Millet kavramı, hakkında çok değişik tariflerin yapıldığı çok farklı tanımları içinde barındıran bir kavramdır. Çok çetrefilli bir kavram olan bu kavram toplum bilimcileri çok meşgul eden konulardan birisidir. Herkesin üzerinde anlaştığı müşterek bir tanımı bulunamayan millet kavramı birçok tariflerle karşımıza çıkar. Kimi düşünüre göre ortak ırk ve dil kimine göre ortak bir tarih ve duygu birlikteliği, kimisine göre ortak bir coğrafya, millet olmanın sınırlarını belirler. Her ne kadar çizilen bu sınırlar birçok ortak özelliği içerse de insanı hem ruhsal hem de madden tatmin etmekten uzak tarifler olmaktan öteye gidememektedir. Elde ki millet tanımları insanların hep maddi özelliklerine dikkat çeken tanımlar olduğu için insanı bir eşya seviyesine indirgemektedir.
Burada problemin temelini oluşturan unsur ontolojik bir bakış açısıyla insanın kâinatta ki varlığının algılanış biçimine kadar gider, insanın yeryüzünde kendini nasıl konumlandırdığı bu hayatın nasıl bir amaç uğruna harcandığı çok önemlidir. Varlık nedir sorusuna verilen cevaplar insanın kendini konumlandırdığı yeri gösterir. Sırf maddeden ibaret olarak görülen bir hayatın sebep ve sonuçları da maddenin tayin ettiği sebep ve sonuçlar olacaktır. Hayatı sırf dünya hayatından ibaret görenlerin millet algısıyla öldükten sonra dirilmeye inananların millet algısı elbette ki aynı değildir. Ne insanı dünyaya atılmış olarak gören her şeyi absürde indirgeyen varoluşçular ne de tabiata tapan materyalist felsefenin şakirtleri insanı ortak bir şuurun potasında eritemez, insanı maden ve manen dirilten ve ihya eden İslam milleti olma şuurudur.
Millet kavramına derin bir estetik genel geçer bir ahlak ve kutsal vahiy bilgisiyle bakan diriliş düşüncesi meseleyi insanın dünyaya gönderilme gayesine dayandırır. Allahın İnsanları kendisine kulluk yapmaları için yarattığına inanan bu düşünce aynı inanca mensup insanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun aynı milletin bir mensubu olduğunu savunur. Bu milletin adı İslam milletidir. Ona göre dünyada hakiki anlamda millet olmayı ortaya çıkaran islam medeniyetidir. Büyük bir ideal ışığının etrafında birer pervane misali dönen toplumlar hakiki anlamda bir millet olmaya layıktırlar. Millet olmanın sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasal yanı sıra birde medeniyet boyutu vardır. En önemli belirleyici bu medeniyet boyutudur. Bütünün parçaların toplamından farklı olduğu anlayışıyla milletinde kendini oluşturan parçalardan farklı bir unsur olabileceğini farklı ırkların farklı dillerin tek bir milletin etrafında kümelenebileceğim anlayabiliriz.
Sezai Karakoç “Günlük Yazılar IV” isimli eserinde milleti şöyle tarif eder. “Millet, islam anlayışında, aynı inancı paylaşan insanların şuurlu topluluğudur. Yani, islam’da (millet) kavramı, Durkhelm’in (dolayısıyla Ziya Gökalp’ın) millet anlayışının çok dışında bir kaynağa, medeniyet kaynağına bağlı bir kavramdır. Millet, islam anlayışında bir medeniyetin halkına verilen addır. Oysa Avrupa’nın millet kavramı, insancılığa aykırı, zıt bir kavramdır. İslam’ın millet kavramı ise insanlığı içerir, onu oluşturur, insanlık medeniyeti topluluğu anlamına gelir.” islam’ın millet kavramına bakışıyla batının millet kavramına bakışı birbirinden çok farklıdır, islam madden birbirinden çok farklı olan insanları ortak bir mananın ipliğinde sonsuza kadar yaşatacak bir manevi temele sahipken batının millet anlayışı aynı ırkın içinde ki zayıfları bile güçlülerin şerrinden koruyabilecek bir otokontrol mekanizmasına sahip değildir. Bu noktada batıda ki millet algısı İnsanın yaratılışına aykırı bir şekilde kurgulanması fıtratını bozmasını içeren bir algıdır. Ziya Gökalp’ın Durkheim çevirileriyle ortaya sürdüğü ırk esasına dayanan millet anlayışı bir imparatorluğun mirasçısı islam milletinin evlatlarını redd-i miras yapmak zorunda bırakmıştır.
