Nazif Öztürk İle Söyleşi

Yürüttüğünüz Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanlığı’ndan önce Araştırmacı-Yazar N. Oztürk’ün vakıflarla ilgili mastır ve doktora tezinden bahsedelim. Vakıf müesseselerinin insan ve toplum hayatındaki yeri nedir?

Taşra teşkilatı dahil bürokrasinin hiçbir kademesini atlamadan Vakıflar İdaresinde yirmi beş yıl görev yaptım. İnişli-çıkışlı memuriyet hayatımda vakıflarla ilgili Cumhuriyet dönemi uygulamalarını şahsen yaşadım. Belirli bir noktadan sonra anladım ki vakıf müessesesinin toplum ve devlet hayatında oynadığı nazım rolünü kavrayabilmek için derinliklere dalmak, icebergin su altında kalan bölümünü tanımak gerekiyor. Diğer taraftan Batılılaşma döneminden beri ülkemizde yaşanan yenileşme hareketlerinin, Türk insanının sosyal bünyesi ve kültürel hayatı üzerindeki tesirlerini kavrayabilmek, geçmiş ile içinde bulunulan zamanın mukayesesini yapabilmek ve gelecek hakkında doğru projeksiyonlar tutabilmek için görev yaptığımız kurumların eleştirel bir yaklaşımla sorgulanması gerekiyor. Sağduyu sahibi herkes için geçerli olan bu iki sebepten dolayı, fiili uygulamanın yanında bilimsel çalışmalara başladım. Yüksek lisansımı Gazi Üniversitesi’nde, doktoramı Hacettepe Üniversitesi’nde yaptım. Yüksek Lisans(Mastır) tezimde; vakfın ne olup ne olmadığını kültür ve müesseseler tarihi konusunda yaptığım 1800-1950 tarihleri arasını kapsayan doktora tezimde Tanzimat, Islahat Fermanı, I.,II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi uygulamalarının vakıf müessesesi üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalıştım. Vakıf, üst tabakanın servetini onların mülkiyetinden çıkartarak toplumsallaştırılmasına ve elden ele nemalarının alt tabakalara gelir ve hizmet olarak yayılmasına imkan veren bir sistemdir. Vakıfları, kurucuları ve gerçekleştirdiği hizmetler dikkate alınarak, bir yönüyle servet, diğer yönüyle gelir transferini gerçekleştiren bir müessese olarak değerlendirmek gerekir. İnsanlar tarihin ilk dönemlerinden itibaren sahip oldukları zenginlikleri çeşitli yollarla teşhir etmeye çalışmışlardır. İlkel toplumlarda görülen potlaç, eski Türklerdeki toy ve şölen törenleri, iftar ziyafetleri, diş kirası bir yönüyle servetin teşhirinden başka bir şey değildir. Servetin teşhiri ve transferine imkan sağlayan vakıf müessesesi, kişisel tatmin duygusu ile toplumsal faydayı en uygun bir şekilde bağdaştırmıştır. Osmanlı ülkesinde, kendinden önceki hiçbir İslam devletinde görülmeyecek tarzda vakıflar yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Gerçekten vakıflar, sosyal siyaset, kamu yönetimi ve iktisat sosyolojisi açısından enteresan öğeler taşımaktadır. Bunlardan her biri, sosyologlar, sosyal tarihçiler ve psikologlar tarafından incelenmeyi beklemektedir. Bugüne kadar ülkemizde vakıflar bu açılardan tetkik ve tahlile tabi tutulmuş değildir.

Tarihte vakıfların fonksiyonları ile bugünkü işlevi arasında ne gibi örtüşen ve ayrılan taraflar var? Peygamberimizin bıraktığı vakıf emanetine bakış, bugün ne durumda, uygulamada ne kadar paralellik sağlanabiliyor?

