bütün bağlı unsurlarıyla kültür, büyük ölçüde şehirlerde oluşur. Şehir veya kent, kalabalık insan topluluklarının bir arada yaşayarak ekonomik değer, bilim, sanat, siyaset icra ettikleri karmaşık bütünlüktür. Birbiriyle zıt olanları bir arada tutacak kadar karmaşık, her unsuru diğeriyle tamamlayacak şekilde bütünlüklü… Hayat ve insana ilişkin köklü değerler içermesi gereken kültür ve medeniyet, bütün bu anlamlı, bilinçli faaliyetlerin üst bağlamıdır. Bir şehir bu faaliyetlerle hayata katılır, katkı yaparken kendisi de değer kazanır; kendi medeniyet coğrafyasında yerini alır, insanına medeniyet değerlerini kazandırır, ait olduğu kültür ve medeniyetin değerini kazanır. Özet bir ifadeyle şehre isnat eden medeniyet ve çoğalmayla oluşan kültür, birbirlerini karşılıklı kurarlar.

‘Fena’ adlı çalışma ve ‘Güzel Ayrılık’ romanının yazarı Ekrem Özdemir’in, estetik duyarlık ve düşünce dünyamıza önemli katkısı olacağı belli olan ‘Şehir ve Modern’ adlı son eseri, idealkent yayınları tarafından neşredilerek okurların istifadesine sunuldu. Kitapta şehirle İnsan ilişkileri, edebiyat ve sinema eserleri üzerinden somut örneklerle rahat, akıcı bir dille irdeleniyor. TYB’nin değerlendirmesinde, kitap ödüle layık görüldü. Özdemir’in klasik seyahat ve alışılmış şehir kitaplarınkinden farklı açısı, dili ve tarzı, ödüllendirilmesinde önem arz etmiş olmalıdır. Bu bariz başarısından dolayı dostumu tebrik ediyorum.

Ekrem Özdemir söz konusu olunca, haksız olmayacak bencillikle kendime ayrıcalıklı bir pay çıkarmam yanlış olmasın. Ekrem Bey bir sokak arası mesafeyle mahalle komşumuz. O da benim için ayrıcalıklıdır. Bu ayrıcalığın mahiyetini belki başka zeminde anlatırım. Sevimli, engin, naif, latif kişiliği ile çocuklarımın Ekrem Amca’sı, sadece bize değil, sanatsal, entelektüel ilgisi çeşitli ve zengin mahallemize özgün bir tarz, özgün bir eda ile katılmakta, katkı vermektedir. O nedenle de Ekrem’in bana hak edemediğim taltif ifadeleriyle imzalayıp hediye ettiği kitabını bekletmeden ve çizerek okudum. Okuduğumu bildirip tebrik ettim. Sevindi.

Özdemir’i, tekrar ve fazlalık görülecek kimi yerleri istisna tutarsak, modern edebiyatımızın özgün atılım ve açılım örnekleri arasında görülmesi gereken romanı ‘Güzel Ayrılık’tan bağımsız anlamak doğru olmaz.  Kimi muhafazakâr çevrelerin dar, kısır estetik reflekslerini fevkalade aşan genişlikte ne yazdığını, niçin yazdığını bilen bir romancıyla karşı karşıyayız. En başarılı örneği Markuez’in Kırmızı Pazartesi’sinde görüldüğü gibi nesnel gerçekliğin hakkını vererek yaptığı sarıcı, sarsıcı çözümlemeler son derece tatmin edici. Bu yönüyle bence romanın evrensel dilini, objektifini yakalıyor.