Üstada göre millet bir şirket değildir. Ona göre millet bir ruhun baştan sona canlanmış bir haildir. Eğer bir ruh yoksa millet bir yığın olmaktan öteye gidemez. Maddi olarak bir araya gelmek millet olmak için yeterli değildir. Bu sadece maddi çıkarlar devam ettiği müddetçe devam edebilecek bir birliktir. Ekmek almak için sıraya girenlerin ekmek aldıktan sonra dağılması gibi bir birliktir. Otobüste ki kalabalık gibi birlikte görünen fakat ruhen birbirinden çok uzakta insanlar sürüsü kalabalıklar yığını haline gelir toplum.
Sezai Karakoç nedir bu millet sorusuna şu cevabı verir.”Nedir bu millet? Bu millet, adıyla sanıyla “islâm Milleti’dir. Hz. Âdem’den başlayarak, muvahhidler, müminler, Millet-i ibrahim adlarıyla gelen, Peygamber Efendimiz’den itibaren de “İSLÂM MİLLETİ” adını alan, Allah’ın izni ile kıyamete kadar da sürecek, gerçek insanlığın ve insancılığın milleti olan millettir. “
Sezai Karakoç millet olmanın bir medeniyete ait olmaktan ayrı düşünülemeyeceğini söyler, insanların ırk dil, mezhep, şehir, statü gibi ayrımlara maruz kalmadan İslam milletinin ortak evlatları olduğunu ve de bu yapının korunması gerektiğini savunur, islam’ın insanları iç içe dairelerden ibaret gördüğünü en büyük dairenin insanlık dairesi olduğunu söyleyen üstat insanlar arasında ki farklılıkların insan olmak bakımından eşit olmalarına engel olmadığını söyler, insanların farklı farklı yaratılmalarının hikmetleri üzerinde durup ve böyle bir farklılık olmasaydı milyarlarca birbirinin aynısı insanın olmasının ne kadar kötü bir durum olacağını belirtmeden geçemeyiz. ikinci daire olarak ise millet daireleridir ve bu dairede insanlar islam milleti ve küfür milleti olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ne kadar çok ırka ne kadar çok dine ayrılırsa ayrılsın küfür tek millettir. Ne kadar çok dile ve ırka ayrılırsa ayrılsın aralarında sosyal ve ekonomik ne kadar fark olursa olsun Müslümanlar tek millettir. Kâinat ta ki Hak batıl mücadelesi bu küfür milletiyle islam milleti arasında sürüp gitmektedir. Zahirde küfür milleti üstün görünse de eninde sonunda islam milleti birliğini sağlayacak ve muzaffer olacaktır. Üstat islam ülkelerinin birbirinden ayrı kalışını “Alınyazısı Saati “şiirinde şöyle dile getirir.
“Ey islam ülkeleri
Birlik sizin ana ilkenizken
Paramparça oldunuz
Niçin ve neden ” Üstat bu şiirde kendi ilkelerinden taviz vererek yozlaşan islam ülkelerine bir çağrıda bulunmaktadır. Gelin ana ilkeniz olan birliğe geri dönünüz gelin tekrar dünyanın efendisi millet olun demektedir.
Sezai Karakoç islam milletini “Dirilişin Çevresinde” isimli eserinde şöyle tarif eder.
