Osmanlı klasik döneminde ortaya çıkmış fikri tartışmaların yalnızca Kadızadeler ile Sivasiler arasındakilerden ibaret olmadığına pek çok alternatif göstermek mümkündür. Ancak bu vakalar müstakil eserlerde incelenmediğinden isimlerine aşina olarak kalınmakta, enine boyuna bilinememekte, vakalara zemin hazırlayan sebeplere derinlemesine nüfuz edilememektedir. İşaret edilebilecek konumdakiler ya ansiklopedik derlemelerde kimi zaman iki üç kimi zaman on beş yirmi sayfada geçmekte ya da Gölpınarlı’nın Melamilik ve Melamiler, Ahmed Yaşar Ocak’ın Kalenderilik gibi kitaplarında üst başlık altında kaybolmaktadır. Veyahut da darbe mahsulü Yüksek Öğretim Kurumu’nun 1981 yılındaki kuruluşundan beri yaptığı en hayırlı iş olan ülkemiz üniversitelerinde yapılan veya ülkemiz vatandaşlarının yurt dışı üniversitelerinde yaptıkları yüksek lisans ve doktora tezlerine internet üzerinden erişimi sağlayan Ulusal Tez Merkezi’nde yayınevlerinin ilgisizliği yüzünden kalmaktadır. Tüm bu sebeplerden bu konuda artık Nevi’nin;
Ey murâdum aksine devr eyleyen kej-rev felek
Şimdi gönlüm nâ-murâd olmak diler nitsen gerek
beytini dilimize dolamıştık ki herhalde vazgeçmenin getirdiği rahatlıkla aynı semt ve mahallenin yani Vefa’nın sakini olduğumuz Litera Yayıncılık’ın bir kitabıyla bermurad olduk. Bu kitap Oğuzhan Şahin’in 2018 yılında yayınlanan “On altıncı asrın son çeyreğinde bir gazel üzerinden hesaplaşmalar” alt başlıklı “İki Sufi’nin Mücadelesi” isimli incelemesidir.
Eser, İstanbul’da inanılmaz derecede rağbet gören 7 beyitlik bir gazel sonrasında meşayih ve ulemadan iki zatın bu gazelin aleyhine yazdıkları iki risaleyi de dikkate alarakgelişen olayları anlatmakta;olayın izi bu iki risale üzerinden sürülmektedir. Tadlîlü’t Tevil ismindeki ilk risaleHalveti Sünbülî Şeyhlerinden Yusuf Sinanüddin Efendi’ye aittir. Olaydan yaklaşık yirmi yıl sonra kaleme alınan ikinci risale ise meşhur Silsiletü’l–Mukarrebîn eserinin yazarı hem sufiyyeden hem de Belgrad müftülerindenMünir-i Belgradi’nindir. Vakanın ana kahramanı hakkında gazelden öğrenebileceğimiz bilgi ise;
Ey Rusuhî şem’-i cem’-i âlemün
Bâl u peryakmakdabî-pervasıyam
yedinci yani makta beytinde geçtiği üzereRusûhî mahlasını kullandığıdır. Risalelerde şairin kendisine dair bir yorum bulunmamaktadır. Bu da Osmanlı yazarlarının tam da olması gereken gibi kişiyle değil fikirle, anlamla ilgilendiğine iyi bir örnektir.
Risalelerin şair cezalandırıldıktan sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü Sünbülî Şeyhi Yusuf SinanüddinEfendi risalesindemurdâru bed-kirdârısengsâr ve yahûdihrâkbi’n-nâr itdürmeklazımkenyanimurdar ve kötü tabiatlı şairi taşlamak veya yakmak gerekirken müsamaha gösterildiğinisöyler. Münir-i Belgradî ise önceki risaleye bir ek bilgi olarak Rusûhî’ye sürgün cezası verildiğini ama hak ettiğinin zikredilen makta beyiti kastederek kendi kârihasındaninşâditdügiüzrepervâneyi nâr itmek evceh semt idi yani şairi aklında şiirleştirip kendini benzettiği pervane gibi yakmak uygun seçenekti, demektedir.
Oğuzhan Şahin, konuya dikkati ilk çekenin Abdülbaki Gölpınarlı olduğunu Melamiler kitabında bu gazelin dört beytine yer verdiğini söylemektedir. Gölpınarlı’nın bu gazelden Yusuf Sinanüddin Efendi’nin bahsi geçen şu anSüleymaniye Kütüphanesi’ndeki reddiye risalesi sayesinde haberdar olduğu tespitinde bulunmuştur. Bu hüküm için yedi beyitlik şiirin yalnızca dört beytine kitabında yer veren Gölpınarlı’nın bu beyitlerin ismi geçen risaledeki beyitlerle aynı olması durumundan yola çıkmıştır. Ancak Gölpınarlı şiirin muhtevasından yola çıkarakRusûhî’nin yenice idam edilmiş olan Hamza Bali’nin hatırasını canlı tutmaya çalışan Melami-Hamzavi bir şair olduğu yorumunda bulunmuş ve aynı dönemde mülhidlikle itham edilen Emir Osman Haşimi’nin bu mahlasın sahibi olabileceğini yazmıştır.
