Derin Çizgiler

Kendimi bildim bileli böyleyim ben.
Sabah ezanının vakti girdi mi, kurulmuş saat gibi uyanıveririm.
Perdeleri aralar, pencereleri açarım hemen. Seher vaktinin bolluk ve bereketinin, bu tanıdık evin pencerelerinden içeriye, çekinmeden, durup düşünmeden, ağır ağır süzülüvermesini seyrederim.
Araladığım perdelerden içeri süzülen aydınlık, odamın içinde önce kararsız, düşünceli gezinir, en son, gelinlik kadife koltuğumun, solmuş yeşilinde durmaya karar kılar.
Her gün bu saatte Fetih Suresi okurum. Yine her gün bu saatte “inna Fetehna” derken, içim huşu ile dolar.
Sonra, kehribar tespihimi alırım elime. Dilim döndüğünce çekerim. Yalan yok, bazen öyle bir ağırlık çöker üzerime. Olduğum yerde, gözlerim kapanır. Sokaktan geçen sütçünün ya da sabırsız bir sürücünün, kulak tırmalayıcı korna sesiyle uyanırım.
Kalkar mutfağa giderim. Kahvemi çekerim el değirmeninde.
Kahve demişken… Geçenlerde oğlum aradı. Sağ olsun.
“Yine mi kahve? Dedi.
“Alışkanlık oğlum. Hem, ben eski toprağım, midem sizinkinden sağlam.” Dedim.
“İyi anne iyi, sen bilirsin.” Dedi telefonu kapatırken.
Burnumun dikine gittiğimi düşünmüştür yine. Varsın düşünsün.
Üst katımda ahretliğim Nimet oturur.
Çağırmamı beklemeden, çalar kapımı Nimet. “Kim o “dediğimde o çatallı, ince sesiyle “Benim ahretlik.” Der.
Nimet’in elleri tarçın, başörtüsü beyaz sabun, sırtından yaz kış eksik etmediği yün yeleği naftalin kokar.
Sesine, sözüne, hareketlerine aşinayımdır ahretliğimin.
Ama bazen, Nimet konuşmanın dozunu kaçırır, anlatır da anlatır.
“Aman yeter ahretlik, kafam oldu kazan.”derim.
Nimet duraklar, dudak büzer, başını benden yana çevirir.
Baktım darılacak, gönlünü alıveririm hemen.
Nimet’in, yer yer yaşlılık benleriyle sarmalanmış, ince, zayıf tarçın kokan ellerini ellerimin arasına alırım.
“Nimet, ahretliğim, sen Rabbimin benim için bir nimetisin” derim, gülüşürüz.
Geçen hafta belim tutuldu. İnatçı, hırslı, sinsi bir ağrı önce bacaklarımda gezeledi, sonra geldi belimin tam ortasına oturdu.
Baktım, telefonum odada kalmış. Aldım elime bastonumu. Üç kez Nimet’in duvara vurdum. Hemen anladı ahretliğim. Evin anahtarlarından birini ona verdim Allahtan. Kapımın açıldığını duydum.” Nimet” sen misin? dememe kalmadı.
Ahretliğim Nimet, ellerini beline koydu. Sert- tatlı bir sesle hesap soru bana:
“Ne yaptın bakalım, Emine Hanım? Ne iş çıkardın da kendine, bu hale geldin?”
Azıcık doğruldum yatakta. Çocuk gibi nazlandım biraz.
“Kuş olup uçtun mu Ahretlik? Ne çabuk geldin. “ dedim gülümseyerek.
Nimet belime, o ağır kokusu olan, bolca yakan ilaçtan sürdü. Havlu ısıttı koydu. Sonra da yün kuşağımı belime, bir güzel doladı.
Acıdan yüzümü buruşturduğumu görmüş olacak…
“Senin oğlanı arasak mı?” dedi.
“Yok, dedim. İşi vardır onun.”
“Ee kızı arayayım o zaman.”
“Aman olmaz, dedim. Üç çocuk, iş güç… Bir de bana üzülmesin şimdi.”
Ahretliğim kızdı bana. Çocuklarımı aramama konusunda, inat ettiğimi düşündü.
“Anneyim ama herkesin işi gücü var, çekiniyorum işte” demedim.
Yalnız olmak zor. Hele de yaşlanınca. Evlat var, ama uzakta. Ne yaparsın?
İnsana insan lazım. Çok şükrediyorum, Nimet var ya. Yoksa ne yapardım?
İki gün sonra ayağa kalkabildim. Sıkıca sardım kuşağı belime. Örgü sepetimi önüme aldım. Torunlara bir şeyler öreyim dedim.
Yetmiş tane ilmek çektim.
Bir ters, bir düz olsun örneği dedim.
Alnımdaki derin çizgilerin arasına doldu, yün çilelerinin tozları.
Örgü örerek, oya yaparak, kazandığım parayla, çocuklarımı okuttuğum günler geldi aklıma. Çok şükür, ikisi de ekmeğini aldı eline. İçim rahat.
Mutlu, sağlıklı, huzurlu olsunlar da…
İçimde bir yerlerde oturan, ağırlaşan, dışarı çıkmak için bir yol bulmaya çalışan sitemleri, itelemeye gayret ediyorum. Onları, yerli yerinde tutmak için, kendimce bahaneler üretiyorum.
İpin ucunu bir kaçırsam, alnımdaki o derin çizgilerin içine sakladıklarım ortaya saçılıverir, diye korkuyorum.
Yaşım kadar ilmek çekiyorum yeniden. Bir ters, bir düz öreyim diyorum.
İlmeğin sırasını karıştırıyorum. Söküp, söküp yeniden başlıyorum örmeye.
Bırakıyorum örgüyü.
Gökyüzü turuncudan laciverte dönüyor. Kuşlar sabahki coşkularından uzak, yorgun yorgun kanat çırpıyor. Günün son aydınlığı da, geceye akıyor. Hafif hafif esen bir akşam rüzgârı, ağaçlarda tutunmaya çalışan birkaç kuru yaprağı önüne katıp savuruyor.
Gözaltlarımda, ellerimde, yüzümde; yeni, uzun, derin çizgiler arıyorum.
Ortada, öylece kalakalmış, bir kaç parça hayal kırıklığını sığdırabilmek için.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Pınarhisar’dan Gelen Mektup / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar / 106 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
Şehir ve Modern veya Eski Şehirlerin Yeni İşleri... / Necmettin Evci
Derin Çizgiler / Seher Özden Bozkurt
Tümünü Göster