“İslam milleti, ilk insandan başlayarak bugüne kadar, Allahın varlık ve birliğine inanan, peygamberleri ve kutsal kitapları tanıyan, kendi dönemlerinde ki peygamberlerin getirdikleri vahiy gerçeklerini benimseyerek onların istediği bir düzeni gerçekleştiren bütün insanların meydana getirdiği büyük inanmışlar topluluğudur. “
Sezai Karakoç’a göre millet islam toplumunun objektif adı olduğu halde ümmet sübjektif adıdır. Burada ki sübjektif kavramı tarihsel süreç içerisinde ki ümmetleri içeren bir kavramdır. Millet genel bir çerçeve çizerken ümmet bu çerçevenin içinde ki tarihi dönemleri içeren bir kronolojik sırayı takip eden bir kavram olarak dikkat çeker. Millet dairesi ümmet dairesini de içine alan daha geniş bir daire olarak algılanabilir. “Tarihin Yol Ağzında” isimli eserinde ümmet kavramını şöyle tarif eder. “Ümmet milletin öbür yüzüdür. Bu kavramları birbirinden ayrı kavramlar olarak değil, ayın ön yüzü, arka yüzü gibi birbirini tamamlayan kavramlar olarak düşünmek lazımdır”.Örneğin Musa aleyhissalamın ümmeti, isa aleyhissalamın ümmeti gibi ümmetler islam milletinin birer parçasıdırlar. islam milletinin açık bir millet olduğunu söyleyen Sezai Karakoç, yahudilik- te olduğu gibi kapalı bir millet anlayışı yerine iman eden herkesin dâhil olabileceği bir milletten bahseder. İslama dâhil olan herkes kutlu islam milletinin bir evladı olur. Ama kapalı bir millet anlayışının hâkim olduğu Yahudilikte sonradan kimse Yahudi olamaz. Üstat Hıristiyanlıkta dinle devletin ayrı olmasının bir Hıristiyan milletinin doğmasına engel olduğunu söyleyerek Hıristiyanlığın millet olgusuna erişemediğini ve cemaat olarak kaldığını ifade eder. Bu noktada islam milleti etrafında halkalanmamış tüm yapıların cemaatlerin kısır dünyasına mahkûm kalacağını ifade edebiliriz.
Sezai Karakoç “Yitik Cennet “isimli eserinde “millet ne bir ırk, ne bir dilin toplayıcı aksiyonundan doğar. Gerçek millet bir inanç etrafında örgütlenişten doğar. ” millet hakikat uygarlığını gerçekleştirme görevini ruhunun tek yaşama besini yapmış ülkü toplumudur. ” tanımlarında da belirdiği gibi millet olmanın temel harcı inanç ve bu inancın getirdiği hakikat uygarlığını kurma düşüncesinden oluşur.
Sezai Karakoç “milletören” dediği hazreti İbrahim’in milletine dâhil olmak için onun kanından gelmenin şart olmadığını onun görüşünde ve yolunda olmak gerektiğini ifade eder. Üstat” Hızırla Kırk Saat” isimli şiirinde” kardeş kardeşi vurmuş ama Bedir de Yeni ve gerçek kardeşlikler kurulmuş “derken gerçek kardeşliğin inanç kardeşliği olduğunu belirtmiştir. Üstada göre Bedir savaşı kan esasına dayanan kabileciğin yerine islam milletinin ikame edildiği gerçek ve kalıcı kardeşliğin kurulduğu bir savaştır.
Asr-ı saadette efendimizin kendi kanından insanlarla savaştığını fakat aralarında hiç kan bağı bulunmayan insanlarla kardeşlik hukukunu tesis ettiğini biliyoruz, islam milleti dairesine girdikten sonra ne ırkın ne memleketin ne zenginlik ve fakirliğin ne dilin bir belirleyiciliği kalmaz. Bu millet tüm renkleri tek bir renk olarak boyayan Allahın boyasıyla boyanmıştır.