İstisnalar bir tarafa, iki dönem vakıfları arasında isim benzerliğinden başka örtüşen bir yön kalmadı desem acaba çok fazla mı haksızlık etmiş olurum? Eski vakıfları gerçek ve tek kişiler kurardı. Günümüzde birden fazla insan bir araya gelerek vakıf kuruyor. Eski vakıflar kurbet kastı (Allah’a yakınlığı ve rızasını kazanmak)ile kurulurdu, şimdilerde sosyal ekonomi veya hoşgörü şirketi amacıyla kuruluyor. Eskiden vakıflar, alınmamak, satılmamak, miras olunmamak üzere, menafii ibadullaha ait olmak (toplum ve insanlık yararına) kaydıyla Allah’ın mülkü hükmünde bir malın belli bir amaca tahsisi ile kurulurdu. İslam hukukunda mevcut olan bu manevi derinliği, yeni hukuk sistemine taşımak mümkün olmadığı için günümüzde vakıfların kuruluşu şekil şartına bağlanmıştır. Bu şekil şartını yerine getiren ve Türk Medeni Kanunu hükümlerine uyan herkes vakıf kurabilmektedir. Eski vakıflar veren kuruluşlardı, şimdikiler alan, para toplayan vakıflar. Bu bozulmaya son dönemlerde bir de kamu bünyelerinde kendi üyelerine menfaat sağlamak üzere kurulan vakıflar eklendi. Temelde vakıflar, kamunun yetersiz kaldığı noktalarda, imkanı olan kimselerin devreye girerek, kamuyu desteklemek ve hiç bir ayırım yapmadan toplumun bütün kesimlerine hizmet götürmek üzere kurulması gereken, rızaya dayalı sosyal ve kültürel kuruluşlardır. Şimdilerde bu vakıflar kamuya destek vermek şöyle dursun, kamu mallarını çeşitli yönlerden kendilerine kanalize eden ve insanlara yardım yapma yerine, o kurumda işi olan vatandaşlardan zoraki tahsilat yapan bir görünüm sergilemektedir. Batılılaşma ve yenileşme dönemlerine kadar şart-ı vâkıf ke nassış-şârî (vakıf kuran kimsenin vakfiyede öngördüğü kurallar, Allah’ın koyduğu kurallar gibidir) hükmü uyarınca vakfa Allah’ın mülkü hükmünde bir emanet olarak bakılırdı. Bu dönemlerde yaşanan gelişmeler üzerine, artan bir tempo ile vakıflara gösterilen saygı azalmıştır. Hatta Cumhuriyet döneminde tasfiye projeleri uygulanmıştır.

Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi adlı kitabınız, 1995 yılında Araştırma dalında Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü aldı. Devletin vakıflarla olan ilgi ve temasında emanet olarak bırakılan vakfiyelerin genel durumunu değerlendirebilir misiniz?

Vakıf, taşınır veya taşınmaz bir değerin belirli gayelerle bir amaca tahsisinden doğan, hukuki statüye ve süreklilik kavramına sahip, malın doğrudan kendi kendini temsil ettiği, tescilinden sonra kurucusu dahil herkesi bağlayan hukuki bir akittir. Vakfiye ise, bu akitte bulunması gereken temel kuralların yer aldığı ve hakimin kararı ile hüküm ifade eden yazılı bir belgedir. Tabiri caizse vakfiyeler, vakıfların anayasasıdır. Kayda değer olmayan bir iki hususun haricinde günümüzde vakfiyeler, uygulanabilir hukuki metinler olma özelliğini tamamen kaybetmiştir.Vakfiyeler hukuki bir belge olmalarının yanında, ait oldukları cemiyetlerin içtimai bünyesini, kültür yapısını ve kıymet hükümlerini ifade eden çok önemli tarihi vesikalardır. Bu bakımdan vakfiyelerin tahlili, vakıf hukuku açısından olduğu kadar; sosyal, kültürel ve iktisadi konularda araştırma yapacak sosyal bilimciler için de ayrı bir değer taşımaktadır. Osmanlı vakıfları; Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde kurulan vakıfların toplamından meydana gelmektedir. Bu vakıfların tescil edilmiş vakfiyeleri, Vakıflar Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun kabul tarihi olan 1926 dan önce, eski hukukumuza göre kurulmuş bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait bu arşivdeki vakfiyelerin toplam sayısı 29.000 civarındadır. Ancak bu sayı, o dönemde kurulmuş olan vakıfların tamamını göstermekten uzaktır. Çünkü Osmanlı döneminde mahkemelerce kurulması uygun bulunan vakıfların vakfiyeleri, mahkemelerde tutulan şer’iye kütük defterlerine istinsah ettiriliyor ve orijinal nüsha, vakfı kuran kişiye iade ediliyordu. Haremeyn(995/1586) ve Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti( 1242/1826) kuruluncaya kadar, bugünkü anlamda bir merkezi tescil sistemi yoktu. Bizim tahminlerimize göre, Osmanlı döneminde kurulan vakıfların sayısı 35.000 in üzerindedir. Bu bakımdan o döneme ait bütün şer’iye sicilleri, tahrir defterleri ve maliyeden müdevver hazine evrakı eksiksiz olarak tetkik edilmeden Osmanlı dönemi vakıflarının gerçek sayısını vermek mümkün değildir. Ülkemizde bu şekilde bir tespit çalışması henüz yapılmış değildir. Osmanlı Devleti’nde hayata geçirilen vakıf sistemi sayesinde milli gelir tabana yayılmış, toplumsal huzur sağlanmış ve gönüllülük esasına dayanan bir sosyal güvenlik sistemi kurulmuştur. Bir sivil inisiyatif olan vakıflar sayesinde, ülkenin istikrar ve huzuru sağlanmış, temel meselelerde büyük bir dayanışma ve işbirliği sergilenmiştir. Sanırım, farklı dillere, dinlere ve ırklara mensup kesimleri, huzur ve güven içerisinde bir arada tutarak, üç kıtada, altı asır yaşayan bir cihan devleti kurulmasının sırrı burada yatmaktadır.

