Onu en son Kızılırmak’ın sularına bakarken gördüler.
Uzun, kirli saçları omuzlarını yalıyordu.
Geriye köpükten çiçekler kaldı ellerimde.
Tutulmayan, koklanmayan.
Cılız bir nefesle dağılan…
“Hiçbir hikâye yoktur ki, kıyısından köşesinden başka bir hikâyenin ucuna tutunmasın. Hayatın gözelerinden sarkıttığın dallar, başka bir dalın ucundan filiz vermesin, yeşermesin. Çünkü sen, bu hikâyenin bir parçasısın. Dal gibi, yol gibi, ırmak gibi, yağmur gibi kıvrılır gider yaşam. Seninle beraber açar gökyüzü, güneş seninle doğar.
Bir yanımız ölüm, bir yanımız hüzün; bir yanımız gurbet, bir yanımız aşk… İnsan olmanın bedeli bu, insan kalmanın… Ölüme inanıyoruz, yaşama inanıyoruz, aşka inandığımız gibi. Böyle böyle tutuyoruz ellerimizi, kayıplarımızın ardından üşüyen yüreklerimizi böyle böyle ısıtıyoruz.
Gelin beraber düşelim yollara. Üşüyen ellerimizi birlikte ısıtalım. Yorgan olup saralım ruhumuzu. Böyle böyle yeniden çocuk olup koşabiliriz kırlarda. Böyle böyle yıldızlar uçuşur gözlerimizde, içimizde kelebekler… Mevsimler oluşur yeniden. Kıştan sonra bahar gelir, tomurcuklar açar. Ellerimizde köpükten çiçekler yapıp uçururuz gökyüzünde. Değil mi ki ‘Bir’ olan ‘Oku’yla başladı ‘Kitap’a; öyleyse hayat okumaktır. Omuzlarından sarsılmış bir hayatı okuyarak anlamak… Okuyarak aşka vasıl olmak… Aşkla, şevkle yoğurmak yüreğimizde biriktirdiklerimizi.”
Köpükten Çiçekler, herkesin kendi hayatından izler bulabileceği bir yaşam melodisi. Bu kitapta, ölüm karşısında insanın çaresizliğini, gelip geçen yılların bir türlü eskitemediği çocukluğumuzun arka bahçesini, savaşın vurduğu minik yürekleri, bazen de hiç kavuşulmamış aşklarla tutuşan insanları göreceksiniz.
Nurşah Karaca, öyküleriyle nakış nakış dokuyor hayatı. Şiirsel bir üslup ile hayat bulan öyküleri, aslında bizi birbirimize anlatıyor.