Bekledim.
Düşen bir yaprağa tutunmuş füsunkar damlalar gibi, gecikmiş umutları, düş sağanaklarına sinen sokakların ruhuna ekler gibi; yeniden çoğalan ateş bahçelerinde yalınkat İbrahim gibi, bekledim. Zamanı değildi belki, belki aşkın binbir renkli tebessümlerini unutmuştum kalbinde, ölümün en güzel tedirginliğini giyinmişken gözlerinde, tüketmişken düş ertesi şiirlerin imgelerini; bekledim. Gündönümü mahvlarını örüyor zaman… Nasibini güvercinlerin kanatlarına takıp gelen mevsimler gibi duruyor romanların gizli kahramanları karşımda. Ben, ulaşılmaz olan yalanların bitirim sevgilisi; kimi zaman Waterloo’nun sıkılgan kürek mahkumu, kimi zaman da seyyar destanların yalvacını arayan ecnebi bir saka! Ne kaldı geriye unutulmuş mektuplardan başka ve ne kaldı sararan yoksulluğun ardına düşen çocuklardan bu çağa?
Bekledim.
Rüyaların sevgili keder tutan şarkılarını bir daha söylemek adına. Ey yüreklerin kızgın damarlarında gezinen aslan şehla bakışlısı! Şimdi kalp kalesinin bana akan yollarını gösterme bozgunların boynundan akan sözlerle, şiirlerin bozgununu, romanların isimsiz dekorlarını ve içime akan söz sürgünlerini senin, ya Rabbelâlemin! Bak yeniden kırılmakta, parmaklarının boğumlarını tekrarlayan bir aşkın sünepe sevgilisi; bütün özlemlerini senin, bütün hayra tutan iç kırılmalarını, yani sığınaklarını sınayan derin ve hep çekimsiz kılan şey…
Üstün ve dokunaklı gelen baharların nerede senin? Sevgi seyyahlarının saptıran sapışını bekleme benden. Bildiğim bütün isimlerin, bütün resimlerin, aşk adına kıyıcığını tutan trahomlu tayfaların üstesinden gelebilir miyim artık? Yeniden çalınan rüyaların bir sırrı vardı oysa. Dudaklarının değdiği kelimelerin kızgın vartası nerede? Döndüğüm zaman beni saklı, beni bağlı, beni vurgun ve elim yağmurların bereketiyle öp, ki aşk her daim sefil tutsun kalbimin naçar gülüşünü senden ayrı…
Bekledim.
Bana açılan kitapların yığınlarını bir küflenen iman ile… Ve gözlerinden çalınan izbe çocuk seslerini senin. Yeni baştan tutuşturulan şiirlerden bana miras; acı, ılımlı bir gül ve keder ötesi renklerle iç içe. Senin baktığın zaman güzelleşen güzlerin telaşı kayboldu, ne hazin, ne hazan! Dökülen fotoğraflarının uzamsız ve titrek hastalığını yaşamak; kekre, nefti, acınası ve kan tüküren… Bir düştü gördüğüm, bir düştü ve düşen bir şehir dikildi ruhuna eklenen zamanın düğümünde, neden? Yararan, evet ‘yararan’, yani kıstırılmış silme sözcüklerin mühürlü kitabelerinden arta kalan sarılık; geçmedi, kasem olsun!
Vaktinde söndü sönmesi gereken fer ve vaktinde sustu susması gereken nefer. Şiirler ekledim yeni baştan ve şarkılar söyledim beklemekliğimin yankılarına ardın sıra. Güneşin çekildiği, yıldızların döküldüğü, dağların yürütüldüğü, suların kaynadığı bir zamandan geldim işte, hadisene! Sevmelerimin hicrini tut, saklı tut, hep sitemkar tut gün gün… Aşk, şen olası suskunun devinimi; tadında bulduğum yetim başlı sözcük! Bana günlerin ıslak gecelerini yitirmek düşsün artık, gelmelerin kadar kolay olmasın unutmaların tarihsiz günlüğü.
Ve sana sırlı nagehanların gedikli serserisi; beklenen bir aşkın unuttuğum mısralarından, içime aka aka:
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.