Verilen bilgilerden bu sorunun, vakfiyeler değil de emanet bırakılan vakıfların genel durumunu değerlendirebilir misiniz, şeklinde sorulmasının gerektiği anlaşılmaktadır. Vakfiyeler, vakıfların nasıl idare edileceğini ve yöneticilerin uyması gereken kuralları göstermektedir. Vakıflar ise, bir bütün halinde, mal ve hizmeti, bu mal ve hizmetin fiili durumunu ifade etmektedir. Dönemler itibariyle sistemde yaşanan bozulma ve yozlaşma bu alanda yaşanmıştır.  Yaşanan bu yozlaşma ve bozulmanın iç ve dış etkilere bağlı çok çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bu sebeplere bağlı olarak emanet kavramı unutulmuş, her geçen gün artan bir tempo ile vakfiye hükümleri terk edilmiştir.Vakfiye hükümlerine göre vakıf hayır şartlarının gerçekleştirildiği, vakıf öğrenci yurtlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na, Bezm-i Âlem Vakıf Gureba Hastanesi’nin SSK ‘ya devredilmesiyle uygulamanın son örnekleri de ortadan kaldırılmıştır.

Türkiye Yazarlar Birliği ulusal önem taşıyor. Ulusal ve uluslararası bir görev ve misyon üstlendiğini ve devletten yeterince destek aldığını söyleyebilir misiniz?

Türkiye Yazarlar Birliği, kuruluşunun üzerinden yirmi üç yıl geçmiş, bu arada hakkında yürürlüğe konulan iki ayrı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye ismini kullanma ve Türkiye’yi temsil etme hakkını  ve kamu yararına çalışan kuruluş olma yetkisini elde etmiştir. Şimdiye kadar, Türkçe’nin uluslararası dört şiir şölenini gerçekleştirmiştir. Bunlardan birincisi Türkiye’de, ikincisi Türkmenistan’da, üçüncüsü Kazakistan’da, dördüncüsü de Kuzey Kıbrıs’ta yapılmıştır. Beşincisinin 2002 yılı içinde gerçekleştirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Son iki yıl içinde yakın çevreyi tanımak amacıyla 500 Yıllık Şarkı: Osmanlı Konferansı çerçevesinde 2000 yılının ilkbaharında Bosna-Hersek ve Balkanlar ziyaret edilmiş; aynı yılın sonbaharında Bağdat’ta yapılan Uluslararası 16. Merbid Şiir Şöleni etkinliklerine iştirak edilmiştir. Yazar, politikacı, bilim adamı, gazeteci ve yayımcılardan meydana gelen bir aydınlar grubu ile birlikte 2001 yılında gerçekleştirilen Halep, Şam, Hama, Humus şehirlerini kapsayan Suriye gezisi, bu program doğrultusunda gerçekleştirilen üçüncü yakın kara havzası gezisi olmuştur. Türk Cumhuriyetleri yazar, şair ve düşünürleriyle kültürel alanlarda daha yakın işbirliği sağlamak üzere 18-21 Eylül 2001 tarihleri arasında ülkemizde yapılan III.Diyalog Avrasya Platformu toplantısına Türkiye Yazarlar Birliği, Uluslararası Aytmatov Vakfı ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile birlikte ev sahipliği yapmıştır.Yapılan bu gezilerde ve gerçekleştirilen toplantılarda, o ülkelerin yazar ve aydınlarıyla görüşülmüş, yeni işbirliği konularında ilke kararlarına varılmıştır. Ancak gösterilen bu çabalar kesinlikle yeterli değildir. Özellikle eksikliğini hissettiğimiz, kültürel çabaların Avrupa ayağını mutlaka kurmalıyız. Türkçe’nin Uluslararası Beşinci Şiir Şöleni’nin Brüksel’de yapılması için çabalarımız sürmektedir. Devletten yeterince yardım aldığımızı söylemek mümkün değildir. Esasen demokratik sivil toplum kuruluşlarının, mevcut yönetim üzerinde gerçek manada bir baskı unsuru olarak faaliyet gösterebilmesi için, devletten yardım alınmasına pek de sıcak bakmaması gerektiğine inanıyorum. Bana göre kültür, siyaset üstü bir kavramdır. Kültürel faaliyetler sivil toplum kuruluşlarına bırakılmalıdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de devletten ziyade özel sektörün kültürel etkinliklere ilgi duyması ve destek sağlaması daha gerçekçi bir yaklaşım olur diye düşünüyorum.

