Aşkın Büyüsü ya da Goethe’nin Marienbad Ağıdı

Geçmişten günümüze üzerinde en çok durulan, her zaman tazeliğini ve güncelliğini koruyan, öneminden hiçbir şey kaybetmeyen konuların başında hiç kuşkusuz aşk gelir. Hiçbir dönem yoktur ki aşktan söz edilmiş olmasın.  Son yıllarda tüketim kültürü her şeyi tüketip yok ettiği gibi aşkı da öldürdü, yok etti diyenler çok olsa da, insanın varoluşunun sırrının arkasında gizlendiği aşkın önemini yitirmesi mümkün değildir. Günümüz insanı kendisini kuşatan engeller dolaysıyla bu yüce duyguyu anlamakta zorlanıyor, onu sıradan arzularla karıştırıyor, çok geç farkına varıyor olabilir, oluyor da. İnsanı bir amaç doğrultusunda harekete geçiren, ona engelleri aştıran, Ferhat gibi dağları deldiren, Mecnun gibi ıssız çölleri aşma uğruna yolculuğa çıkaran bu Rabbani güçtür.  Nice padişahlar, sultanlar, krallar, şairler, filozoflar aşkın önünde diz çökmüş, tahtı ve tacı unutmuştur. Yavuz Sultan Selim’in şu dizeleri bu fikri doğrular gibidir: 

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi kıldı füzun eşkımı hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek[1]

Daha nice insanlar aşkın karşısında acizliğini itiraf etmiş, hayata bakış açısında meydana getirdiği farklılığı dile getirmişlerdir. Cihanı titreten Yavuz Sultan Selim de aşkın büyüsü karşısında çaresiz kalanlardandır. Kimi araştırmacılar bu dörtlüğün Yavuz’a ait olmadığını, zira onun şiirlerini genelde Farsça yazdığını söyleseler de, bu dörtlükte dile getirilen tarihi vakalarla sabit gerçeklerdendir.

Aşk,  “şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona düşkün olma” durumudur. Kelimenin türediği dile getirilen bir başka kök olan “aşeke”nin  sarmaşık kelimesi ile yakından ilgili olduğundan hareketle nasıl ki sarmaşık kuşattığı ağacı soldurup zayıflatırsa,   insanın sevdiğinden başkasıyla ilişkisini kestiği, onu sararıp soldurduğu için bu duyguya aşk denilmiştir.[2] İbn Sina da aşkı “gerçekte iyi, güzel ve cidden uygun olanı güzel bulup onu istemek” olarak tarif etmekte ve varlıkların içlerinde bulunan aşk sebebiyle var olduklarını ya da onların varlıklarıyla aşk birbirlerinin tamamıyla aynı olduğunu belirtmektedir.[3]   İslami literatürde aşk, ilahi-hakiki ve beşeri-mecazî aşk olmak üzere iki şekilde değerlendirilir. Esas olan ilahi aşktır. Ancak ilahi aşka ulaşmak için beşeri aşk köprüsünden geçmek gerekir.

Aşk yüce bir duygudur. İnsanın varlık sebebidir. Yaşam enerjisidir. İnsan hayat içerisinde yaptığı her şey onun içinde yaşattığı bu aşk enerjisi sayesinde gerçekleşir. Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı Mihrimah Sultan Camileri ve eserlerine kattığı eşsiz güzellik de bu duygunun dile gelmesi olarak ifade edilebilir. Ancak kimi araştırmacılar Mihrimah Sultan camilerinin inşa edilme sebepleri ile ilgili iddialara temkinli yaklaşmakta ve bazıları da kesin bir dille bu iddiaları reddetmektedir. Mimar Sinan ile ilgili anlatılan rivayetler doğru olmadığını kabul etsek bile, bu yüce duygunun insanların yaşamlarında ve bakış açılarında çok önemli farklılıklar meydana getirdiği aşikârdır. Bu duyguyu yaşamayanların için bir nakısa, eksiklik olduğu konusunda anlatıla gelen hikâyeler de vardır.

Bağdat’ta ünlü bir vaiz varmış. Geniş ilmi sayesinde vaaz esnasında sorulan tüm sorulara da cevap vermesiyle meşhur olmuş. Sorulan sorulara cevap verdikçe de daha da heyecanlanıyor ve sorun, sorun diyormuş. Tam böyle heyecana geldiği bir sırada cemaatten birisi şöyle bir soru sormuş: Hocam, senin her şeyi bildiğini söylüyorlar, benim eşeğim kayboldu, onu bulamıyorum. Eşeğim nerede diye sormuş. Hoca dur,  az bekle, sana daha sonra cevap vereceğim, demiş. Hoca vaaza ve soruları cevaplamaya devam etmiş. Biraz sonra başka bir adam şöyle bir soru sormuş: Hocam aşk nedir?  Hoca biraz önce eşeğini kaybedene dönmüş ve şöyle demiş: Sen eşeğini arıyordun ya, işte burada bir tane var, al götür demiş.  