Güzel Ayrılık’ı okurken yer yer Rus edebiyatına, yakın bir iklimin duyarlığı sizi etki altına alabilir. Bu tesadüfî değildir. Benim gibi Ekrem de Rus sanatçıları özellikle de Dostoyevski’yi hayranlık ölçüsünde sever. (Ayrıca bu yönde bir çalışması olduğunun da müjdesini vermiş olayım) Rus edebiyatı kuşkusuz Gogol’den, Turgenyev’e Çehov’dan, Tolstoy’a Gonçerov’a kadar hayranlık uyandıracak niteliğe sahiptir. Hayran oluşumuzun sebepleri arasında ait olduğumuz kültürel iklimlerin uzak olmayışı yanında çöküşler, kırılmalarla yaşadığımız benzer tarihî tecrübelerin payı az etkili değildir. Ne ki konumuz bu değil. Ancak Özdemir’in roman merkezli genişleyen zihin ve estetik dünyası, diline, dünya görüşüne esaslı bir fark kazandıracak tarzda karakterize olur. Estetik duyarlığının sinema ile daha nesnel bir açılım kazandığı yaşantı alanında ‘Şehir ve Modern’den daha verimli faydalanma imkânı elde ederiz. Bir de okurun özellikle Viyana’nın anlatılmasında duyumsayacağı üzere müzik, şehrin vazgeçilmez ses boyutu olarak kurucu unsura eklemlenir. ‘Şehir ve Modern’ yaptığı çok zengin çağrışımdan ayrı olarak, tematiğini genel anlamda sanat-şehir-insan veya hayat ilişkisine yoğunlaşan bir espri etrafında kuruyor. Kitabın kimliğini önce bu yanı ile tanımak gerekir. Kitabın adeta bir denklem barındıran ismi,‘Şehir’ bilinmeyeni karşısına ‘medeniyet’, ‘gelenek’ daha da doğru olarak ‘klasik’ değerinin verilmesiyle daha anlaşılır oluyor. Böylece kitabı ‘Klasik ve Modern’ yakıştırması ile yaklaşmak mümkün olabiliyor. Peki modern? O da klasik şehrin yeni durumlarını yani romanı, modern şiiri, sinemayı ifade ediyor olmalıdır. Eski şehrin yeni işleri!  

İlk evvel bilinmelidir ki, kitap öncelikle mimari, sonra tarih ve sosyoloji veya siyaset bilimi, ekonomi perspektiflerinden klasik bir şehir kitabı değil. Weber ve Spengler’de görülecek tarzda kent oluşumu ile birlikte hız kazanan sanayileşme ve modernleşme olgusunu da birinci derecede konu etmiyor.  Kendine has bir bakış açısından özellikli bir duyarlığı var ve bu duyarlıktan yansıyanlara sanat ve entelektüel çevrenin de ihtiyacı yok değil. Hemen söyleyeyim ki bu tarzı ile hem bir yeni örnek hem de son derece yararlı oluyor. Kendi payıma, bundan böyle okumalarımda mekân boyutuna biraz daha dikkat etmem gerekecek.

Konusu, içeriği, ifadeleri, üslubu ile kitabı çok sevdim. Sevmemi kolaylaştıran asıl sebeplerden birini entelektüel çabalarımızın Ekrem’le benzer düzlemlerde seyretmesine bağlıyorum. Bir farkla ki benim daha yeni sayılacak ilgimin aksine o sinema hususunda oldukça birikimlidir. Diğer hususlarda meselâ sanatsal okumalarımızda tamlığa yakın örtüşmeler gözlenebilir. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ından Beyaz Geceler’ine, İnsancıklar’dan Öteki’ne, Amca’nın Rüyası’na, Googol’ün Burun hikâyesinden Kafka’nın Dava’sına, Victor Hugo’dan Baudelaıre’e örneğin onun Paris Sıkıntısı’na kadar verilen örnek çeşitliğine yabancı olmamak, eserle daha yakın ünsiyet kurmamıza yol açıyor. Çünkü konu edilen her bir şehre bu veya benzer eserlerden açılan bir kapıdan giriyoruz. İsterseniz şehirlerin bir yerinde muhayyilenizde oluşan bir aralıktan da romanlara, şiirlere, filmin içine giriniz. Hayat içinde sanat, sanat içinde hayat. Film bir gerçekliğin mi hayali, hayal bu şehrin gerçeği mi? Şehrin ve şiirin imgeleri nerede buluşup ayrışıyor; hangisi diğerini büyütüyor? Bu caddenin hikâyesi hangi romanın sayfasında bitiyor veya dayanılmaz oluyor? Bu şehir hüznünü hangi romanda saklıyor, acısını, sevincini, sevdasını hangi öyküde, hangi senfonide? Yanlış olmayan her iki halde de, şehir-insan-sanat ilişkisi içinde sanatın ve hayatın farklı esprilerini yaşıyorsunuz. Espriler karşınıza ilim, hikmet, uçarılık, çılgınlık, sıkıntı, hız, karmaşa veya baş dönmesi olarak çıkabilir, çıkıyor. Bir çeşit alt kültür gibi konu edilen tasvir, fenomen, yaşantı veya imgeler, zihninizin arka fonunda zaten var. O formun adeta bir hatıra gibi canlanması üzerinden kitabın çağrışım alanına daha rahat geçiyorsunuz. Böylece eserin oluşturduğu sezgisel anlam dünyasına daha rahat, daha kendiliğinden sadece nüfuz etmiyor, dâhil oluyorsunuz. ‘Şehir ve Modern’ işte bu yoğun sır ve incelik dolu etkileşim alanında kendini kuruyor.

