“Hep sevda uzar kavaklar
İçimin dere boylarında.”

Komşumuz, dostumuz, yaşıtımız merhum Alâaddin Soykan yıllardır doğayı, kendini şiirleri ile anlatmaya adamıştır. Mahallemizde postacı bir paket getirdiğinde ya ona veya bana bir aylık dergi gelmiştir. Çok eskiden beri çevresi ile komşularıyla uyumlu fakat kimseye açılamadan hep yazacağı şiir ile meşgul, çevresine pek aldırmadan yaşayan güzel bir insan, iyi bir babaydı.
Alâaddin Soykan ile 1958 yılında İstanbul’da tanıştım. Onu Taşlıtarla’da Büyük Cami’de Kur’an kursunda öğrenci iken tanıdım. Dediğine göre imam olmak için babası rahmetli onu o kursa vermiş. Ben de Kırklareli Lisesi’nde iken yazları Sultan Ahmet Camii’nde Gönenli Mehmet Efendi’den Kur’an dersleri alırdım. Liseden sonra A.Ü İlahiyat Fakültesine gitmeye kesin karar vermiştim. Bir gün Taşlıtarla Kursu’ndan bir çocukla Sultan Ahmet’te tanışınca bana onların kursunda bir hemşerim olduğunu söyleyince onunla kursa gittim. Alâaddin ile o zaman tanıştık. Ben lise birinci sınıfta idim. 5-6 edebiyat dergisi takip ediyorum. Arlık, Türk Dili, Çağrı, Türk Kültürü vb… Soykan şaşırdı. Caminin altındaki odada yatağının altından yeni yazdığı birkaç şiirini çıkarıp gösterdi. Çok yeni idi, biraz yüzümü buruşturmuşum herhalde. “Beğenmedin galiba” dedi. Ben de o günlerde Türk Dili dergisinin ‘İran Şiiri’ özel sayısını okuyordum çok beğenmiştim, onlardan bahsettim. Ondan sonra Alâaddin Soykan bana hep o gözle baktı. Onun yanında başkasının şiirinden bahsedince ikaz ederdi beni. Buna rağmen elli yıl hiçbir dargınlığımız, soğukluğumuz olmadı. Kendisini köylüsü saydığı Niyazi Akıncıoğlu ile Kırklareli’nde avukatlık bürosunda tanıştırdığımda, lisede edebiyat öğretmeni Hasan Latif Sarıyüce ile tanıştırdığımda şiir hakkında Alâaddin Bey’e güzel, faydalı teşvikleri oldu.
Öğretmenlik için ilk tayin yerim Lüleburgaz’da, ortaokul diploması alması için teşvik ettim. 1970 yılında köylerdeki Kur’an Kursu mezunu olanlara yazın Lüleburgaz’da bir ortaokul bitirme (dışardan) kursu açtım. En başarılıları Alâaddin Bey’di. Üç yıllık Türkçe dersini ilk girişte verdi. Bir buçuk yılda mezun olması sebebiyle, lise için de teşvik ettim. “Edebiyat Fakültesine gidersin” dedim. Karar veremedi. Pınarhisar Lisesinde öğretmen iken çok sık yaptığım İstanbul’a günübirlik gezilerime hiç gelmedi. Tiyatro, konferans, müzikli etkinlikler, kütüphaneler… Fakat Varlık dergisi sahibi Yaşar Nabi Nayır ile görüşmek için İstanbul’a (masrafları ondan) beraber gittik. Merhum Yaşar Bey çok iyi karşıladı bizi. Cağaloğlu’nda sohbet ettik. Alâaddin ile tanıştığına memnun oldu. Ayrılırken “Şiirlerime bakmadınız,” dedi. Dosya olarak önce vermiştik şiirleri. Yaşar Bey, “Daha sonra bakarım,” dedi. Birkaç zaman sonra Varlık dergisinde şiiri çıktı. Istrancalarda, Fatmakaya semtinde yedi-sekiz arkadaş çeşme başında bir kuzu çevirme yedik. Merhum babası bu işi çok iyi biliyordu.
Pınarhisar’da ormana ve yahut köylere, onun köyüne yaya gezilerimize gelirdi fakat az konuşur, pek bize katılmaz daha çok düşünürdü. Bir gün kendisine, “Alâaddin, böyle devamlı düşünerek bu ömrü nasıl bitireceksin?” dediğimde: “Ben zaten yaşlandım. Şu an kendimi yüz elli yaşında hissediyorum.” dedi. Sigara ve bu şiir doğurmalar onu yaşlandırmıştı herhalde. Yirmi yıldan fazla oldu, insan içine pek çıkmıyordu. Onu görmeye gelen arkadaşları evine ben götürüyordum. Ayrıca sık sık ben de ziyaret ediyordum. Daha önceleri her gittiğimde cebinden yeni şiirini çıkarırdı. Daha sonra ziyaret ettiğimde “Bir yıldır şiir yazmıyorum,” dedi.
Ona son götürdüğüm arkadaş rahmetli Asım Gültekin idi. Gece yirmi dörde kadar Gültekin onu konuşturdu ve telefonuna kaydetti. Hatta o gece Asım Gültekin ailece bende kaldı. Çocukları, kızları hepsi yetişmiş iş güç sahibi. Allah her ikisine de rahmet eylesin.