Sezai Karakoç “Çıkış Yolu III ” isimli kitabında kutlu millet gerçeğini anlattığı satırlarda “orta doğuda paramparça edilmiş bir millet yaşıyor. Bu millet, islam medeniyetinin kurucusu ve islam medeniyetinin mirasçısı kutlu bir millettir.” diyerek islam ülkeleri arasında ki sınırların suni sınırlar olduğunu bu sınırların bizim tarafımızdan değil hep başkaları tarafından çizildiğini belirtir. Üstada göre millet bir ruhtan ibarettir. Millet hakkında birçok tarifler yağılmıştır milleti bir ırka milleti bir dile, çıkar birliğine veya menfaate dayandıran tarifler yapılmıştır. Millet bunlardan ibaret değildir. Bir şirket bir dernek değildir, ideale dayanmayan toplumlar millet olamazlar. Bir ruha dayanmadıkları zaman bir kalabalık olabilirler fakat millet olamazlar diye beyan eder.
Üstat; milleti medeniyet üzerine dayandırır. Medeniyeti bir kaideye milleti de onun üzerine oturtulan abideye benzetir. Eğer bir milletin altından medeniyet kaidesini çekerseniz o milletin yıkılacağını söyler. Bundan dolayı millet ve medeniyet mefhumları katiyen birbirinden ayrılmamalıdır. Batının millet anlayışının İslam’ın milletinin sönük ve ilkel bir taklidi olduğunu belirten üstat bunu “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi III “isimli eserinde şu kelimelerle ifade eder. “Batılıların millet anlayışı, islam’ın millet anlayışının yanında çok geri, ilkel bir anlayıştır. Müslümanların millet ve devlet anlayış ve uygulamasına özendikleri veya ondan korkup çekindikleri için geçmişlerdir. Irk toplumuna “millet” demeleri insanlık anlayışıyla bağdaşlaştırılması mümkün olmayan bir İnat düşüncesinden başka bir şey değildir. Batının ırk esasına dayanan milliyetçiliği (nasyonalizm) çökmeye mahkûmdur. İslam ülkeleri İçin de, bu, zehirden farksız bir İdeoloji olmuştur.” batıda millet kelimesini karşılayan “natlonal” kelimesi kan ve ırkın dairesini aşamayan içinde bir medeniyet tezini taşımayan bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kelimenin çizdiği sınırlar batının millet algısının ne kadar kısır olduğunun bir delilidir.
“Dirilişin Çevresi” isimli eserinde İslam milletinin nasıl bir millet olduğunu şu kelimelerle ifade etmiştir.
“Bu millet kutlu bir millettir. Bu milletin prensipler yasası Kur’an-ı Kerim’dir. Bu milletin sembolü hilaldir. Bu millet, Arap, Türk, Kürt, Zenci, Hintli diye ayırmaksızın, Birinci Cihan Savaşı da dâhil, İslam’ı yıkmaya çalışanlara karşı, bütün savaşlarda, kardeşçe ve yan yana çarpışmışlardır.”
Bu tariften de anlaşılacağı üzere islam milletinin ortaya çıkışı tamamen ilahi bir kaynağın etkisiyledlr. Kitap bu milletin prensipler yasasının kaynağıdır. Ortak bir tarih bu milletin geçmişinden geleceğine doğru tutulan bir projektördür. Bu millet ırkçılığın bataklığında boğulup durmaz. Hilalin şavkı vurdukça gönüllere bu millet insanlığın emniyet ve güveninin bekçisi olarak yeryüzünde ıslahın ve hakikatin temsilcisi olacak tek millettir.
“Allah’a inananlar milleti olan islam Milleti kavramını ilan eden kutlu kitabımız, ebedi hakikatler kaynağı Kur’an-ı Kerim’in işaret ettiği doğrultuyu göstermiştir. Yalnız Arabi değil, Acemi, Türkü, Hintliyi ve Afrikalıyı da kurtarmıştır. Onları ırk mefhumunun üstüne çıkarmıştır. Onları Allah’ın milleti yapmıştır.” diyen Sezai Karakoç bu milletin nasıl ortaya çıktığını ve insanların fıtraten bu millete mensup olduklarını ortaya koymuştur. Sezai Karakoç insanların kendi elleriyle kurguladıkları yapay millet anlayışı yerine yaratıcımızın olmamızı istediği bir millet olmamızı savunur.
islam milletinin yüzlerce yıllık uhuvveti batı çıkmazına saplandı saplanalı ırkçılığın ayrımcılığın ve de modern Samiri’lerin eliyle yontulmuş altın buzağıların gölgesi kararttıkça karartmıştır ufkumuzu, insanın eşref-i mahlûkat olduğu bir dünyada değil Freud un id ego süperegosu arasına sıkışmış ve tensel bir tüketim nesnesi haline gelmiş ve de şehvetin limanına şuursuz gemilerin demir atmış olduğu bir dünyaya dönüşmüştür dünyamız.
