The Irishman: Bir Martin Scorsese Klasiği

Onun sineması güç ve adalet arasında sosyal hayatın nasıl şekillendiğine odaklanır. Çoğu filminde sahte ile gerçeğin yer değiştirdiğini açıklamaya çalışır.

Adalet ve suç merkezli olarak zıt saydığımız algılar, olgu düzeyinde hiç de sanıldığı gibi olmayabilir. En azından Scorsese’ın sineması böyle düşündürür. Sosyal hayatın denge kuramadığı yer de tam olarak burasıdır.

Taxi Driver/Taksi Şoförü (1976), Goodfellas/Sıkı Dostlar (1990) ve The Departed/Köstebek (2006) gibi önemli yapıtlarından sonra 2019’un sonunda The Irishman/İrlandalı ile karşımıza çıktı.

Bu kez Netflix desteği ile.

Sinema salonlarından evlerin salonlarına geçişin baş aktörü olacak olan bu platformların hem sinema hem de TV (dizi) alışkanlıklarını baştan sona değiştirmesi muhtemel. Peki iyi mi olacak? Bu soru ayrıca tartışılmaya değer.

Biz filme bakalım.

The Irishman, Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci gibi Scorsese’ın vazgeçemediği güçlü oyuncu kadrosuna sahip. Bütçesi yüksek (150 milyon dolar), süresi uzun (3 saat 29 dakika) film, alışageldiğimiz Scorsese usulleri ile ilerliyor. Gerçek bir hikaye olan The Irishman, II. Dünya Savaşı sonrası yurda dönen Frank’ın suç adamı Russel Bufalino ve sendikası yöneticiliği üzerinden düzen kuran Jimmy Hoffa ile tanışmasından başlayarak mafyalaşma sürecine odakla­nıyor. Devlet için savaşan Frank’ın savaştan sonra yine aynı eylemi (öldürme) sürdürmesi travmatik bir gerilim olarak gün yüzüne çıkıyor. Suçu belirleyen otorite, eylemden ziyade kendi kontrolünde olmamasına mı bakıyor dersiniz? Film bu soruyu sormak istiyor.

Öte yandan hukuk savunusu yapması gereken sendika lideri ile mafyanın kurduğu iletişim ve kara para aklama işleri.

Jimmy Hoffa’ın ortadan kaldırılmasına kadar süren bu iş birliği aslında sistemin ne kadar pespaye olduğunu vurgulu­yor. Güç ve adalet arasındaki ilişkinin haklılık veya haksızlık üzerinden yürümediğinin bir göstergesi olarak.

Meşru ya da yasal sayılanın her koşulda doğru olamayacağı gibi. Aynı şekilde dünya üzerinde kurulu sistemin sah­tekarlık üzerinden işlemesi gibi.

Amerika’da yaşanmış bu hikaye gibi nice kötü tecrübeler mevcut. Dünyanın her yerinde.

Filmin odağında yer alan Jimmy Hoffa’ın gerçekte olduğu gibi kaybolması, aradan geçen 44 yıla rağmen cesedinin bulunamaması ne kadar tesadüf olabilir? Kennedy suikastında olduğu üzere failleri koruyan güç kimdir? Bütün bunların film boyunca zamansal bir ilerlemeyle işleniyor olması çok başarılı bir üslup. Bu durum zaman değişse de değişmeyen gerçekliklerin olduğunu açıkça gösteriyor. Öyle ya tarih, çizgisel değil döngüsel bir tekrar değil midir? Haksız kazancın, ölümün, sahtekarlığın bir mafya meselesi üzerinden anlatıldığı The Irishman filmi, kurulu düzenin ve sistemin çarpıklığını bir kere daha gözler önüne seriyor.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Kar Kârdır” / Ay Vakti
Ağaç Baskı / Hatice Bengisu
Özülke’yi Savunanlarla Örülü Bir Halka / Ömer Eski
Yansımalar / Şeref Akbaba
Ev / Zeynep Karaca
Tümünü Göster