Şiirin Resmi Yahut Bir Leyla Düşü II

Şairimiz yoluna devam ediyor: Irmak çıkıyor karşısına. Irmağın karşısına geçiyor. Eski bir yol izine rastlıyor. Bu herhalde bir kuşak önce, çayırın yerinde orman bulunduğu zamanlarda, kesilen ağaçları taşımakta kullanılan bir yol olmalıydı. Tepesi yıldırımlardan parçalanmış uzadıkça uzamış kızılağacın en üst kısmında bir atmaca yuvası gördü. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi. sürü sürü güvercinlerin kanat şakırtısı dolduruyordu havayı. Değişildik olsun diye yeni bir yola girdi; tepenin eteğindeki ağaç kümelerine vardığında hava kararmak üzereydi. Minik tepeciklerin birinin üstünde, bütün yeşilliklerden apayrı bir yeşil renk tonu gözüne çarptı. Uzun uzun baktıktan sonra, bunun üç servi ağacı olduğunu anladı: Servi ağaçlarını oraya ancak insan eli dikmiş olabilirdi. Çocukça bir merakla servi ağaçlarını yakından görmek istedi. Kare şeklinde köhne bir çit içerisine alınmıştı serviler. Çitin içerisinde küçük bir mezarlık vardı; başlarına tahtalar dikilmişti. Ve şu dizeler döküldü:
” Ölüm bekliyor kapımda / bunu biliyorum / hazırım diyebilmek sana / ne güzeldi ey ölüm / bekliyorum seni yıllardır diyebilmek usulca / sana geldim senin olmaya geldim / diyebilmek bir gecede / var edenin adıyla ona dönerek / gözlerim kapanıyor artık / başımı koyuyorum geceye / artık uyuyorum.”

Köye yaklaştığını anlamıştı. Ona şimdi ne hissettiğini sorsalar, sadece koyu ve renkli bir vakit geçirdiğini söylemekle yetinirdi; zira şehrin çürüttüğü bedeni ve beynini saran doğanın güçlü sihrinin bilincine varmıştı. Aslında kalabalık insanların yaşadığı uygarlık hayatının sadece ince bir kabuk gibi kendisini sardığını, vahşi vahşi topraklarda yaşayanların geçmişine sahip olduğunu ve doğanın o sihirli gücünün bu geçmişte uyuduğunu anlatmıştı: Burada pis şeytan hayatının havuzunu dolduran alçaklık, bayağılık, adilik ve kötülüklerin yeri yoktu. Ruhu yıkanmıştı. Uzakta bir çiftlik görüyordu. Aşağıdaki vadide üzüm bağları görünüyordu. Çiftliğin geri kalan yerlerinde, parça parça iyi topraklar vardı. Buralar ağaçların kesilmek suretiyle meydana getirilen açmaların bulunduğu yerlerdi. Bir gün içinde bu kadar yeri hiç görmemiştim, diye düşündü. Düşüncesi kelimeler halinde ağzından döküldü: “sen içimde yoksun köylüsün/ dağımın sümbülü çoban yıldızım üçgülüm/ unutamam kokusunu toprağın/ oysa seni ne çok sevmiştim”

Evet, Recep GARİP’ in şiirleri, şiirin resimleri… Resim tabloları halinde. Başında şapkası yok. Elinde süt dolu bakraç var. Dörtnala koşturuyor yaşamını. Okul kaçağı gibi. Dünyayı bozup yeniden yapıyor. Gün ışığının doğup batmasını… Utkusundan emin görünüyor. Geleceğin bedelini her gün kanlarıyla ödeyen yiğit ve temiz insanları düşünüyor. Her bir nesneye yalnız başına gitmek sevdasında.

Şiirimizde yeri nedir? Ahmet HAŞİM’ in kışkırttığı renklerin, imrendirici bir görkemle yeniden yapılması. Çekilin dünyayı ben yeniden yapacağım der gibi sanki. Onu o yapmıştır. Onun eseridir ortada görünen. Eserini ipek gibi pırıl pırıl görmenin tadına varmak istiyor. Ev yapan, ağaç diken insan da aynı şeyi duyar. Çünkü yaptığı şeye bakabilir. Hatta biri gelip, ağacını götürse de ağaç yine mevcuttur ve bu, ağacın onun eseri olduğu keyfiyetini değiştirmez. Onun bu duygusunu çalamazsın. Bu duyguyu çalsa çalsa Ahmet HAŞİM çalabilirdi. O da dünyada mevcut değil.

Şiirini doğaya uyduran ve oradan resimler çıkaran… İşte bu arada, içinde ne bir kin, ne bir garez bulunan, hiçbir şeye alaycı bir gözle bakmadığı halde, şehirde yaşayanlara hem gülen, hem acıyan, hem de bu yaşamı delilikle bir tutan… Okuldan kaçan çocuk için ev ne kadar uzaktır. Şair için de şehir öyle. Ahmet HAŞİM gibi. İkisi de renklerin büyüsüne kapılıp gidiyor. ” O Belde” ve “Bir Leyla Düşü”. Bu evrensel varoluş oyununda, üstün nitelikli olmak kişinin elinde değil; insanlar kendilerine dağıtılan kartlarla oynuyorlar. Bu kumarın adı hayat. Oyun masası da dünya yahut Cezayir de Oran kenti. Dünyaya gelen insanlara oyuna katılıp katılmayacakları sorulmuyor bile.

Beni leylama taşıyan sendin
Umutları alıp götüren
Rüzgarları salıveren üstüme

Zemheride kara gecede
Tutanaklara geçirilen bendim
Bendim yiğitçe ayakta duran
Bir leyla düşü gören…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Konuk / Ay Vakti
Büyük Doğu / Alaeddin Özdenören
Kan Dersi / Jan Devrim
Aşk, Sen – Liebe Du / Marie Laurenti
Vadi / Özcan Ünlü
Tümünü Göster