 ‘Şehir ve Modern’ daha çok roman ve filmlerde olmak üzere genelde sanatta yer bulan veya yansıyan şehirleri konu ediyor. Özdemir, kuşkusuz romancılığının da etkili olduğu başarılı anlatımıyla bizi sadece romanların şehrine değil ama ondan daha çok heyecan veren cazibesiyle şehirlerin romanlarına götürüyor. Sadece romanların şehirleri konu edilseydi anlatım imgesel sınırlar içinde tıkanacaktı. Oysa kitap şehirlerin romanları açılımıyla bizi yoğun bir düş ve düşünce evrenine sevk ediyor. Doğal olarak şehirlerin mimarisi üzerinden roman dünyasına yolculuk yapıyorsunuz. Değinilen romanlarla şehirler, şehir anlatıları ile sanat eserleri özgün, ayrıcalıklı anlamlarına kavuşuyor. Örneğin Michelengelo’nun heykel ve mimari eselerini veya Bernini’nin Aşk Çeşmesi bilginizle Roma anlatımını daha iyi kavrıyorsunuz. Zaman mekânda, mekân zamanda yerini buluyor. Verilen örneklere yakınlık ve uzaklığınız, eserin anlam alan ve derinliğine nüfuzda belirleyici oluyor. Bu sebeple eser, kimileri için sıkıcı bile gelebilir. Çünkü bilmeyen okur için her cümle, çözülmesi zor bir bilmece gibi ağırlaşabilir. Ama ben kendi payıma eseri zevkle okudum. (Genel anlamda da Özdemir’in yazarlığını beğeniyorum) Bunun en önemli sebebi kuşkusuz anlatılan şehirlerin kimilerine birebir aşina olmam değil ama bundan da önce sözü edilen eserlere özellikle de kitaplara ilgisiz olmamamdır.

Varlığa imkân ve hürmet felsefesi ile teşekkül etmiş her şehir hak ve özgürlüklere kendi anlayış ve yorumunu katmıştır. O nedenle hayata karşı sözü tükenmemiş her şehir, insana iç yankısındaki güzelliği hatırlatan mekân olmanın onur ve heyecanını yaşar, yaşatır. Bu bakımdan hangi şehir güzeldir sorusuna verilecek tek cevap olamaz. Çünkü güzellik tek boyutuyla anlaşılacak bir estetik değildir. Her biri farklı güzelliklere imkân ve ilham verir. Tek boyuta indirgenmiş veya tek boyutuyla var olmaya zorlanmış güzellik, çirkinliğe yaklaştırılmış demektir. Biri sanat, diğeri müzik, diğeri bilimle diğeri hatırlayışlarla, başkası unutuşlarla var olur. Hepsinin insan ve hayatta karşılığı olan farklı gerçeklikleri, itibar ve öncelik gördükleri farklı zamanları vardır. Zamanla birebir ilişkisinden dolayı şehirlere bu duyarlıkla yaklaşmalıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Bursa’da Zaman’ diyordu. İstanbul’un da, Paris’in de, Berlin’in de yaşadıkları, yaşattıkları kendi zamanları vardır. Biraz da o şehirlerde olmak o zamanlarda olmak demektir. Süleymaniye’de Bayram Sabahı ancak İstanbul’da hususen de Yahya Kemal’in İstanbul’unda yaşanır. Roma’da olup da Rönesans veya barok dönemi teneffüs etmemek imkânsızdır. Moskova’da olup proleterya faşizmini, New York’ta olup, hazza, hıza, şehvete, uçarılığa, kuralsızlığa tanık olmamak imkânsızdır. Taşkent sükûnettir, Bosna mütereddit olgunluk.

