gidenler gitti, bilmem ki nasıl geçtiler köprüden
cesaretimi ne zaman toplarım onu da bilmem gitmek için peşlerinden
ihtimâl hiç; üstelik korkum heyecanımı hep bastıracak
rüyanın başlıklarını geçerken
dün çocukluğumun şadırvanında rastladım sana Şirâze;
su şırıltısı, yeşil işlemeli havuz, mermer kaideler manzaranın merkezinde;
yokmuş gibi sen, hiç olmamış gibiyim ben,
iki silik karakter sadece bir film senaryosunun kısa öyküsünden
Akdeniz şehirlerini bir bir bağlamak bu aralar meşguliyetim
ve bağışlamak için kendimi dua yüklü gemilerimi uğurlamak; doğu’ya, batı’ya
Devin Kulesi uğultuların koynunda şiirsiz,
çökse de üzerime beş yarım kubbe ve duvardaki figürler bilmecesi
çöreklense yediden yetmişe, bildiklerim bilmediklerimin ilk hecesi;
hep dedim: “seni bulmadan gitmeyeceğim”
bilirsin kimse başkasının kaderini yaşamaz
ve bilirim kimse beklediğini harfiyen bulamaz
duy Şirâze, dağ başı soğuğunu ben içimde taşıyorum
tanımıyorsun beni
her gün çıkıyorum karşına oysa
her gün köşe başlarını tutuyorum
İstanbul yedi tepe, belki yetmiş tepe
yolun düşen her yerde nöbete duruyorum
yüzüme baksan bile Şirâze durup
görmüyorsun beni
herkes kadar geçmişe takılı kaldım
ama marşsız, ama sürgünsüz, ama kansız ve kavgasız
silahlar patladığında ben daha yedisinde var ya da yoktum
ihtilâl herkesin dilinden uzak tuttuğu,
yüreğine korkusunun dolduğu kelimeydi
ona devrimi, pusuyu, idamı, hürriyeti, anarşiyi, davayı eklediler üşenmeden
anlayanlarla anlamayanlar arasına barikatlar kuruldu;
geçebilen harcandı, geçemeyen vuruldu
bense Şirâze otuz yılda ancak ucundan yakalayabildim bu kelimeleri;
gazete sütunlarından, kitap satırlarından çıkarabilmek için neden’ini
niçin’ini ise herkes gibi ben de külliyen çözemedim
köşedeki fırından ekmek almak neden saatler sürerdi
neden kimse cevap vermezdi sorulara
neden fısıltılar daha fazlaydı
ve neden hep boynu bükük yürürdü insanlar Şirâze
annem, “büyüdüğünde anlarsın” derdi hep
anladım
sadece çocuklar ağlamazmış
sadece çocuklara kızılmazmış
yetişkinlerin de korkuları ve korktukları varmış
onlara da her şeyi söylemek yasakmış hatta
susarsan büyürmüş sorunlar
söylersen değişirmiş yolun seyri
anladıkça da boğulurmuş insan
yaşadıkça dolarmış
baharın kokusunu Boğaz’ın bu yakasından öte yakasına savurdum, bugün;
sabaha karşı bir kayık dalgalarla dans ediyordu tam o vakit
üzerimden geçen martılara, “kimse yüksekten uçamaz” diye seslendim
ama herkes kendi yoluna koyulmuştu çoktan
burada yalnızlık, orada yalnızlık; şaşırtıcı ama İstanbul’da bile yalnız insan
Ayazma’da şifayı ararken, diğerleri görmeden beni Gülfem Hâtun’a uğradım
seni sordu ya da ben öyle sandım
vermedim adını çıkarıp gizlediğim yerden
sen benim için sırra kadem bastın
ben senin için zaten sırlanmışım Şirâze’m