Aşk konusunda anlatılacak çok hikâye, söylenecek çok söz olduğu malumdur. Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye kulak verirsek bu yüce duyguyu anlayabilme konusunda bir adım daha atmış oluruz:

Aşk bir denizdir,  gönüller bu denizde ancak bir köpüktür. Aşk insanı Yusuf’un güzelliğine hayran olan, onun havasına kapılan Zeliha gibi şaşırtır.  Göklerin dönüşünü, aşk dalgasından bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı. Aşk olmasaydı cansızlar, bitkiler de yok olur muydu? Büyüyüp yetişen nebatlar, kendilerini canlılara feda ederler mi idi? Bitkiler adeta, can olmak için kendilerini canlılarda yok etmektedirler.  Aşk olmasaydı ruh olur muydu?  …  Aşk olmasaydı, her şey yerinde buz gibi donar kalırdı. Her varlık çekirge gibi uçar, sıçrar aranır mı idi? O kemale olgunluğa âşık olanlar, zerre zerre yüceliğe koşarlar, yükselirler.”[4]

Esasen bu konuda başka bir açıklamaya mahal vermeyecek şekilde en kesin ve net sözü büyük aşk üstadı Fuzuli söylemiştir:

İllim kesbiyle pâye-i rif’at
Arzû-yı muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kîl ü kâl imiş ancak[5]

Aşkın büyüsü hakkında şairlerden, filozoflardan daha nice örnek vermek mümkündür. Filibeli Ahmet Hilmi, A’mâk-i Hayal adlı romanında insanın varoluş mücadelesinde engelleri aşabilmesinin ancak aşk ile mümkün olabileceğini metaforlarla dile getirmektedir.   Yazarların, şairlerin yazdığı eserlerin ve şiirlerin ortaya çıkışında yaşadıkları hayatın büyük ölçüde etkisi vardır. Kimi eserler büyüklüklerini yaşanmışlıklardan alırlar. Bu noktada hem aşk duygusunun insan üzerindeki diriltici etkisi ve hem de yaşanmışlığın mısralarda görünümünün ortaya konmasında Goethe’nin yazdığı Marienbad Ağıdı adlı eseri çok güzel bir örnektir.

Johann Wolfgang von Goethe ve Marienbad Ağıdı

Alman edebiyatının en büyük şair ve yazarlarından bir olan Johann Wolfgang Von Goethe (1749-1832) aynı zamanda Dünya edebiyatının da en önemli isimleri arasında yer alır.  Sadece yaşadığı döneme damgasını vurmakla kalmamış, günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdüren eserler ortaya koymuştur. Yalnız edebiyatla değil, felsefe, din, resim, müzik, doğa bilimleri, politika ve eğitim olmak üzere birçok alan ile ilgilenmiş olan dahi bir yazar ve şairdir. Goethe; şiir, drama, hikâye, estetik, doğa bilimleri v.b. olmak üzere pek çok eser kaleme almıştır. Aynı zamanda, zengin bir içeriğe sahip olan yazdığı mektuplar da onun farklı bir yönüne tanıklık etmektedir. İyi bir eğitim alan Goethe Grekçe, Latince, İbrânîce, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, tarih, coğrafya, teoloji, tabii ilimler, matematik, resim ve müzik dersleri almış; farklı spor dallarıyla ilgilenmiş ve bu spor dallarında hüner sahibi olmuştur. Roma Ağıtları, Renk Teorisi, Suça Katılanlar, Faust, Doğu-Batı Divanı, Yurttaş General, Genç Werther’in Acıları, Öyküler, Hayatımdan: Edebiyat ve Hakikat, İtalya Seyahati, Gönül Yakınlıkları eserlerinden bazılarıdır.  Hukuk eğitiminden sonra değişik devlet görevlerinde bulunmuş, doğu edebiyatıyla yakından ilgilenmiş,  Kur’an-ı Kerim’in Batı dillerinde yapılmış olan tercümelerini karşılaştırmalı olarak defalarca okumuş, Almanca’ya yapılan tercümelerinde yapılan hatalara değinmiş, Peygamber Efendimize yapılan hakaretleri şiddetle eleştirmiş, İslam’ın inanç ve fikir dünyasından etkilenerek şiirler yazmıştır.  Doğu-Batı Divanı bu etkilerin en çok görüldüğü eserlerinden biridir. Bu eserdeki başlıklar Goethe’nin İslam’a ve doğu dünyasına ilgisinin izlerini taşır. Doğu-Batı Divanı’ndaki başlıklar bu noktada bir fikir vermek için yeterlidir sanırım. Goethe’yi farklı kılan bir başka özellik, ayrıcalık; hayat tecrübesinin, yaşanmışlıklarının eserlerine olan yansımasıdır. Buna en güzel örnek Marienbad Ağıdı’dır. Diriltici bir nefha gibi aşk onun gönül dünyasını aydınlatan bir ışık gibidir. Zira o şöyle seslenmektedir:

Eşyalarıyla seni baştan çıkartır çarşı-pazar
Yine de sönüktür bakışların
Bu arada malûmatın da artar
Sükûnetle şöyle bir etrafına baktı mı insan
Aşkın nasıl hayat verdiğini anlar.
Gece ve gündüzünü harcıyorsan
Nafile sesler ve görüntüler biriktirmekle
Başka muhitlere uğra
Hakiki sesleri işitmek için
Hayatta doğru şeyleri arıyorsan
Doğruca sen kendin gayret et
Ulvi aşkla yanıp tutuşan
Rabbinin sevgisine nail olur[6]

Goethe’nin yaşamı inişli çıkışlıdır.  Zaman zaman rahatsızlıklar geçirir. 1822 yılının Şubat’ında hastalanır, hastalığı ciddidir. Zaman zaman ateş nöbetleri geçirir, bilinci kapanır. Çevresindekiler ondan ümidi keserler. Bir süre sonra mucizevi bir şekilde iyileşir. Ruhsal bir gençleşme yaşar, içi kıpır kıpırdır, tekrar eski gençlik günlerine dönmüş gibidir. Goethe, müziğin ruhunu çözdüğünü söylemektedir.[7]   Bu sırada yeni hanımlarla da tanışır. Bunlardan biri de Bayan Levetzow’un 19 yaşındaki kızı Ulrike von Levetzow’dur.  Ulrike’ye aşık olur. Goethe bu sırada 74 yaşındadır. Bu sırrını uzun süre saklar. Sonunda onunla evlenmeye karar verir. Bu fikrini hayata geçirmek için Weimer Büyük Dükü’nden yardım ister ve Ulrike’yi annesinden istemesini rica eder.  Dük dostunun bu isteğini geri çevirmez. Ulrike’nin annesinin ne cevap verdiği bilinmemekle beraber Goethe’nin bu isteği gerçekleşmez. İleri yaşına rağmen yaşamış olduğu bu deneyim üzerine Goethe Marienbad Ağıdı’nı yazar.  Goethe ağıda şöyle başlamaktadır:

Artık ne bekleyebilirim, yeniden
Buluşsam da o gonca çiçekten
Cennet ve cehennem seni bekliyor
Duygular kararsızlık dalgalarında sarsılırken,
Bitsin bu kuşkular artık! İşte gök kapında
Kaldırıyor yerden seni kollarıyla[8]

Ve insanın sevdiğiyle ancak mutlu olduğunu şu dizeleriyle dile getirmektedir:

Tanrı’nın verdiği huzuru bu evrende
Akıldan çok mutluluk veren - okuduğumuza
göre -
Karşılaştırıyorum aşkın huzuruyla,
Sonsuzca sevdiğin yanındaysa bu dünyada
Gönül rahatlar, bozamaz hiçbir şey o derinde
Duran anlamı, o anlam ait olmaktır sevdiğine.

Ancak içinde tutuşan arzusunun gerçekleşmesini imkânsız görmektedir:

Ben yitirdim evreni, kendimi de
Bir zamanlar tanrıların sevgili kuluydum
Sınıyorlar beni, Pandora’nın kutusunu
Koyup önüme. Servet çok, daha çok tehlike
Bereketli bir ağıza doğru ittiler
Beni, koparıyorlar beni, yıkıyorlar.[9]

[1] Felek gözlerime nasıl bir büyü yaptı bilmiyorum.

O büyünün etkisiyle ağlayışlarım çoğaldı, gözyaşlarım kan şeklinde akmaya başladı.

Aslanlar bile gücümün korkusundan titrerken

Felek beni bir ceylan gözlüye esir etti

[2] İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, Aşk maddesi, http://www.baheth.info/all.jsp?term=عشق.

[3] İbn Sina, Aşkın Mahiyeti Hakkında, s. 93-95, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2017.

[4] Mevlana Celaleddin er-Rumî, Mesnevi, Tercüme: Tahirü’l-Mevlevî, s.808-809,  6. Basım, İz Yayıncılık, İstanbul 2016.

[5] İlim öğrenerek yüksek bir mevki elde etmek olmayacak bir arzuymuş, âlemde ne var ise aşk imiş, ilim ise dedikodudan ibaret imiş.  

[6] Fred Dallmayr, “Doğu-Batı Divanı: Goethe ve Hafız Diyaloğu”, Divan Disiplinler Arası Çalışmalar Dergisi, 2000/2,  s. 124-125.

[7] Stefan Zweig, “Marienbad Ağıdı”, J.W. Goethe, Marienbad Ağıdı içinde, s. 7, Çevirenler: Ulrike Böhmer-Turgay Fişekçi, Sözcükler Yayınları, İstanbul 2018.

[8] J.W. Goethe, Marienbad Ağıdı, s. 19, Çevirenler: Ulrike Bohmer-Turgay Fişekçi, Sözcükler Yayınları, İstanbul 2018.

[9] Goethe, Marienbad Ağıdı, s. 41.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

187. Sayı / Temmuz-Ağustos 2020 / Ay Vakti
Vusul.. Usûl.. Velhasıl.. / Şeref Akbaba
Saklı Mektuplar-104 / Şiraze
Aforizmalar / Naz
İki Sufinin Mücadelesi / Enes Güllü
Tümünü Göster