‘Elinden bir şey gelmemenin acısıyla evlerin içinde, sokaklarda, deniz kenarlarında dolaşıyordu. Dönemin karanlığının içinde kaybolan insanlar sorgulamadan yaşarken, düşünenlere, sorgulayanlara bir çıkış kapısı bırakılmamıştı. İçinde bulundukları zamanı tahlil etmeden öylece yaşayıp giden insanların suskunlukları, yıllar sonra gelecek olan nesillerce eleştirilecekti. Yeni nesiller, geçmiş zamanları incelerken onlardan özür dileyen bazı insanlara rastlayacaklardı. İşte bunlar, her çağın tedirgin yazarları ve şairleriydi.’
İnsanların olduğu gibi şehirlerin de kaderi vardır Frezya. Bazı şehirlerden eğlence sesleri yükselir, sanırsın ki oradaki herkes çok mutlu. Bilmezsin gecenin gürültüsü dağıldığında kim ne kadar yalnız. Bazı şehirlerin de kolu kanadı kırılmıştır; ağıtları, inlemeleri gökyüzünü kaplar, sanırsın ki herkes çok üzgün. Bilemezsin kim kırık gönlüyle şükreder Rabbine ve bu dünyada hüznü isteyip de mutlu olur. Şehirlerin gürültüsü de, acısı da, neşesi de insandandır. İşte bu yüzden her şehir insanların taşkınlıklarından Allah’a sığınır.
Şehirlerin içinde bir şehir var ki Frezya; gökyüzündeki kuşlar en çok bu şehrin çocuklarına ağlar. Silahların içinde büyüyen, ekmek almaya giderken hapishanelere sürüklenen, elektrik verilip kanlar içinde kalana kadar dövülen çocuklara ağlar. ‘Herhangi bir koşulla zorlanmadan düşünmek ve davranmak isteyen’ ama sözlüklerde bunun adının ‘özgürlük’ olduğunu henüz bilmeyen çocuklara ağlar. Hiç çocuk olmadan büyür bu çocuklar. Ölüm, evlerinin ön bahçesidir. Üzerlerine kurşunlar yağar. Bombalar parçalar hayallerini. Gül tutacak elleri kan kokar, cennet kokar. Oyunlarında bile şehit olur bu çocuklar. Ölümü göğüslerine siper edip öyle koşarlar. Bu çocuklar, evlerinden çıktılarında İslam’ın sancağını taşımaya başlar. Her an dini tehdit altında yaşar ve korkmadan, cesurca buna meydan okur. Kalemle kitapla tanışmadan plastik mermilerle, savanlarla tanışırlar. Her daim, sabah evden çıkan bir yakınının akşam eve dönememesi korkusunu yaşarlar. Bu çağın savaşları işte böyle Frezya, sinsice yayılan bir hastalık gibi insanı arkasından vuruyor. Bizim ise bir bebeğin henüz kazanamadığı yetileri gibi elimiz kolumuz bağlı. Sahi Frezya, yeterince gayret ediyor muyuz? Kudüs davasını, davamız biliyor muyuz? Ne demiş Hz. Peygamber (sav): “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Bu beşer tezgahı eğridir, biliyoruz; lakin Kudüs meselesi, içimizin en anne tarafı; sarıp sarmalamaya, koklamaya hasret kaldığımız. Merhamete en muhtaç tarafı; kanayan yerlerini saramadığımız.
Dünya seyr ü sefer ederken acep biz niye yerimizde durmaktayız.
Söylesene Frezya; seferleri kime ola Müslümanların?
Öylece duruyorken şanlı Kudüs davası, neden elimizi kavuşturmuş beklemekteyiz?