Yayımladığınız telif ve tercüme eserlerle kırk esere sahipsiniz. Aynı zamanda dergiler de yayımladınız. Bu çabanız niye?
Evet “Anadolu Günlüğü” ile kırklara karıştık. İslâmî Edebiyat dergisiyle de bu alanda ne yapılabileceğine dair tasarılarımızı duyurmaya çalıştık.Bilinmeli ki yazarlık mesleği tasarlanarak seçilen ve başarılan bir iş değildir. Öncelikle bir özenti ve heves gerektirir. Ona da belli bir yetenek eklenirse, bir şeyler ortaya çıkar. Bu mahsuller de bir takım çevrelerde ilgi görürse kişi gayrete gelir ve yenilerini üretir. İsim duyurulmuş olur ve yazarlığa adı çıkan için dönüş yolu kalmaz. Bundan sonra iki hedef vardır:
a) Beğenilerin sürmesi ve en güzele ulaşması (sırf edebiyat)
b) En güzel değilse de hizmet edeceği meseleyi bulmaya yöneliş.. (bağlanmış iltizami edebiyat)
Bu noktadan sonra “mesele” girer devreye: Artık şu veya bu boyutta bir emel oluşur, yazar (şair, romancı veya senarist) bir şeye hizmet verme iklimine girer. Her ne kadar “saf güzeli bulmak, ona ulaşmak” iddiasında bulunan, ondan başkasının sanatı öldüreceğini savunsa da bu binde bir doğru ise, üç dokuzu (999) zandır. Çünkü güzel ve hele hele en güzel, tasarlanarak yapılamaz. O bir doğuştur; yukarıda belirttiğimiz sıraya göre ve genellikle gençlikte ve ilk yıllarda doğar. Doğar, yani zorla doğrulmaz. Bunun tipik örneği Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar”ıdır ki (17 yaşlarına aittir) en olgun dönemde bile bunu aşamadığı söylenir. En ünlü romancılar da kendisini ünlendiren eserini geçememiştir. Hasılı belli bir ünden sonra da yazar artık bir işe yaramaya bakar, bakmalıdır. Diyelim sanatta (ve her meslek ve ideolojide) esas olan üç noktadan geçmek durumundadır: Gerçeklik, güzellik ve yararlılık., gerçeği en güzel yapıp bir şey vermek insanlığa..İlim ve fikirde de bu üç temel vardır. Ancak kişi olgunlaştıkça -sanatın aksine- bunlar daha bir olgunlaşır. Ancak hemen unutulmasın ki yetmişlerden sonra o da duraklar. İlimle sanat birbirine yar olursa o tam da Kuranî tavra, fıtrata uyan noktaya varır ve insan insanlığa en olgun Ve lezzetli meyveyi sunar.
İşte biz, galiba bu noktadayız. Kuran’daki görünüş de buna yol verici: En salt gerçeği en üstün (güzel) sözle en hayırlı şekilde vermek. “Allah sözlerin en güzelini kitap halinde indirdi..” “Biz Kuran’dan öylelerini indirdik ki; müminlere şifa, rahmet; zalimlere sadece hasardır.” Bunun adı: Meseleyi edebiyata, sanata bindirerek ulaştırma!
Benim dikkatimi çeken Anadolu Günlüğü, Arılar Ülkesi, Uzay Çiftçileri, daha çok edebi ağırlıkta. Var olmak istediğiniz yer neresi?
Mesela: “Anadolu Günlüğü” hatırat olarak algılandı. Ama biz günlük tarzında yazmıştık. Ve aslı da öyledir. Neden öyledir? Olayları ve insanları anında ve şartlarında sunmak için. Hatıratta ayıklama ve sayıklama olur. Günlük, anında çekilmiş fotoğraftır; gözlemler, duygular ve yargılar değişime uğramaz. Ama tanıtanlar da ödüllendirenler de hakkını veremedi. Orada benim ve ailemin serencamı bir binittir. Esas olan ülkem ve toplumumda kırk yıl boyu işlenenler; devlet terörü, dine baskı, cahil bırakılan insanlar, yokluk, hürriyetsizlik, ülkeyi gerçekten kurtaranların köle, kaçakların efendi olması…İmam-Hatipler meselesi vb. birkaç çizgi vardı. Üzerinde durulsa gaye hasıl olacaktı.
