Kurmaca Retoriği ve Retorik Reform

Kurmacanın teorik atlası renklidir. Retorik ile teorik bağın uyumu ya da uyumsuzluğu akademik ve  düşünsel cepheler  açmıştır. Sanat ile gerçeklik, gerçeklik ile kurmaca, kurmaca ile anlatı, anlatı ile teori, teori ile retorik arasındaki teknik sorunları bilip   ona göre  irdelemeliyiz.

 Kurmacada; roman ve öykü yenidir, çocuktur. Büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Bu yüzden kurmacanın yapısal sorunları bitmez. Çocuk büyüdükçe hızlı gelişen çağ ve sosyo-antropolojik bağlar, mevcut sorunları daha da arttırdı. Olay örgüsünden göstergelere karışan kurmacaların teknik tarafı; eleştirmenlere, kuramcılara yeni malzeme vermeye devam ediyor.

 Roman kuramcılarını, eleştirmenlerini okuduktan sonra anladım ki ‘kurmaca’nın   yapısal sorunlarla başı dertte. Retorik reformu yakalayan eser sayısı az. Teknik reformun süzgecinden geçmiş eser de az. Dahası, eleştirmen ve kurmaca kuramcıların teknik yaklaşımları da sağlıklı değil. Kurmacayı salt tekniğe indirmemeliyiz. Peki öyleyse gerçeklik nedir? Hangi gerçekliğin sınırı var? Bu sınırların sanatsal sınırı ve edebi sınırı nasıl olmalıdır? Kuramcıların çizdiği gerçekliği ne kadar merkeze alacağız? Sorularımızı bunaltan teknik sorunlar var. Salt çizgilerle kurmacayı bir yere götüremeyiz? Her kitap, her sanatsal çizgi dönüştürücüdür, aynı zamanda kendi teori merkezini çizer. Bizim yanlışımız, bu sorulara verilmemiş cevaplardır.

Kurmaca gerçeği nedir? Sanatsal rubriğin ölçeğini çizmeliyiz. Teorilerin sonu var mı? Bu kıstasların kutsiyeti olmadığı için öznel edimlerden oluşur. Sosyal rubriğin ölçeğinde bir yere sahiptir. Her kuramcının, her kurmaca eleştirmeninin temellendirmelerinde edebi bir ölçek var. Bu ölçeğin mutlak ve değişmez ölçüsü olmadığından soruların beli ve gerçekliğin beli hep büküktür. Her şey, batılı kuramcıların sanatsal gerçeklik atlasına göre şekilleniyor ve bunlara  kurmacanın kutsal metinleri gözüyle bakılıyor. Edebî izleğin sınırını geniş tutmalıyız. Çağ, din, coğrafya, medeniyet, kültür, gen, teknoloji, sosyal antropoloji, dil gibi nice sosyal erk ve edim kurmacayı etkiler. Bu yüzden, sürekli değişim içinde yer alır. Kaldı ki ezelden beri tahkiye var. Tahkiyenin merkezi hep bellidir. Öz(tema) ve nesne(şekil) merkezi var. Öz ve nesne, yıllara, akımlara, yazara, olgu ve algılara göre retorik ve kuramsal açıdan değişmiştir. Öz ve nesne hep merkezdir. Teorik değişimler özü ve nesneyi değiştiremez.

Kurmaca insanı neden etkiler? Kurmaca, yazarı nasıl etkiler ve neden tetikler? Estetik kaygı mı, tematik kaygı mı, semantik bağ mı, sempatik ve empatik duruş mu daha önemli? Yapısal unsurlar kurmacayı nasıl besler, büyütür? Olay örgüsü, samimiyet, niyetlilik, etkileyicilik, sağlam dil mi? Yoksa teorik mühendisliğe göre yapısallığını tamamlayan eser mi? Ya da ikisinin karışımı mı? Hangisi ölçüt?

Teorik rubriğin aynasından bakarsak bugün okuduğumuz kurmacaların büyük çoğunluğu teorik başarı ve retorik reformca sınıfta kalır. Öyleyse eserler, hangi savın aynasında taranacak? Bazen sanatsal ölçeğimiz çok öznel. Bazen, darası kırık. Sanatsal rubriğin ölçeğine bakmalıyız. Temellendirmeler olabilir, ama kesinliğe gitmez. Kendi fikrine, düş yolcuğuna, sanat felsefesine ve duruş çizgisine uyumlu bir gerçeklik aramak doğru değildir. Edebi tarzlar, ekoller, fikrî bağlar, çağ, coğrafya, yeni dünya düzeni, algı atlası, olgular bağı gibi sosyal antropolojiyi ilgilendiren temel dinamiklere bağlı öznel edimlerle kurmacayı değerlendirmeyi bırakmalıyız.

“Emma Bovary denen kız hiç yaşamadı; Madame Bovary kitabı ise sonsuza dek yaşayacak.” Nabokov

Yaşayan nedir? Burada ölçünün aynasında görürüz kendimizi. Emma, gerçekliğin neresinde?  Emma, ana karakter olarak kurmacanın göbek bağıdır.  Madame Bovary, yaşıyor doğru. Fakat, Emma’sız yaşayabilir mi? Ya da Emma’nın sosyal arketiplerde bir karşılığı var mı? Bizden biri mi? Kurmacayı tetikleyen soru burada.                                 