İbni Bibi’den, Batuda’ya, Marco Polo’dan Evliya Çelebi’ye kadar bir dizi seyahatname ve en az onlar kadar çok şehrengiz, muazzam zenginlikte bir şehir kitapları külliyatı oluşturur. Bunları ayrı tutalım. Şehir-insan-hayat ilişkisini yeni değerlendirme biçimiyle anlatan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i, anlama, anlatma anlayışı ile bu alanda öncü eserdir. Kitap konu ettiği beş şehri tarihsel derinlikleri, duyarlıkları, ruhu ve kimliği ile anlatır. İlber Ortaylı ‘Ortaçağ Şehirleri’nde Petersburg’dan Kudüs’e kadar kendi kültür havzamız içindeki şehirlere tarihsel bir duyarlıkla yaptığı geziye, okurun canlandıran bilincini yoldaş eder. Cengiz Çandar Gazze’den, Ohri’ye, Odesa’dan Newyork’a kadar tanıştığı şehirlerin daha çok da siyasal çekişmelerin arenasında pek bilinmeyen yüzlerini anlatır. Ahmet Davutoğlu Medeniyetler ve Şehirler’inde medeniyeti değiştiren, medeniyetle değişen şehirlere asıl kimliklerini öne çıkaran bir yaklaşımda bulunur. Turgut Cansever’in şehre yönelen bilge bakışı hayat ve mimarlık hassasiyetini asla ihmal etmez ve o bakışı bize de kazandırmaya çabalar. D. Mehmet Doğan’ın ‘Ömrüm Ankara’sından Metin Mengüşoğlu’nun Harput Şehrengizi’ne kadar çok önemli gördüğüm yüzlerce eser, algı ve bilgimize eşsiz zenginlikte değer katarlar. Konu ettikleri şehirler, birçok yerde birçok yönden anlatılmıştır. Bu kitapta da benzer yaklaşımların izleri yok değildir. Ancak, doğudan batıya doğru bir sıralama ile Petersburg’dan New York’a kadar şehirlerin genel karakterini ve sanatsal kimliklerini, özellikle de sanattaki ve sanata yansımalarıyla kendisini belli bir çerçeveyle sınırlamakta hem de şehirlerin hep ıskalanmış entelektüel, estetik niteliğini öne çıkarmaktadır. Bu yönü ile en azından bizim kültür hayatımızda fazla örneği görülmeyen bir özgünlüğe sahiptir.

Bundan böyle şehir odaklı yazan yazarlarımızın bu hususiyete ayrı bir hassasiyet göstereceklerini umuyorum. Değil mi ki, şehir, ürettiği kültür ve sanat değerleriyle ayrıcalık kazanır; zamanla kendini onlarla bütünleştirir, ifade eder. O eserler o şehrin kişiliği, kimliği olur. Bir şehrin değeri sadece çarşı pazarında, sokak ve meydanlarında gözlenen yaşantıyla ölçülmez. Sanat eserlerinde yer alan, yorumlanan şehir daha değerlidir. Bir şehir şarkılarda, şiirlerde, kitaplarda, filmlerde, fotoğraflarda ne kadar çok, yer alıyorsa o kadar etkilidir, köklüdür. Sanata, kültüre, tarihe, insanlığa mal olmuştur, kalıcıdır. Sembol, dil, tarz, değer yani yaşama biçimi, yani kültür üretir. Eserlerde yer bulmuş şehirler zamana, değişen anlayışlara karşı dayanıklıdır. Değişen dünyanın siyasal konjonktürüne, sosyal modasına karşı köklü, kalıcı hatta canlı bir hatıra, hafıza oluşturur. Her geçen gün tarihe kök salan hafıza, canlı algıları da besleyerek şehrin geleceğe uzayacak kimliği, kişiliği olur. Orada yaşayan insanlar da sanat ve estetik zevkleri geliştiği ölçüde şehirli, yani o şehre ait olur. Ait olunan şehir, şehirlinin kişiliğini, kimliğini, beğenisini, yaşama biçimini, dilini, edasını, anlayışını, kısaca en geniş kültür kodları ile var oluşunu ifade eder. Kişi, böyle içkin ilişkilerle şehirli olur; şehre katılır, katkı verir. Şehirli olmak bir kültür, bir incelik, anlayış meselesidir. Şehirli olmak insana o şehrin asaletini kazandırır. Yaşadığı şehrin asaletini kazanamadığı için şehirli olamayanlar, sosyolojik uyumsuzluğunun en önemli sebepleri arasında görülmektedir.