Arılar Ülkesi, ütopik bir çalışma. Ütopik olması nerden doğdu?
Ütopya, hayali, gerçek dışı, olmayanı olmuş gibi yazma, anlamındadır. Biz “Arılar Ülkesi”nde bu üslubu (ayrıca abartılı anlatım yönüyle de) kullandık, ama esasta sembolizm hakimdir. Gerçek olayın sembole bindirilmesi, (yani doğrudan adları ve kişileriyle verilse hem zevkle okunmaz, hem de problem olurdu)…
Arılar Ülkesi’yle, Uzay Çiftçileri arasındaki bağ nedir? Yayımladığınız sıralarda çok ses getirmişti. Şimdilerde durum nedir? Hangi yayınevinden çıkmıştı? Okuyucu temin edebiliyor mu?
“Arılar Ülkesi”nin “Uzay Çiftçileri”yle bağlantısı üslup yönündendir. Ama bir bitimi izleyen tavır var. Ana fikir olarak biri mücadele ve kurtuluş yolunu çizerken, öbürü kurtuluştan sonraki atılımları anlatır. Her ikisinin de kesin benzerliği ümitle, müjdeyle sonuçlanmasıdır. “Bu şarkvari, Türk-iş sitili değil, İslami tebliğ ve telkin gereğidir. Yani Kuran-ı Kerim’le anlaşan her kafa ve gönül, ümitvar hale gelir: Bu dünya fani ama kişinin Hakk önünde samimi gayreti baki. (Kalıcı olan eylemdir. N. Pakdil) Meyvesi bu alemde görülmese de… Her ayet bir başka tür ümit aşılar, her peygamber sözü de. Öyleyse müslüman yazarın ümitsiz eserler ortaya koyması ona yakışmaz.
“Arılar Ülkesi” şanslı zamana geldi, tuttu. Tabii, kadir bilir kişilerin tanıtmasıydı bu şansı. Cahit Zarifoğlu’nun (merhum) özenle tanıtıp tavsiye etmesi… Ama “Uzay Çiftçileri” solda ses yapsa da sağın duyarsız deminde okunması da önlenmiş oldu. Halbuki Türkçenin ve İslam dünyasının ilk “bilim kurgusu”ydu. (Bunu Atv, Star, Kanal D Tv leri, Tempo, Nokta, Yön dergileri ve oryantalizmin Hollanda’daki teşkilatından Prof. Dr. Christian Szyska söyledi, yazdı.)
Arılar Ülkesi ses getirmişti, ama üçten fazla baskı getirmedi. Şimdilerde de unutuldu sanki. Bunun baş müsebbibi yazar, yani ben:
– Çünkü ilmihalci – rüya tabirci bir yerde bıraktık (Bunları da gonca basmıştı)
– Ve çünkü tenkitten geri kalmadığımız bizim çevrenin matbuatı, yazara kızıp eseri ademe mahkum etti.
– Yine, çünkü bizim cephe henüz hamlıkta berdevam (Nitekim Afet Ilgaz hanımefendi bir yazısında konu etti Uzay Çiftçileri’ni ve “yazık etmişiz yazarımıza böyle bir eseri tanıtmamakla” dedi.
– Dördüncü de bunun devamı; en yakın bildiğimiz yayınevleri bile teklif ettiği halde bu ilke (Türünde tek-Nokta’nın ifadesi) romanı neşretmek istemedi nedense.
Sizce klasikler arasında sayılabilecek eseriniz var mı?