Kurmaca kişisi; yaşayan mı, yaşamaya yakın mı, yoksa tamamen zihinsel üretim mi?  Hepsi de kurmacayla kur yapar. Burada sorun yok.  Anlatı türlerinde, romanın yeri başkadır. Romanın kurmaca süreci yenidir? Anlatı deyince aklımıza hemen ‘roman’ gelmemelidir. Kaldı ki romanın doğuş sancısı İncil ve kutsal kitaplardaki   ‘romans’lardır. Anlatı geleneği insanlıkla başlar. Sahifeler, kutsal kitaplar, oradaki menkîbeler, mit, efsane, fabl, masal,  romans, uzun öykü, destan, hikâye, trajedi, dram, komedi, pandomim, tablo, vitray, sinema, çizgi resim gibi farklı zamanlarda, farklı anlatımlarla, farklı anlatıcılarla, teorik çıkmazdan uzak devam etmiştir.

Teknik, anlatıcıyı daha taraflı yapmıştır. Kurmaca yazarları, genellikle üçüncü tekil, yazar anlatıcı (ilahi bakış) bakış açısını kullanır. Bu anlatıcı tekniği, en güzelidir; ancak bu bakış açısı yazarı, taraflı yapar. Birinci şahıs anlatıcı ile gözlemci anlatıcı kısmen daha güvenlidir. Yazar anlatıcı (ilahi bakış) Tanrı’nın kaleminden çıkmış sanatlı üslup gibi kendini ele verir. Roland      Barthes’ın ‘Referans kuralı’ olarak gördüğü bu teknik, yazarı kurallarla beraber taraflı ve aynı zamanda dağınık yapar. Her şeye hâkimliğin de bir sınırı vardır. Bu sınırı zorlamak, bu sınırın çatışmaları yazarı iç disiplinsizliğe, dolaylı aktarışa, dağınıklığa hatta daha çok göstergebilime götürür ki, bu da yeni anlatım tekniğinin sınırlarını açar. Serbest anlatım ya da postmodern anlatımın sınırlarını çizer. Belki de, yeni bir anlatıcı tekniğini teorize etmeliyiz.

 Teori ve retorik kurmaca; yazarını taraflı, renkli, dikkatli, hatta dağınık yapar. Zaten girift bir tür olan romanı, bu yaklaşımlar daha da zora sokar. Herkesin romanı neredeyse bir tür gibidir. Her romanı incelediğimizde teknik çıkmazlar, tematik ve sosyolojik arketipler buluyoruz. Bu da her roman, ayrı bir kurmaca türü gibi algılanır. Allah, milyarlarca insan yaratmış; ama hepsinin mizacını farklı yaratmıştır. Kurmaca, yazarının ilahi bakış açısıyla Tanrısal kelamlara sığınmış oluyor. Fakat arada uçurum var. Yaradan, her kişiyi ayrı mizaç ve ayrı iç dünya ile yaratmış. Yazar ne yapacak burada? Karakterlerinin mizacı ve duygularını nasıl ayırt edecek? Benzerlikleri ayırabilir mi? Romandaki bu kırılmalara benzer teorik edimler var. Teknik reformu anlayabilmek için kurmacanın retoriğini iyi irdelemeliyiz.

Milan Kundera’nın “Roman gerçekliği, varoluşun aynasında kendini gösterir. İnsan olmanın boyutuyla, insandan olanın boyutu farklıdır. Kurmaca, insan olmanın sınırıyla ilgilenmez. Kurmaca, olabilecekle yapabileceğin tasavvurunu, estetik ve teorik çizgi içerisinde vermeye çalışır. Anlattığı her şey sanatsal gerçeklikle uyumlu olmalıdır. Bu uyum, aynı zamanda varoluşun olanakları arasındadır. Kullanmalık metinler ve kurmacalık metinler arasında ince çizgi var. Kurmacalık metinlerin birçoğu gerçek hayatla, dolayısıyla gerçeklikle ve varoluşla iç içedir. Göndergeler ve göstergeler arasında semantik uyum, göstergebilimin sınırlarına teslim edilen karmaşa, romanda kırılmalara neden olur.

Roman içi, roman dışı gerçekliğin yapısal sorunları bitmez. Sanatsal gerçeklikle, gerçekliğin, varoluşun sınırları arasında kırılmalar, tartışmalar, hatta yenilikler devam eder. Tek bir yazıyla da bu kırılmaların, çatışmaların teorik edimleri anlatılamaz. Roman, karmacadır. Bu karmaca hep devam edecektir. Kısmen bu karmacanın teorik çıkmazından,  retorik derinliğine dokundum.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

187. Sayı / Temmuz-Ağustos 2020 / Ay Vakti
Vusul.. Usûl.. Velhasıl.. / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar-104 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
İki Sufinin Mücadelesi / Enes Güllü
Tümünü Göster