12.
neler göreceğin, neler gördüğüne bağlı değil oysa,
yaşadıkların da yaşayacaklarının bir işareti değil.
her an değişir hiç değişmez sandıkların,
her an altüst olabilir sâbit saydıkların.
her şey hareket hâlinde ve her şey gelişir günden güne,
anlayabilmen için hepsini bir araya getirip ölçebilmen gerekir.
“Neden adını El-Atîk koymuşlar?” diye sordu Ayşemin. “Her ismin bir öyküsü vardır; kimi bilinir bu öykülerin, kimi zaman içinde yiter gider. Bu yüzdendir isim taşıyıcıları nesilden nesile her ismin öyküsünü dilden verir.” diye fısıldadı ses. “Çok eski olduğundandır belki, belki de gizlediklerinin eski olmasındandır” dedi Sıray. “Hiç yeni olmadı mı, yapıldığı zaman meselâ, o zaman da adı El-Atîk miydi?” diye atıldı Ayşemin. “Ülkeler, şehirler, caddeler, sokaklar, evler ve bahçeler, binalar ve topraklar, nehirler ve dağlar… hep isim değiştire değiştire zaman içinde gezinir, el değiştirdikçe isim değiştirir. Hiçbiri de itiraz etmeden sessizce üzerine alır yeni ismi, çünkü isimlerle yaşar her şey” diye devam etti ses. “Üstelik her dilde başka anılanlar vardır, her dilin süslediği mekânlar vardır.” Ayşemin Sıray’a adını sorsa biliyordu cevap alamayacağını. Sormadı. Sormak istedi de soramadı. Farketmeden dudaklarını ısırıryor, eksik kalan her boşluğu doldurma telâşı yaşıyordu. “Ne zaman bitecek sorular? Ne zaman artık sormadan ya da eksik parçaları bulmak için çabalamadan yaşamaya başlayabileceğim?” diye düşündü. “Mümkün müdür acaba bu dediğin? Hiç sormadan yaşanabilir mi?” diye sordu ses onun sorularına karşılık. “Herkesin soruları hep vardır, insan hiçbir zaman bilginin tümüne birden vâkıf olamaz. Göremedikleri, duyamadıkları, bir de idrak edemedikleri önüne bir engel gibi çıkar da işte tam o noktada sorular doğar.”O sormadan Sıray başladı konuşmaya. “Benim adımı üç yaşında vermişler bana. Üç yaşına kadar adım olmuş mu bilmem. Bu dergâhın kapısından içeri girdiğimde üç yaşında imişim. Adımı sormuşlar, cevap vermemişim. Adımın sırlanışından bana bu ismi uygun görmüşler.” “Senin de mi annen yok, yani sen de mi hiç göremedin anneni?” diyerek atıldığında Ayşemin duruverdiler. Yolun sağında ve solunda uzanan meyve bahçeleri tüm güzelliğine rağmen, şu anda Ayşemin’in dikkatini çekecek kadar etkili değildi. “Burada kimse annesi nerededir bilmez” karşılığını öyle sakin verdi ki Sıray, Ayşemin hayretten ne diyeceğini bilemeyip bir süre sustu. “Aynı sebep sürükler insanları buraya, aynı yazgı ve hiçbiri de tesadüf değildir hiçbir şeyin olmadığı gibi. Hepsinin başladığı nokta farklı olsa da, farklı yollardan geçip gelseler de hep kendileri için önemli olan bir şeyi aramak için çıkmışlardır yola. Senin gibi, benim gibi, Daye gibi…” diye devam etti Sıray. Birkaç adım daha ilerlediler. Sessizlik girivermişti aralarına, birden. Ayşemin şaşkın, önce hangisini soracağını bilemeden sorular arasında gitti geldi. “Daye” diye mırıldandı. “Daye!”“Niye şaştın?” diye sordu ses. “O da insan değil mi? Sen ilgilenmemiş olsan da onun da yok mu kendi hayatı? İnişleri ve çıkışları, rüzgârları ve esintileri, derin ve sığ tarafları, bildikleriyle bilmedikleri, hisleri ve kaybolduğu karanlık kuyuları, ihtirasları ve arzuları, yok mudur acıyan tarafları, kırılgan yanları, hep çiçek açan bahçeleri, hiç susmayan şarkıları, hiç bitmeyen yanılgıları ve bekledikleri ve özledikleri ve korktukları ve hiç bilmediği kimseleri… her insan gibi o da insan değil mi?” Ayşemin utandığını hissetti. “Hiç sormak aklıma gelmedi” diye mırıldandı. “Doğduğundan beri hep seninle olan dadını hiç görmediğinden belki, onun da en az senin kadar yaşadığını anlayamadığından belki, insanların tümünün insan olduğunu hiç düşünmediğinden belki” dedi ses biraz dargın, biraz kırgın sanki. “Sen” dedi sonra, “hep kendini görmedin mi, hep kendini dinlemedin mi, hep kendini düşünmedin mi?” “Bencil miyim yani?” diye soruverdi. Sıray durup Ayşemin’e baktı. Ayşemin çok sesli sormuştu bu soruyu farkında olmadan. “Bencil misin?” diye tekrarladı Sıray onun gözlerine direk bakarak.