Kitap Saint Petersburg, İstanbul, Viyana, Prag, Varşova, Berlin, Roma, Paris, Londra, New York olmak üzere on şehre veya on şehirden pencere aralıyor. Sayfalar boyunca şehirlerin ruhunun eserleriyle, eserlerin ruhunun şehirlerle nasıl kaynaştığını anlıyorsunuz. Örneğin Petersburg. Dostoyevski’yi var eden, besleyip büyüten büyük ölçüde Petersburg’dur dense yanlış olmaz. Ruhu, psikolojisi bu şehrin değer ve tarzıyla bu denli açılan, tamamlanan, üstad, başka bir şehre yerleştirilemez. Batı kentlerine yaptığı kısa dönemli seyahati dışında böyle bir şey mümkün olmamıştır. O da bu seyahati, büyük romancıyı memnun etmemiş, bunaltmıştır. Dostoyevski, Avrupa’ya yaptığı gezi notlarını da içeren ‘Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’ adlı eserinde pozitivist ve gayri ahlaki oldukları gerekçesiyle modern dünyayı esaslı eleştirir. Tıpkı Tanzimat aydınlarına bizim yerli sanat ve fikir adamlarımızın tavırlarındaki gibi, Rusya’da esen batıya özenti rüzgârı karşısında Dostoyevski “Avrupalı olmak cinnet geçirmekle eşdeğerdir” demiştir. “Paris’in düşüncelerini Petersburg’a dayatanların hepsi cinnet geçiriyor.” Bu ifadeleri Ecinniler’de kahramanlarına bağıra bağıra söyletir. Rus insanı kendisine felaketten başka bir şey kazandırmayan batı değerlerine karşı İsa’nın iyiliği ve yüce ruhu ile direnebilir. Raskolnikov’dan Prens Mışkin’e kadar gizli ve açık verilen mesaj budur. Yeraltından Notlar’dan Karamazov Kardeşler’e kadar aslında derin, fıtri bir felsefeyle pozitivizme, nihilizme, ateizme karşı koyuş vardır. Dostoyevski’nin felsefesi vicdanın, kalbin, ruhun düşünmesi ile varlığa ve hayata kök salar. Belki farklı bir açıdan veya cepheden Tarkovsky’de de görüleceği gibi Rus aydınları bu alanda kötü bir sınav vermemiştir. Özdemir, tam da bu noktada Tarkovsky’yi anlatır. “Edebiyatta Dostoyevski ne yapmışsa, sinemada Tarkovski onu yapmıştır.” Bu yazıyı okuyan dostlarımız belki bir kez daha onun hiç olmazsa Solaris, Ayna, İz Sürücü, Siyah Kuğu, Bir Rüya İçin Ağıt filmlerini izleyeceklerdir. Ayrıca işin bilgi ve birikimine daha yakın olmak isteyenlere ünlü sinemacının ‘Mühürlenmiş Zaman’ kitabını tavsiye ediyorum.  “Tarkovsy’ye göre sanat tanrı’ya bir yakarıştır. Bir yakarma, bir dua biçimidir sanat ve insan yalnızca duasıyla yaşar.” “Güzel, peşinde koşmayana kendini sunmaz” diyen Tarkovsky, güzeli inanç ve hakikatle bütünleşen gerçeklik olarak anlar. Onun sanat felsefesinin temelinde bu değer vardır. “Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevî temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur. Bunlar ancak parlak birer entelektüel analiz olabilirler.” Necip Fazıl’ın Poetika’sından farksız hatta ondan da ileride olan bu ifadeleri, Tolstoy’da örneğin Anna Karenina’nın Levin’inde, samimi varlık ve hayat sorgulamaları ile nihilist düşüncelerinden vazgeçme sürecinde de görürsünüz. Bu kadar açık vurgularla olmasa bile Çehov’da örneğin onun ‘Altı Numaralı Koğuş’ adlı hikâyesinde yerleşik temel duygu aynıdır.

Sadece iki sanatçı üzerinden Petersburg’un evrensel değer ve duygulara açılan farklı birikim ve donanımlarına değinileni örnek verdim. Elbette İstanbul başta olmak üzere konu edilen her bir şehir, hayal ve dimağınızda ayrı hususiyetleri ile iz bırakacaktır. Kitapta kısmi bir tarih yanında, rüyaları, korkuları, umutları, gerçekleri ile şehirlerin hayatları, sanat eserleri, sanatçıları ile anlam ve özellik kazanacaktır.

Okuyanın muhayyilesini, ufkunu açacağından emin olduğum böyle bir eser kaleme aldığı için Ekrem Özdemir’i tebrik ediyorum. Yazı hayatında başarılar diliyorum.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Pınarhisar’dan Gelen Mektup / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar / 106 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
Şehir ve Modern veya Eski Şehirlerin Yeni İşleri... / Necmettin Evci
Derin Çizgiler / Seher Özden Bozkurt
Tümünü Göster