Bu saydıklarımın her biri o “klasik” zümresine uygundur. Ve hemen hiçbir eserim de başka biri tarafından işlenmiş konu ve tavırda değildir, hepsi orijinaldir. Mesela “Kırk Hadisle Müslüman Kimliği”. Kim işlemiştir böyle bir konuyu, böyle bir içerik ve üslupla. Ama o da tanıtımsız, reklamsız bir yayınevindedir. Akaid Risaleleri de konusunda apayrı bir çalışma mahsulü. Arapçadan ilk ve takım halinde roman çevirenin Ali Nar olduğunu da bir zamanlar Necmeddin Türinay yazmıştı. Devamlılık iltifata tabidir. Bazı çevrelerin bana cephe alması bu işe esas darbeyi vurmuştur.
Roman, şiir, Arılar Ülkesi, İslami Edebiyat dergisi, günlük vb… Bütün bunlar bir sanatçının yolculuklarında yakaladıklarıdır. Yeni bir Arılar Ülkesi müjdesi var mı? Ya da neler var yeni olarak? Edebiyat dergileri içerisinde İslami Edebiyatın yeri nedir? Büyük Doğu, Diriliş ve Mavera ile olan bağlantınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, şiirle başlamıştık. 1961’lerde tiyatro denedik, (o alanda adımız duyuldu ‘1970’) Gazete yazıları, gezi notları, eleştiri, deneme.. Derken 1975’ten sonra kitaba ulaştık.
Roman çevirisi, ilmi eser çevirisi, roman telifi derken 1986’larda İslam dünyasıyla yakın temas başladı ve Şeyh Nedvînin öncülüğünde İslami Edebiyat davası çıktı karşımıza. Üstad Necip Fazıl Kısakürek (merhum)in “Tebliği durumdan telkini duruma geçmeden edebiyatı ve tebliği de yapmış olamazsınız” tarihi uyarısına ve şeyhin Kuran Edebiyatına dair tespitlerine tutunarak, İslami Edebiyat’ı neşre giriştik. Hedefimiz önce eski edebiyatımızdan (Divan halk tarzı türkülere, hatta hutbelerdeki üsluplara kadar) sinmiş bulunan edebiyat-inanç sentezine işaret, sonra da yenileri bu duyguya yöneltmekti. Şu an 33 sayısına ulaşan İslami Edebiyat dergisi bunu kısmen de olsa başardı. Bir çok genç imza tanıttı, unutulmaya bırakılmışları gündeme getirtti. Ama asıl başardığı islam milletleri arasındaki kopukluğu gidermekti. Çünkü kasıtlı olarak ümmetin yabancılaşmasına çalışılmış ve becerilmişti. Türk dünyasında olduğu gibi Arap ve Hint ikliminde de bizim şair ve ediplerimiz yoklar listesindeydi. Sadece Nazım ve Nesin vardı. Ve bunlar dev gösteriliyordu. 1975’te Şam’da bulunduğumuz günlerde “Teşrin” gazetesi, Aziz Nesin ve avenesinin yargılanmasına dair resim ve haber vermişti ilk sayfasında. Yani onu tanıyor, ona sahip çıkıyorlardı. Biz, bu çeyrek asır içinde çeşitli yollarla Türkiyeli en az elli yazar, şair ve senaristi o âleme tanıttık. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Arif Nihat Asya vb.. Ve en önemlisi şudur: Bu ediplerin özgeçmişi ve eserinden kısa örnekler “Çağdaş Müslüman Edipler Ansiklopedisi” ya da sözlüğüne girdi. Eser Amman (Ürdün’de) 1999’da basıldı. Üç cilttir.
İslami edebiyat, üstat Necip Fazıl’ın “Esselam” adlı manzum eseri “Bir tür hilye” nin takdimindeki tesbit ve temennisi doğrultusunda Mavera ve sonrakileri kucaklayan bir sevdanın devamıdır.
“… Bir gün gelip – bu eserin – İslami Edebiyatın örneği gösterilmesi ümidiyle…” NFK”
İslami Edebiyat” kavramı da Büyük Doğu literatüründendir.