Hakikat medeniyetinin çocukları olan Müslümanlar aralarında ki birlik ve beraberliği şeytanın fitnesine ve nefsin kirli arzularına saplanıp kaldıkları için tam anlamıyla sağlayamadıkları için zelil düşmüşler dünyanın her yanında ırzlarını vatanlarını düşmanların postalları altında kalarak kaybetmiş veya bununla karşı karşıya kalmışlardır.
“Edebiyat Yazıları” isimli eserinde insanları birleştiren temel unsurun ideal birliği olduğunu savunan Sezai Karakoç ırkçıların bile ideallerin arkasına saklanıp kendilerini insancıl göstermeye çalıştıklarını, komünizmi perde yaparak Rus milliyetçiliği yapan panislavistleri örnek göstererek şöyle anlatmıştır. “Aslında, ırkları, dilleri, hatta yurtlan farklı da olsa, insanları birleştiren şey, “ideal birliği”, amaç birliğidir. Asıl millet, aynı ideale sahip insanların meydana getirdiği toplumdur. Medeniyet ve insanlık idealleri topluluğunun adıdır “millet”. Bu yüzdendir ki, çağımızda, Panislavizm gibi ırkçı istila arzuları, yine insancılık iddia ve maskelerinin arkasına saklanmaktadır.” islam’a ait olan temel argümanları alarak batıl yolunda kullanan dünyevi ideolojiler bile yaşamak için kendilerini hakikatmiş gibi gösterme telaşı içerisindedirler, insanı insan yapan en temel kuralların gelip geçici bir döngünün ortasında heba edilmesi üzerine kurulan kapitalist toplum algısı insanları menfaatleri uğruna katletmekten sakınmamakta en güzel kelimelerle süslediği hümanizm nutuklarını bir sis perdesi gibi insanlığın ufkuna germektedir, islam milleti bu kirli oyunu bozan raydan çıkmış treni tekrar
varoluş rayına sokan en temel millet anlayışı olarak şuurun kalesinde bir bayrak misali dalgalanmaktadır.
“Arif Nihat Asya’nın “Dicle niçin, Fırat niçin bende doğar, bana dökülmez? “dizesini ele alarak aynı suyu içen, aynı mihraba diz çöken insanların birliğinin, bu nehirler nasıl parçalanmıyorsa parçaianamayacağını ifade eder. Ortadoğu insanının ortak alınyazısının tecellisi olan coğrafya ve tarihimiz bizi hep birliğin ve dirliğin kapısı olan kutlu millet gerçeğimize götürmüştür.
Irkçılığın dar ve kirli çerçevesinde seyredilen fotoğraflar üzerine kan ve zulüm sıçramış fotoğraflar olarak insanlığın albümünde temaşa edilebilir. Dünya denen rüyayı gerçek zanneden materyalist bakış açıları gafletin derin vadilerinde at koştururken, zulüm bir çocuğun elinde oynadığı oyuncak misali insanlığın kaderiyle oynama devam etmektedir. Suni yapıların yapay hiziplerin kan kusan silahları altında mazlumlar inim inin inlemektedir. Bunalımlarımızın kaynağını hastalığımızı yanlış teşhis etmek olan gören diriliş düşüncesi millet anlayışını yanlış tarif etmekten kaynaklanan sorunlar yüzünden kardeşlerin birbirini yediğini söyler. Bunu “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi II” isimli eserinde şöyle dile getirir. “Müslümanların kendi sağlıklı millet anlayışını bir tarafa bırakıp batının sakat millet anlayışına saplanmaları ciddi bir yanılgıya düşürmüştür bizleri. Her kavramın yeniden dirilişi gerekmektedir. “Millet” kavramı, bu kavramların en önemlilerinden biri. Belli bir dil veya ırkın topluluğu anlamına kullanılıyor gibi batılı anlayış çerçevesinde. Oysa buna eskiden millet denmez, kavim denirdi. Bu
kavramı düzeltip, milleti, en medeni ve İnsani olan, ırk üstü, manevi kardeşlik, ideal kardeşliği anlamına geri döndürmek, birçok acılar İçinde kıvranan halklar için şifa denilecek tek çaredir.”
