Kış Hâlleri

Kış Sepeti

Elifle Bedia’ya da bir şey diyemem
Mademki Tunkiler’e bensiz gitmişler..

Bugün:

Elifle Bedia dönmüşler. Ah, ne sevinç, ne mut­luluk hepimizde!

Otuz yıl önce, kollarında kış sepetleri (sepetler­de bez bebekleri ve annelerinin yaptığı çörekler vardı tabii ki de), el ele tutuşup (iki üç saatliği­ne güya), yüz metre ilerideki Tunkiler’e gitmiş­lerdi. Soğuk ve yer yer karlı bir gün olduğu için seke seke yürüyemeseler de, şarkı söylemeleri­ne engel değildi bu.

Gidiş o gidiş…

Elif dört, Bedia altısında filandı gittiklerinde.

Şimdi her ne kadar çocuk gibi davranmaya, giderken söyledikleri şarkıları yine el ele tutu­şup söylemeye çabalasalar da yetişkin birer kadınlar artık. Sepetleri hâlâ kollarında bez bebekleriyle birlikte. Çöreklerse yok; belli ki acıkınca yemişler.

Dün:

Ben, Dürrenmatt’ın “Yargıç ve Celladı”nı oku­yordum o günler; iki günlüğüne evci iznine gelmiştim. Sanırım bize de uğramışlardı gitme­den önce ama elimdeki kitaba fena halde dal­dığım için geldiklerinin farkında bile değildim. Sadece birkaç tıkırtı ve çocukça fısıltılar hatır­lıyorum kendimi zorladığımda; işte hepsi bu kadardı! Kapıyı ardına kadar açık bırakmışlardı giderlerken; yüzlerce kurbağa doluşmuştu içe­riye bu yüzden, yüzlerce korku ve telâş!

Ne diyebilirdim ki!

Tunkiler’e bensiz gitmeye karar verdiyseler, gerçekten de ne diyebilirdim!

Keşke sepetlerini ve bez bebeklerini bıraksaydı­lar dönerlerken, diyorum. Artık eskisi gibi kış kıyamet olmasa da hayâllerimiz yaşlanmazdı en azından, Tunkiler de hep çocuk kalırdı…

Kış Çantası

Ellerimiz öyle sıcak
Gözlerimizse yeni bir ülke çocuk
-Arif Ay

Çocuklar geçiyor penceremin altından; sırtla­rında çantaları, iki büklüm. Kimileri güçlükle yürümeğe çabalarken, kimilerinin de çantala­rını anneleri taşıyor; çantalar kurşun gibi ağır olmalı. Bu, çocukların çok fazla zorlanmasın­dan belli! Yazık diyorum, yazık bu çocuklara! Bu yaşta bu ağırlığı onlara taşıtanlara içerliyo­rum bir müddet. Hava puslu ve soğuk; sımsıkı giyinmiş hemen hepsi. Biraz sonra yağmur bindirecek gibi. O yüzden sanırım, bazı çocuk­ların ellerinde küçük ve rengârenk şemsiyeler var; hazırlıklılar yani. Caddede yoğun bir tra­fik; korna sesleri, bağırış çığırışlar. Yan tarafta, yolun biraz daha aşağısında, otuzlu yaşlarda bir simitçi, bu soğukta ve kargaşanın içinde simitlerini satmaya çalışıyor.

Ta eskiden, çok eskiden, hiç böyle görüntüler yoktu. Bizim çantalarımız analarımızın çeşitli kumaş artıklarından diktiği torbalar şeklindey­di; omuzlarımıza asar okula öyle giderdik mutlu mesut. Bizden öncekiler de öyleydi hiç şüphe­siz, onlardan öncekiler de! Bugün, yaşları elli ya da altmışa ulaşmış kime sorsanız, üç aşağı beş yukarı, benim burada söylediklerimden fark­lı şeyler söylemeyeceklerdir kuşkusuz: “Hey gidi hey! Ne günlerdi yahu! Omuzlarımızda bez çantalarımız, kar kış kıyamette, soğuktan mosmor olmuş bir hâlde, çamurlara bata çıka, okullarımıza giderdik sabahın köründe…”

(Tahta çantalar çok sonraları çıkmıştı piyasaya.) Çantaların içinde bir iki defter, birkaç kitap, kalem ve silgilerimiz olurdu. Ellerimizden tutup hiç kimse de okula kadar gelmezdi bizim­le. Ne trafik diye bir derdimiz ne de bugünkü gibi böylesi bağırış çığırışlar olurdu caddelerde sabah sabah. Hava yağmurluysa şayet, ıslanıve­rirdik biraz, olur biterdi…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Günlükler / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar / 105 / Şirâze
Aforizmalar / Naz
Afrika’nın Yapayalnız Lalesi / Muhammed Emin Kaplan
Uçurumda Bir Gömü / Ezgi Elçin OYNAK
Tümünü Göster