TYB Genel Merkezi’nin ve şubelerinin üyeleriyle bütünleştiğini söyleyebilir misiniz? Sizce sürdürülmesi gereken hizmetleri-etkinlikleri yapabiliyorlar mı? Şubeleri daha etkin kılmayı düşünüyor musunuz?

Birbirini tamamlayan bu sorulara müspet cevap vermeyi çok isterdim. Benzer birçok sivil toplum kuruluşunda olduğu gibi Türkiye Yazarlar Birliği’nde de ülkemizde yaşanan ant-i demokratik uygulamalar ve yaşanan ekonomik kriz sebebiyle üyeler ile merkez ve şubeler arasında yeterli düzeyde etkin iletişim sağlanamamaktadır. Bunları mazeret üretmek için söylemiyorum. Çünkü ben biliyorum ki hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz.Diğer taraftan ilgiyi ihtiyaçlar belirlemekte ve imkanlar o ilginin devamını sağlamaktadır. Ülkemizde kültürün ve kültürel faaliyetin toplum hayatındaki önemini kavrayan insan sayısının çok fazla olduğunu söylemek mümkün değildir. Meselenin ikinci ayağının ne durumda olduğunu, sanırım, ülkemizde basılan ve satılan kitap sayısı ile yazdıklarıyla geçinen yazarlarımızın iki elin on parmağını geçmemesi anlatmaktadır.Şubelerin daha etkin hale getirilmesi ve hatta üniversite bulunan şehirlerden başlamak üzere şube sayısının makul sayıda artırılması önem taşımaktadır. Son senelerde kültürü taşraya yaymak ve Anadolu’dan irfan alma projesi çerçevesinde, her şubenin bulunduğu şehirlerde genel merkezle müştereken etkinlik düzenleme uygulaması başlatılmıştır. Bu doğrultuda başlatılan kültürel etkinlikler, önümüzdeki yıllarda da artarak sürdürülecektir.

Türkiye Yazarlar Birliği her yıl ödüller veriyor. Bütün dünyada ödüllerin genel anlamda yanlı, kimi ilişkiler doğrultusunda, hak edilmiş ödüller olmadığı konusunda genel bir kanaat var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Daha adil ödüllendirme nasıl yapılabilir? Bunu Yazarlar Birliği yapabiliyor mu?

Sosyal ve kültürel değerlendirmeler kişiden kişiye ve kuruluştan kuruluşa değişmektedir. Bu bakımdan ödüller konusunda genel mutabakatlar sağlamak çoğu zaman mümkün olmaz. Bence buna gerek de yok. Sorunuzun birinci şıkkı Yazarlar Birliği hariç doğru olabilir. 21 yıldan bu yana fasılasız olarak sürdürülen Türkiye Yazarlar Birliği ödülleri, edebiyat ve sanat uzmanları arasında gerçekleştirilen anket çalışmalarının sonunda ve alanının tanınmış isimlerinden oluşturulan özel komisyonların görüşleri alınarak belirlenmektedir. Ödülleri tespit amacıyla ülkemizin belli başlı basın ve yayın kuruluşlarına, birliğimize üye olup olmadığına bakılmaksızın 1000 in üzerinde yazar, fikir adamı ve sanatçıya anket formları gönderilmektedir. Değişik kesimlere mensup kişi ve kuruluşlardan alınan bu bilgiler ışığında; yıl içerisinde ortaya konulan fikir ve sanat ürünleri, eser sahiplerinden habersiz, başvuru esasına dayanmayan ve objektif kriterlerle değerlendirilmektedir. Bir sanat ürününün değerlendirme kapsamına alınabilmesi için, o yıl içerisinde birinci baskı olarak kamuoyuna sunulması, orijinal bir çalışma olması, müellifinin TYB yönetim kurulu üyeleri arasında bulunmaması ve yazarının daha önce aynı dalda TYB tarafından ödüllendirilmemiş olması gerekmektedir. Söylediğim bu hususların kamuoyuna açık hale getirilmesi, verilen ödüller ve ödül sahiplerinin kalıcı kılınması amacıyla geçen sene bir kitapçık hazırlanmıştır. Bu kitapçıkta, son yılda ödül alanların fotoğrafları, öz geçmişleri ve ödüle layık görülen eserin kapağı yer almaktadır. Başlangıcından bu yana diğer yıllarda verilen ödüllerin listesi de kitabın sonuna eklenmektedir. İlki 2000 yılı ödülleri için bastırılan bu kitapçığın ikincisi, daha da geliştirilmiş olarak 2001 yılı ödülleri için de hazırlanmaktır.Ödül sahiplerinin tek kare fotoğrafta yer alan resimlerine bakmak, sanırım söylediğimiz bu hususları doğrulayacaktır. Kültür yelpazesinin bütün kesimlerine mensup yazar ve fikir adamlarımızı kapsayan bu fotoğrafa tarafsız bir gözle bakmak, bence Türkiye’nin özlediği tablo budur dememizi gerektirecektir.