Acem’i, Arab’ı, Kürd’ü, Türk’ü tek bir potada eritip aynı ideal uğruna ölümlere koşturan aynı secdeye baş koyduran dinimiz insanların yaratılışından gelen özelliklerini korumayı ve herkesin kavmine alt özelliklerini islam’a aykırı olmamak üzere taşımasına imkân verir. Bu noktada islam farklı ırkların ve dillerin yaşaması İçin bir sigorta niteliği taşır.
Küçük bir göl için mücadele edenlerin aynı enerjiyi Hak ve hakikat için kullandıklarında bir okyanusa sahip olacaklarını bilmemeleri ne büyük bir gaflettir. Manevi yapısını sağlam temellere oturtamayan bir toplumun maddi olarak da kalkınamayacağını savunan Sezai Karakoç marksizmde ki altyapı ve üstyapı teorisine yeni bir bakış açısı getirerek bu teoriyi hakikat noktasına eriştirmiştir. Bu noktada marksizmde ekonomi her şeyi belirleyen unsurken diriliş düşüncesinde her şeyi belirleyen unsur olarak maneviyatı görürüz. Bunun millet tanımına yansıması da bu temelle anlaşılabilir. Dünyevi ideolojiler meselelere beş duyunun çizdiği sınırların dairesinden bakarken Sezai Karakoç fizik ötesi bir pencereden bakmaktadır. Cebrail’in kanatlarında taşınan kutsal metinlerin peygamberler aracılığıyla insanlığın kalbine hitap etmesinin bir takipçisi olan diriliş, vahiy merkezli bir dünyanın ortasından seslenmektedir dünyaya.
Yüce diriliş partisinin programında; “Kişilerin, ırk, dil, mezhep v.b. ayrımlara bakılmaksızın bir milletin mensupları oldukları bilincine ve övüncüne sahip olması, millet olmanın bir medeniyete mensup olmaktan ayrı düşünülmeyeceği, medeniyetin de tüm insanlığa hitap edebilecek boyutta ve çok seslilikte olması gerektiği, medeniyetler ve kültürler arasında İlişkiler bulunmasının doğal ve yararlı olduğu, ama dış kültür ve medeniyetlere mah- kûmluk veya teslimiyetin kabul edilemeyeceği düşüncesine göre yeni kuşaklara formasyon verilecek, toplumda millet, medeniyet ve tarih bilinci somut bir şekilde görülür hale getirilecektir.”diyen Sezai Karakoç; islam milletinin teoriden pratiğe nasıl yansıtılacağının anahtarını sunmuştur. Üstadın da işaret ettiği gibi islam milleti aynı zamanda tarihin kaydettiği en büyük medeniyetin kurucusu ve yaşatıcısı bir millettir.