Buna karşın Şahin, şairin Sofyalı Bâlî Hazretleri’nin müridlerinden Süleyman Rusuhi Efendi olduğunu söylemektedir. AşıkÇelebi ve Kınalızade Hasan Çelebi’nin tezkirelerinden şairin hayatını takip etmekte, bağlı olduğu silseleleri ve eğitim hayatını anlatmaktadır. Ayrıca Kınalızade’nin sürgün kaydının Belgradi’nin verdiği bilgiyle örtüştüğünü de belirtmiştir. Ek olarak Yusuf Sinanüddin Efendi’nin eserinde olayın tarihini hicri 983’ün ortaları (Eylül 1575) olarak vermesini ve diğer risaledeki bilgileri başarılı bir şekilde inceleyen yazar olayın gelişim seyrini de göstermektedir. RusuhiEfendi’nin gelen tepkiler üzerine şiirin şer’an sorun içermediğine dair Şeyhülislamlık’tan fetva almasına ayrıca, şiirin ne anlama geldiğini açıklayan şerhler yazmasına rağmen pek de eleştirilerden kurtulamadığı anlaşılmaktadır.
Kitap,Rusuhi’ye dair gizli bir Hamzaviolduğu iddasını dile getiren Gölpınarlı’nın görüşlerini tartışan Ahmet Yaşar Ocak ve Ali Bolat’ın Melamilik çalışmalarındaki önerileri değerlendiren bir girişle başlamaktadır. Asıl kısmı dört bölüme taksim edilmiş kitapta ilk bölüm Süleyman Rusuhi Efendi’nin hayatına dair bilgilere aittir. İkinci bölüm Yusuf Sinanüddin Efendi’nin hayatına ve risalesinin mahiyetine, üçüncü bölüm gelen tepkiler üzerine RusuhiEfendi’nin gazele yazdığı şerh, Tadlilü’tTe’vil ve RusuhiEfendi’nin yazarın yorumuna göre kendini savunmak ayrıca durumunu kurtarmak için yazdığını söylediği zındıklara dair bir risalenin yorumuna ve bu iki risalenin metinlerine ayrılmıştır. Dördüncü bölümde ise MüniriBelgradi’nin yazdığı risalede bu gazeli şerhinin açıklaması, reddiyesinin içeriği hakkında bilgiler ve risalenin metni mevcuttur. Gazelin yedi beytine Belgradi’nin bu risalesinde rastlanabildiği de ayrıca belirtilmiştir. Eklerde de Rusuhi’nin diğer şiir çalışmalarına yer verilmiştir.
Eski Türk Edebiyatı öğretim görevlisi yazarın bazı tasavvuf terimlerine yaklaşımında sözlüğe baktığımızda lafzi açıdan anlamı aynı çıkacak kelimeleri ıstılah olarak birbirini karşılayamayacak düzeyde de olsa kullandığını düşünüyorum. Örnek olarak Gölpınarlı’nınRusuhi mahlasının ve gazelin sahibi olarak işaret ettiği Emir Osman Haşimi’ye dair bilgiler verdiği kısma bakılabilir. Osman Efendi’nin Hamzavi olmasından dolayı kendisi hakkındaki mülhid ve zındık dedikodularının önüne geçmek için Halveti şeyhlerinden Nureddinzade’ye intisap ettiği ve Tarikatname isminde bir eser kaleme aldığı bilgisi var. Bu eser hakkında Hüseyin Vassaf’ın Sefineyi Evliya’sından alıntıyla şu bilgi verilmiş:
“Hz. Şeyh’in bir Tarikatnameleri vardır. Mutâla’a ettim. Hamzavilik’ten tesettür için üstadâne yazılmış bir eseri mu’teberdir.”
Şahin bu değerlendirmenin Rusuhi ve Emir Osman Haşimi gibi sufilerintakiye yaptıkları iddalarını güçlendirdiğini söylüyor.[1] Öncelikle setr ve takiye kavramlarının birbiri yerine kullanılamayacak kavramlar olduğunu düşünüyoruz. Takiye olmadığın ve kabuletmediğin bir şeyi öyleymişsin gibi göstermek iken;setr olan veya olduğun şey hakkında red içermeksizin bir sükut denebilir. Başka bir açıdan takiye Şia mezhebince bir kavldir. Bahsedilen tariklerin Ehli Sünnet içerisinde bulunması datakiye sözcüğünün kullanımınıabesleştirmektedir. Bu bakımdan tesettür Hüseyin Vassaf tarafından kendi deyimiyle üstadane ve rikkatle seçilmiştir.
Dikkat gerektiren başka bir yer de Süleyman Rusuhi Efendi’nin hayatının anlatıldığı kısımda şairin eğitiminin ilk döneminde hadis, fıkıh, kelam gibi dersler alıp yetkinleştikten sonra tasavvufa intisap ettiği bilgisidir. Yazar bu olayı ele alarak genel anlamda ulema ve tarikat erbabı arasındaki geçişkenlik olgusunu tartışmaktadır. O kısımda “bu geçişkenliğin muhtemel ki maddî endişeler, makam ve prestij kaygıları gibi birçok sebebi vardır.”[2]cümlesini kurmaktadır. Aşırı bir yorum olan bu hükmüne dair hiçbir örnek göstermemektedir. Her iki ilimde de ileri gitmiş isimlerden böyle düşüncelerin sadır olmayacağını söylemek mümkündür. Eğer varsa da hangi alimin tasavvuf yoluna girerek nasıl bir gelir elde ettiğini, servet dökümünü ortaya koyarak göstermesini dileriz.
[1] Sayfa 27.
[2] Sayfa 41.