İkisi de cevap vermedi. Yürümeye devam ettiler. “Bazı sorular vardır” dedi ses, “insan cevabını iyi bilir, ama sesli söylemeye cesaret edemez; söylese ne olur oysa? Azalır mı? Kırılır mı? Düşer mi? Yargılanır mı?” “Bilmem” diyecek oldu vazgeçti. “Hiç bu kadar az bildiğimi farketmemiştim” diye itiraf etti kendi kendine. “Bildiklerin az olsa da, eğer onlarla yaşayabiliyorsan bu senin kazancındır; çok bilip de hayatında o bildiklerinin yeri yoksa zaten onları da henüz öğrenmemişsin demektir.” dedi ses. “Bildiklerim” diye mırıldandı Ayşemin. “Bildiklerin” dedi Sıray. “Onlarla yürüyorsun, onlarla tartıyorsun, onlarla karar verip onlarla yapacaklarından vazgeçiyorsun.” diye devam etti ses ve sordu: “Bilinmek ister misin?” Bu soru çok ağır gelmişti. “Hiç bilenim yok mu benim?” diye düşündü. “Daye var” diye durdurdu düşüncelerini birden. “Daye var!” diye bağırdı. Sıray, “Var” dedi. Ayşemin gitgide garipleştiğini hissediyordu. Bu ses de nereden çıkmıştı böyle? Daha önce yoktu. Bu dergâh tuhaf bir yer, anlaşılmaz, karmaşık, belki tehlikeli ya da hayâl mi biraz? Dergâhtan çıksa ses de aklından çıkar gider mi diye merak etti. Ama alışmıştı sanki onun varlığına. Bu kadar çabuk mu? “İnsan alışmayı sever. Alışmayı, kabullenmeyi ve boyun eğmeyi” dedi ses. “Alışmak her şeyi kolaylaştırır çünkü” diye mırıldandı Ayşemin. aslında yoktur kolay, sadece kolay gelenler var en çok neyi yapmayı seviyorsan odur sana kolay en çok ne olmayı biliyorsan, nerede olmayı seçiyorsan odur sana kolay bu yüzdendir herkesin kolayının başka olması ve aynı cümleyi başka başka söylemesi nasıl anlıyorsa çünkü odur ona kolay“Gitsem” diye düşündü öylesine, bir anda. “Hep aklında gitmeler, çünkü gitmek sana kolay… nereye gidersen git hep gidilecek başka yerler olacak, bu dünyanın son durağı yok sen durmadığın sürece.” Böyle dalıp gitmişken Ayşemin, “geldik” dedi Sıray. Koyu yeşil kapının önünde durduklarını o an farketti tam da, ama görünürde İrfan Mektebi benzeri herhangi bir bina yoktu . Sadece ince uzun, kapalı bir kapı. Şaşkınlığını Sıray da farketti. “Bina nerede?” diye soracak oldu, Sıray “kapının ardında” diyiverdi. Kapının tokmağını çevirdiğinde aşağıya doğru uzanan karanlık dik bir merdivenle karşılaştılar. “Ürkütücü” dedi Ayşemin. İçeriden değişik, insanı hem rahatlatan hem boğan, rutubeti andıran bir koku onlara doğru esip geldi. “Toprak ve eski kitap kokusu” diye mırıldandı Sıray. “Asırların sayfaları…” “Neden yer altında?” diye sormadan edemedi Ayşemin. “Eserleri daha kolay koruyabilmek için” karşılığını verdi Sıray. İkisi ince uzun ve yeşil kapının önünde durmuş uzun uzun baktılar basamaklara. Bir esinti eteklerini havalandırdı. Her şeyin gizemli bir tarafı vardı. Biraz çekici, biraz etkileyici, biraz da tedirgin edici. İstemediği şeyleri yapmaktan hiç hoşlanmadığı hâlde buraya ayak bastığı zamandan beri hep istemediği şeyler yapmak zorunda kaldığı için bir tarafı hep kızgındı. “Dönsek” diyecek oldu Sıray elinden tutup onu basamaklardan hafifçe indirmeye başladı. Merdiven döne döne inerken her dönemeçte bir meşale kendiliğinden tutuşuveriyordu. Neden başka kimse olmadığını düşündüğü sırada ise ses “sen görmüyorsun” diye fısıldadı.yaşamak zorunda olduklarımız bir de yaşamayı tercih ettiklerimiztoplamı hayatın kendisi.