Alaaddin Soykan Öldü Diyeler

Alâaddin Soykan’ın vefatı şaircedir. Çünkü şairlerin çoğu öz yurdunda garip ve ölümleri de garipçedir. Dertli Yunus haklıydı:

“Bir garip ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar /
Şöyle garip bencileyin”

Alâaddin Soykan’ın memleketi Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesidir. Orada vefatı esnasında şöyle bir olay cereyan eder. Pınarhisar’da mahalle camiinden bir selâ veriliyor. “Mahalle sakinlerinden Alâaddin Soykan vefat etmiştir.”

Kimdir bu Alâaddin Soykan? Mahalleli onu imamlık, hafızlık ve malulen emekliliğinden tanıyor. Ötesini bilmiyorlar. İyi ki bilmemişler. Bilmemişler ki şair Alâaddin Soykan ol vakte kadar ol kasabada rahatça yaşamıştı. Büyüklerin bir sözüdür: “Şaire çıktıysa adımız bu şehri terk etmek gerek.”

Bizler Alâaddin Soykan’ı Ay Vakti Dergisi’nde el yazısıyla neşredilen şiirleriyle tanımıştık. Keşke bir Ay Vakti’nde de buluşsaydık. Dile kolay on beş yılı aşkın bir süredir şiirlerini Şeref Akbaba’ya ve Ay Vakti Dergisi’ne emanet etmişti. Şeref Akbaba, bu şiirleri merhumun tabiriyle en kuytu yerlerde saklar ve sadırdan çıkar gibi satıra dökerdi.

Dr. Şeref Akbaba’nın “Yol sabırdır, Yürüyüşe devam” yazıları, Necmettin Evci’nin düşünce yazıları, Şiraze’nin “Saklı Mektuplar”ı gibi, Alâaddin Soykan’ın da el yazılı şiirleri, bu dergiyi okumak için yeterli sebeplerden biriydi. 

Ay Vakti Dergisi Kasım-Aralık 2020 sayısında Alâaddin Soykan’ın el yazısıyla yazdığı şiiri yoktu. En son Eylül- Ekim sayısında “Kuytu Öğüt” adlı şiiri çıkmıştı.  Derginin kuruluşundan hemen sonra Alâaddin Soykan ve el yazısıyla yazdığı şiirleri, adeta Ay Vakti dergisiyle bütünleşmişti.

Alâaddin Soykan şiirini sevmemin nedeni, ne el yazısına duyduğum özlemle ne de dergideki diğer yazılardan farklılığıyla açıklanabilir. Orada, şiirinde kendime dair bir dünya buluyordum. Alâaddin Soykan; Bir Yunus Emre gibi karşıma çıkıyordu, bir Karacaoğlan, sonra bir Mehmet Akif oluveriyordu. Şiirini okurken uhrevi esintiler yüzüme çarpıyordu.

Alâaddin Soykan’ın seksenli yıllarda Akabe Yayınlarından çıkan “Doru Özlem” ve doksanlı yıllarda Beyan Yayınlarından çıkan “Vay Sevda Karam” adlı şiir kitapları vardı.  Ne kadar peşine düştüysem bulamadım bu kitapları. Elimde sadece Ay Vakti’nde kendi el yazısıyla yazdığı şiirleri var. Bu nedenle evveliyatına dair notlar düşüremiyorum buraya. Ay Vakti Dergisi’ndeki son şiiri Kuytu Öğüt şiiriyle yetineceğim:

“Var canhıraş bir sevdaya
Tutul gönlüm son nic’olsa
Uğratılsan da belaya
Tut eğiriyi yan nic’olsa”

Bu şiir beş dörtlük ve sekizli hece ölçüsüyle kurulmuş. “Vuslat üşü, göversin mut, vuslat üşü” gibi ifadelerin yanı sıra “Tut eğiriyi yan nic’olsa/Tandır tandır don nic’olsa/ Hep serçe de kon nic’olsa” mısraları şiire sağlam bir temel oluşturmuştur. Yine şiirin temel taşını “…yan nic’olsa, don nic’olsa, an nic’olsa, kon nic’olsa” uyakları oluşturur.  Nazım biçimi olarak da halk edebiyatındaki semainin aynısıdır. Nazım birimi dörtlüktür. En sık tekrarlanan kelimeleri “nic’olsa” kelimesidir.

Alâaddin Soykan da âşık geleneğinin sembol ismi Veysel Şatıroğlu ve diğer ozanlar gibi şiirlerinde muamma çözmeye çalışmış ve kısmen de başarılı olmuştur. Saz şairleriyle aralarındaki tek fark onun eline sazı alıp söylememesiydi. Saz şairlerinde doğaçlama varken Alâaddin Soykan, divanları, cönkleri karıştırmış, oralardan okumalar yapmıştır. Hacı Bayram Veli ve Yunus Emre’nin divanları karıştırılmış, oradan bazı mefhumlar deyişler ve mazmunlar alınmıştır.

Âşık Veysel’in “Güzelliğin On Par’etmez” adlı şiiri vardır. Bu şiir de sekizli ölçüsü ile semai nazım biçimi ile yazılmıştır. Yine Karacaoğlan’ın meşhur şiiri “İncecikten bir kar yağar konar elif elif diye,” koşma nazım biçimi ile, yine ‘güzelleme’ tarzında söylenmiştir. Alâaddin Soykan, gelenekten beslenirken bize şunu söylemektedir. Edebiyatın halkı, sarayı yoktur. Zevk, duygu ve düşünce denkleminin oluştuğu her yerde edebiyat oluşabilir. 

Alâaddin Soykan’ın şiirlerinde ontolojik bir kaygı söz konusu, şiirindeki mazi, kuru bir mazi değil şimdiki zamana hatta geleceğe dair mesajlar taşır. Kısacası geçmiş, onun şiirinde geniş zamana tekabül eder. Çünkü ondaki ontolojik kaygı, umuda dönüşür.

“Sabır Atlar oldum dağ dağ
Enginlere meram taşıp”

Mısraları bu söylediklerimizin bir delili, ispatı olarak değerlendirilebilir.

Şair Alâaddin Soykan dünyanın kuytu bir yerinde, dünyaya bir muştu bırakarak bu dünya göçünü tamamladı. O aramızdan ayrıldı ama şiirleri kaldı; biz kaldık, çocukları kaldı. Şairler ölünce sadece çocukları değil şiirleri de öksüz kalıyor, okuyucuları da. 

Soykan, bir şair olmanın ötesinde Kur’an’ın kutsal sözlerini kalbinde bir mühür gibi taşımıştı. Çünkü o bir hafızdı. Belki hafız olması onun kalbinde bir çağlayanın taşmasına sebep oldu. Taşan sular, bir bengisu pınarına dönüşmüştü. A. Vahap Akbaş’ın deyişiyle imbikten geçirilmiş   arı-duru şiirleri, ölçülü bir coşkunlukla kıvamını bulmuş bir dile dönüşmüştü.

 Bize Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı yâd ettiren Alâaddin Soykan’a Allah’tan rahmet diliyorum.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Pınarhisar’dan Gelen Mektup / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar / 106 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
Şehir ve Modern veya Eski Şehirlerin Yeni İşleri... / Necmettin Evci
Derin Çizgiler / Seher Özden Bozkurt
Tümünü Göster