Kuşkusuz kültür adına ortaya konulan her ürün ve gösterilen her çaba takdire değerdir. Önemli olan türler ve eşitler arasında en iyisini yakalayıp ortaya çıkarabilmektir. Ortaya koyduğumuz çabalar ve her yıl biraz daha artan titizliğimiz bunun içindir. Bu çabaların daha da artırılması, anket formlarının daha çok kesimlere ulaştırılması, ilave yeni yöntemler geliştirilmesi, tasavvur halinde bulunan, yıl içerisinde ayın kültür ürünlerinin belirlenmesi projesinin hayata geçirilmesi ve kitap tanıtımı yapan basın ve yayın kuruluşları ile daha sıkı işbirliği yapılması, hiç şüphesiz verilen kararların daha isabetli olmasını sağlayacaktır. TYB bu çabanın içindedir. Bence TYB yapabileceğinin en iyisini yapmaktadır.

Türkiye Yazarlar Birliği’nin önümüzdeki yıllara yönelik projeleri var mı? Entellektüel kaynaşmayı hızlandırıcı programlar düşünüyor musunuz? Ulusal ve uluslararası yarışmalar hedefte görünüyor mu? Bu konuda Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı ile temaslarınızdan bahseder misiniz?

Sorulan soruların her biri diğerinden önemli. Konuşmamız uzadıkça, bir taraftan keşke vakıflar ile TYB sorularını ayrı söyleşi konusu mu yapsaydık demekten kendimi alamıyorum. Diğer taraftan da soruları karşılıksız bırakmak istemiyorum. Mütemadiyen soru soruyu açıyor ve söz uzuyor vesselam.Yönelttiğiniz bütün soruların müspet cevaplandırılması için hep çabamız, hem de projelerimiz var. Belki de bu dönemde en iyi yaptığımız çalışma, yeni arayışlar içinde olmak ve bu doğrultuda projeler hazırlamaktır. Türkiye Tanıtma Fonu ve Kültür Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlara sunulmuş beş ayrı projemiz değerlendirmeye alınmıştır. TYB, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başlattığı Divan Edebiyatı tartışmasına aktif olarak katılmış, bu konuda basın toplantıları yapmıştır. Karşılıklı etkileşim sonunda, MEB. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın Türk Dili ve Edebiyatı ile Dil ve Anlatım derslerine ait taslak ders programı hakkında, üç üniversite ile birlikte sadece birliğimize görüş sorması üzerine, konunun uzmanlarıyla yapılan tartışmalar sonunda ortaya çıkan beş sayfalık görüş, süresi içerisinde Bakanlığa bildirilmiştir. Alternatif üniversite olarak nitelediğimiz ve bir entelektüel nasıl yetişir veya bu ülkenin meselelerine kafa yoran ve kalem oynatmak isteyen bir kimsenin hangi donanımlara sahip olması gerekir, sorularına cevap aradığımız Yazar Okulumuz, sanırım hem bir ihtiyacı karşılayacak hem de sizin ifadenizle entellektüel kaynaşmayı sağlayacaktır.

Kopenhag kriterlerine uyum yasası çerçevesinde Dernekler Kanunu’nda yapılacak düzenlemelere paralel olarak daha çok dışa açılmak,  ulusal ve uluslararası yarışmalar tertip etmek ve müşterek etkinlikler yapmak konusundaki hazırlıklarımız devam etmektedir. Umuyorum önümüzdeki dönem bu  ve  benzeri  konularda Türkiye Yazarlar Birliği’nin  atılım  yılları  olacaktır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Emek / Ay Vakti
Kızgın Günler Tutanağı / Recep Garip
Nazif Öztürk İle Söyleşi / Recep Garip
Dudaklarım Üşüyor / Mustafa Küçüktepe
Feryat / Hicran Bozkurt
Tümünü Göster