İnsanı insan yapan en önemli unsurları es geçip meseleyi sadece fizyolojik ve maddi ihtiyaçlar açısından ele alan günümüz medeniyet telakkisinde hakiki bir medeniyetin olmadığını görebiliriz. Dünyada ki görünen resim yedi milyarlık insanlık âleminin çok az bir kitle tarafından sömürüldüğü ve uyuşturulduğu bir resimdir. Allahın çizdiği çizgiler yerine şeytanın çizdiği çizgileri benimseyen modern dönemlerde kl kalpsiz mimari sevgisizlik ve isyan depremlerinde yerle yeksan olmaktadırlar ve böyle de olmaya mahkûmdurlar. Arab’ın Arap olmayandan üstünlüğünün takvada olduğunu unutarak üstünlüğü ırkında arayan toplumlar şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamamışlardır. Gerçek kardeşliğin kandan gelen kardeşlik değil İnançtan gelen kardeşlik olduğunun farkına varamamak İnsanı gaflet denizlerinde boğan bir husustur. Kötüyse benim kötüm mantığıyla hareket edip şeytanın ben ateşten yaratıldım o topraktan diye üstünlük taslaması benzeri kendinin ve ırkının başkalarından daha üstün olduğuna inanan insanlar ahrette yüzleri kara bir şekilde hesap vereceklerdir. . Meşru olan milletini sevme duygusuyla gayr-ı meşru olan onu diğer milletlerden üstün tutma duygusunu birbirine karıştırmamak lazımdır, insan kavmini korur ve sever bu ırkçılık değildir.
İslam toplumları; kâfir ve münafıkların her haberine inanan ve bu haberlerin gerçek olup olmadığını sorgulamadan kendi kardeşlerine karşı kin güden toplumlar haline gelmiştir.
Müslümanların çoğu kendi aralarında bir haberleşme sistemini kuramamışlar batının bize sunduğu her haberi İşlemeden haber diye kabul etmişlerdir. Yabancı haber ajanslarının haberlerini izleyerek yetişen nesillerin islam milleti gibi ulvi bir milletin evladı olduklarını anlamaları zorlaşmıştır. . Gerçek anlamda birbirini tanımayan ve de tanıma gereği duymayan din kardeşleri şuursuz bir şekilde hayatlarını sürdürmeye devam etmektedirler. . Birbirinin derdinden bihaber olan ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla hareket eden islam milletinin evlatları uyanmak zorundadır, iletişim araçlarının beynimizi kontrol altına alıp düşüncelerimizi şekillendirmesi ve karar mekanizmamızı bozmasına izin vermemelidir. . Yalan haberlere gerçekmiş gibi inanmak yerine bu haberleri sorgulamalı ve kritik etmelidir. . Bir Amerikalıyı tanıdığımız kadar başka bir ülkede ki Müslüman kardeşimizi tanımamak ne kadar büyük bir
gaflettir. . Sinema ve televizyon aracılığıyla kültürel olarak yozlaşmamak için kendi sinemamızı ve kendi medeniyetimizin medyasını kurmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.
Çanakkale şehitliğinde birlikte uyuyan Arap, Kürt, Türk, Çerkez, Laz bütün dünyaya islam’ın tek bir millet olduğunu ve bu birliğin devam etmesi için şehit olduklarını haykırdılar. Kolektif şuurun ve işbirliğinin meyvesi olan islam medeniyetinin devletleri kutlu vatan coğrafyasını en güzel eserleriyle nakış nakış dokudular. Ta ki batının pis ve soğuk nefesi gündemimize düşene kadar. Düşmanlık bir Truva atı gibi bağrımıza girene kadar.
“Gerçek medeniyetin doğum yeri, bugün Ortadoğu dedikleri bölgemizdir. O medeniyetin tek devamcısı, tek varisi de islâm Medeniyeti’dir.” Diyen üstat bize bizi hatırlatmaktadır.
Hatıralarında “Müslümanlar tek millet, tek ümmet, tek cemaattir. Kişilerin tarikatları ve özel toplulukları olursa, bunları taassup derecesinde mübalağalı bir ayırım sebebi yapmayı ve diğer cemaat ve tarikatta olanları küçük görmeyi ya da kendi cemaatinde olmayanları itham etmeyi tasvip etmedim ve etmem. Bu yüzden bu tür cemaatlere ve tarikatlara girmedim.”diyen üstat Müslümanların kendi ayaklarına çelme takmalarına karşı çıkar. Ona göre birliği bozan unsurlar din adına bile ortaya atılsa tehlikeli ve zararlıdır. Zararının faydasından daha büyük olabileceğini savunur.
