Hayata Şiirle Tutunan Adam

Hayatlarında olmadığı kadar ölümleri sonrasında meşhur olmak, daha ziyade gösterişsiz güzel insanların kaderidir. Alâaddin ağabeyin ölüm haberinin ana akım medyada yer bulması bu yönüyle dikkatimi çekmişti. Kendisinin ölümünü, ilk olarak öteden beri yine güzel bir insan ve şair olarak tanıdığım, bu yazıya da vesile olan Nureddin Durman ağabeyin sosyal medya hesabından öğrendim.  

 Doğduğu ve gençliğini geçirdiği köyümüz bağlamında kendileriyle ilgili birkaç kelam etmek isterim. 1943 yılında dünyaya geldiği ve gençliğini geçirdiği Kurudere Köyü, bölgeye daha evvel göç etmiş Gacallar ile 1924 mübadili Pomakların yaşadığı, Istrancalar’ın zirvesi Mahya Dağı’nın eteklerine serpilmiş bir köydür. Yunanistan’ın Drama bölgesinden göç eden ve köye daha ziyade rengini veren Pomaklar, köyün daha mütedeyyin kesimini oluşturur. Hatta dinî, kültürel ve siyasî olarak Trakya’nın hâlâ en muhafazakâr birkaç köyünden biri olarak bilinen köy, büyük ölçüde bu bölgenin imam-hatip ihtiyacını da karşılamaktadır. Köydeki Pomakların dindarlıkları hem geldikleri bölge hem de aralarında Kavala’da uzun yıllar medrese tahsili görmüş nâm-ı diğer müftüleri Ahmed (Özışık) Efendi’nin nüfuzuyla alakalıdır. Kendisine yetişememekle beraber köy üzerindeki etkisine bizzat şahit olduğum Müftü Efendi misali, Osmanlı toplumunda halk ile ulema arasındaki ilişkinin de canlı bir şahidi olarak zihnimde yer etti. Türkiye’ye gelinceye kadar Türkçe bilmeyen, aralarında anadilleri olan birkaç yüz kelimelik Pomakça ile anlaşan bu insanların hayatı, Osmanlı medreselerinde kıvamını Kur’an dili ve yazısında bulmuş Türkçe ile tahsil görmüş bir âlimin rehberliği ve örnekliğiyle, yani Türkçe ile şekilleniyordu. Bütün bir Anadolu ve Balkan coğrafyasında da durum bundan farklı değildi aslında. Bu tecrübe bana, bu topraklarda etnik anadil ile Türkçe arasında ilişki ve hiyerarşiyi, daha doğrusu etnik anadillerin daha ziyade günlük iletişim vasıtası olabileceğini, fakat varoluş seviyesinin ancak Türkçe ile kazanılabileceğini erken yaşlarda fark ettirdi. 

  Alâaddin ağabey köyde ilkokulu tamamladıktan sonra Gaziosmanpaşa, o zamanki adıyla Taşlıtarla Hacı Fahri Kur’an Kursu’na gider. Hıfzını tamamladığı bu Kur’an Kursu, aslen Bingöl’ün Kiğı ilçesinden, Çemberlitaş Atik Ali Paşa Camii’nin resmi imam-hatiplerinden ve İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularından olan, aynı zamanda kumaş ticaretiyle meşgul olan Hafız İbrahim Fahri Kiğılı tarafından 1954 yılında kurulan ve bugün hâlâ Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi olarak hizmete devam eden yerdir.

Alâaddin ağabey, hıfzını tamamlayıp İstanbul’dan döndükten sonra 1968 yılının Ekim ayına kadar köyde imam-hatiplik yapar. Yirmi beş yaşında köyden ayrılır ve Pınarhisar Sadıkağa Camii’nde imam-hatiplik vazifesine devam eder. Burada iki yıl daha imam-hatiplik yaptıktan sonra, görev değişikliği yaparak Demirköy Kaymakamlığı’nda ve Tekirdağ’da maliye muhasebe, nüfus tescil, tahrirat kâtipliği gibi vazifeler icra ettikten sonra rahatsızlığı dolayısıyla 1981 yılında malulen emekli olur.

Alâaddin ağabey, hayatın ücrasında kendi tenhasında yaşayan bir insandı. Kısa sayılabilecek çalışma dönemi ve rahatsızlıkları dolayısıyla hastanede geçirdiği zaman dilimleri haricinde evi ve sokağındaki çay ocağıyla sınırlı, dünya nimetlerinden uzak, son derece zâhidâne bir hayatı vardı. Bu sebeple görüşme kastı olmaksızın ona herhangi bir yerde tesadüf etmeniz neredeyse imkânsızdı. İlkokuldan sonra tahsil ve daha sonra çalışma hayatı dolayısıyla memleketimden uzaklaştığımdan, kendisiyle bizzat görüşmemiz bir-ikiyi geçmez. Pınarhisar’da kitap ve fikriyatla alakalı olan hemen herkes üzerinde emeği bulunan Yakup Küçüker Hocayla birlikte çay ocağındaki bu ziyaretlerimizden aklımda kalan, cebinden çıkarıp masaya koyduğu el yazması şiirleri üzerine muhabbetten ibaretti. Pınarhisar’a uğradıkça Yakup Hoca’ya, Alâaddin Soykan ağabeyi sorar, haberlerini alırdık hep.

  Nazım Hikmet şiirine büyük bir hayranlığı vardı. Yazdıklarından anladığım kadarıyla o, hayata ancak şiirle tutunabildi; şiirin açtığı vahada teselli bularak dünya sürgününü tamamladı. Şairin dediği gibi: Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir? / Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir? / -Yaşama! / -Ya bileydim? / Yazar: Mıydım/ Hiç: Şiir.” Has şairler hep biraz böyle değil midir zaten!

Doğduğum Kurudere Köyü’nün “hafız bir şair” ismiyle şereflenmesine vesile olduğu için kendisine ayrıca müteşekkirim. Mekânı cennet olsun!

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Pınarhisar’dan Gelen Mektup / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar / 106 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
Şehir ve Modern veya Eski Şehirlerin Yeni İşleri... / Necmettin Evci
Derin Çizgiler / Seher Özden Bozkurt
Tümünü Göster