İslam dininde cemaatle kılınan namazı yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha sevap olduğunu biliyoruz. Bu noktadan baktığımızda Cenab-ı Allah kullarının bir araya gelmelerine ortak hareket etmelerine değer vermektedir, islam milleti teoride ve pratikte bu birliğin temeli olarak ele alınabilir. Kâinatta hak olan millet olarak islam milleti vardır, bir de batıl olan küfür milleti vardır, islam’dan başka hak din, geçerli nizam olmadığından islam’ın karşısında yer alanların tümü tek millettirler.
Üstad “Eğer bir anahtar kelime ve adeta bir mucize kavram aranıyorsa, bu, İSLÂM MİLLETİ ve İSLÂM MEDENİYETİ kavramlarıdır. Bu kavramlar, çoğu kez, sanıldığı gibi, sadece “inanç” içerikli değildir. Batıda “din” deyince, sadece “inanç” anlaşılır. Bizde de, “din” kelimesini Batı’daki içeriğiyle anlamak, bütün yanılgıların ve çözümsüzlüklerin kaynağıdır. ” Diyerek şu fikir çıkmazlarında ve karanlıklarında yolumuza bir projeksiyon tutmaktadır.
İnsanın başının sadece Hakkın karşısında eğileceği bir diriliş saatine kurulmuştur onun saati. İslam milletinin dirilişi ile dünya yeniden cennetin bir yansıması gibi güzelleşecek kalpler bahar türkülerinin nağmeleriyle dolup taşacaktır, islam milleti etrafında halkalanan Ortadoğu insanları doğudan ve batıdan gelecek zulümlere karşı bir “bünyanı mersus” teşkil edip yecüc ve mecüc ordularına karşı en güzel sedd-i zulkarneyni yapacaklardır.
İslam milleti Cenab-ı Allahın bizi yaratırken kalbimize ve beynimize vurduğu bir hakikat mührüdür. Yeniden dirilişimiz ve bizi dünyanın hâkim milleti yapacak hakiki ideal bu idealdir. Bu ideal bizi tekrar dünyanın efendisi millet yapacaktır. Tarih buna en güzel şahitlerden birisi olarak karşımızda durmaktadır. Yeter ki Hacı Bektaş-ı Velinin dediği gibi “bir olalım, iri olalım, diri olalım”. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Mekke bir mihrap Medine bir minber o bürhan-ı bahir olan resul-ü zişan (s.a.v) bütün ehi-i imana bir imamdır.”
Ömer Nasuhi Bilmen’in dediği gibi;”Artık Müslümanlar beyhude yere tefrikalardan, ihtilaflardan kaçınmalıdırlar. Aralarındaki din kardeşliğini, maddî ve manevî menfaat iştirâki- ni düşünerek birbirini teyide, takviyeye çalışmalıdırlar. Muvaffakiyet Allah Teâlâ’dandır.”
Acılarımızın ve kaderlerimizin aynı olduğu sırf Müslüman olduğumuz için batının kâfirlerinin ve doğunun münafıklarının zulmüne uğradığımız ve birbirimize düşürüldüğümüz şu yirmi birinci yüzyılda bizi düştüğümüz sıkıntılardan ve çaresizlikten kurtaracak en önemli fikir islam milleti fikridir. Bu ta bezmi elestte Cenab-ı Allah tarafından kullarına sunulmuş fıtri bir fikirdir. Üstadımızın ifadesiyle inşallah “DİRİLİŞ GÖRÜŞÜ, İSLÂM MİLLETİ gerçeğine dönüş işaretiyle, yolu aydınlatacak, ufukları aydınlatacak ve bu umudu gerçekleştirecektir.
“Hiç kimse şüphe etmesin ki, islâm’ın Güneşi Asya ufuklarında göz kamaştırıcı bir parlaklıkla yeniden yükselecektir. O Güneş sönmemiştir. O Güneş, Diriliş Güneşi’dir. Vakti gelince; ki o vakit çok uzak değildir, bu güneşin ruhların birleşip kaynaşmasından doğup yeryüzünü ışıkla, aydınlıkla dolduracağını bütün insanlık görüp yaşayacaktır. Bu, Müslümanlar için olduğu gibi, insanlık için de, asil kurtuluş, gerçek kurtuluş olacaktır. “