Mevlâna Hâce Kadı Rızai’nin “Kuş Dili” Destanı

Şefaat HASANOVA*

Özet. Makalede Özbek Edebiyatında Nevaî’den sonra Feridüddin Attar’ın “Mantık ut-teyr” destanı sırasından yer alan bir eser yaratan Mevlâna Hace Kadı Rızaî Peyvendî ve onun “Kuş Dili” destanı hakkında bilgi sunulmuştur. Destanın el yazı nüshası yapısı onun aynı gruba ait eserlerden farklılık taşıyan özellikleri üzerinde durulmuştur.

Anahtar kelimeler: Kuş Dili, vadi, tasavvuf timsalleri, eser metni, beyit ve mısra.

Doğu halklarının edebiyatını araştırırken ilk önce millî edebiyatların birbiriyle ilişkisi ve onlar için ortak olan geleneklerin tarihine dikkat çekmek, bu konuda mevcut el yazı eserlerinden yararlanmak faydalı olacaktır. Dolayısıyla, Feridüddin Attar’ın “Mantık ut-teyr”, Ali Şîr Nevâî’nin “Lisan ut-teyr”, Gülşehrî’nin “Mantık ut-teyr” ve Peyvendî Rızaî’nin “Kuş Dili” eserlerinin ortaya çıkmasında sanatsal geleneklerin ne kadar etki sağladığını anlamak için bu kaynakları ele almak lazım. Araştırmaların sonucuna bakılırsa, yukarıda saydığımız eserlerin halk edebiyatı ve ilk yazılı kaynaklardan temel aldığını görürüz.

Bilindiği gibi, çok eski masal ve hikâyelerde insanın ruhu bir kuş olarak tasavvur edilmiştir. Edebiyatımızda çok eski dönemlerden bugüne kadar kullanılmakta olan “can kuşu”, “gönül kuşu” gibi ifadeler fikrimizin delilidir. Bilindiği gibi, Feridüddin Attar, Gazalî eserindeki mecazî anlamı daha da geliştirerek kuşlar timsaliyle insanların hayatta katettikleri yeri belirlemeye çalışmıştır. En önemlisi, Feridüddin Attar kendi eserine Gazali’nin eserinde olmayan “Hüdhüd” timsalini eklemiştir.

Feridüddin Attar’ın “Mantık ut-teyr” eserinden esinlenerek Türkçede ilk destan yaratan sanatçı Gülşehrî’dir. Ona ait “Mantık ut-teyr” destanı (1317 yılında yazılmıştır) aynı muhtevadan yararlanmış ise de birçok yeni gaye ve timsallerle doldurulmuştur. Bu da eseri orijinal bir eser yapmıştır.

Azerbaycanlı Nöşaba Araslı, Nevaî ve Gülşehrî eserlerinin birbirine yakın yönlerini incelerken Nevaî’nin “Lisan ut-teyr” destanının sadece kendisinden bir asır önce yaratılmış “Mantık ut-teyr” destanından değil, aynı konuda yaratılmış bütün eserlerden ayrıcalık taşıdığını vurgulamıştır.(1)

Aynı konuda Türkçe eser veren sanatçılardan biri de Mevlâna Hâce Kadı Peyvendî Rızaî’dir. Ona ait “Kuş dili” destanının şimdiye kadar korunan yegâne el yazı nüshasını ilk olarak Özbek Doğu bilimcisi Muhammed İmam Nazarov tespit ederek bilim dünyasına kazandırmıştır. (2)

Rızaî Peyvendî destanının yaratılış tarihi konusunda iki farklı fikir ileri sürülmüştür. Bu konunun aydınlığa kavuşması için müellifin tarihinde gizli olan kelimeleri doğru tespit etmek lazım. Aksi takdirde farklı tarihlerin ortaya çıkması söz konusudur. M.İmam Nazarov’un ilk araştırmalarına göre, eserin yazılış tarihi “Kuş dili birle neva çekip” mısrasında geçen kelimelerin harflerinin ifade ettiği rakamların toplamından ibarettir. Buna göre, destan hicrî 1005 yılında, yani miladi 1597’de yazılmıştır. Fakat destanın dil özelliklerine dikkat edildiğinde eserin daha sonraki dönemde yaratıldığı anlaşılır. El yazı nüshalarının yazıldığı tarihlere dayanarak eserin yazıldığı tarihi “Kuş dili birle neva çekib kıldı cevap” mısrasında geçen kelimelerin harflerinin ifade ettiği rakamların toplamını alırsak, tarihin hicrî 1171, yani miladi 1756-1757 yılında yazıldığı tahmin edilebilir. Eğer mısradaki cevap kelimesini atarak, 1659 yılı ortaya çıkar. Daha sonraki araştırmalarda bu meselenin aydınlığa kavuşacağından eminiz.

El yazı 15X24 hacimdedir. Kapak nakışlıdır. Dörtgen şeklinde çiçeklerle süslenmiştir. Kapağın ortasında oyarak işlenmiş nakış da vardır. Kapağın yukarı ve alt kısımlarında müellif tarafından damgaya benzer mühürler vardır. Onun içinde de kapakçının adı yazılmıştır. “Amali Muhammed Yusuf sahhaf”. Bu mühürler kitabın ilk ve son kapaklarına basılmıştır. Nakışlar zaman geçmesiyle silinmeye yüz tutmuş. Kapağın kenarları zarar görmüş, yırtılmaya başlamıştır. El yazının inventer rakamı kapağın yukarısına ve kitabın yan kısmına kağıtla yapıştırılmıştır. Bu kağıtta, eserin Ali Şir Nevaî Devlet müzesine ait olduğu 127 sayısıyla kaydedilmiştir. El yazı eseri tamir edilmiş, fakat tamire ihtiyacı olan yerleri hâlâ vardır. Destanın metni 16.sayfadan başlamıştır. Sayfanın alt kısmı biraz yırtılmıştır. Metin 9,5X17 santimetre hacimde kırmızı cetvel içine alınmış, siyah renk nes’talık yazısıyla yazılmıştır. Destan hemen hemen kusursuzdur. Bazı hatalar sayfa kenarına düzeltilerek yazılmıştır. Her sayfa on beş satır (otuz mısra), iki sütundur. El yazı eserin toplam sayfa sayısı 150 (300 sayfa)dir. El yazı eserini yazan kişinin bilgili ve dilin özelliklerini anlayan bir uzman olduğunu yazının kusursuz olmasından anlayabiliriz. Destan 148a sayfada kolofon ile tamamlanmıştır.

El yazı, katip Kadı Muhammed Musa ibn el-Mustefid nüshasından 1232 (miladi 1816-1817) yılında katip Arif b. Sultanali el-Hiveki tarafından Hankah köyünde yazılmıştır.

Hâce Kadı Peyvendî Rızaî’nin “Kuş Dili” destanında toplam 156 başlık vardır. Bunlardan 66’sı bölüm başlıkları, 33’ü de hikâye başlıkları ve 53’ü de Kur’an sureleri ve hadislerden alınan Arapça alıntılardan ibarettir. Başlıkların hepsi surh ile ayrı olarak yazılmıştır. Destan, toplam 8474 mısra, 4237 beyitten ibarettir.

Bu eserin müellifi, eserin yazılış tarihi ve eserin adı hakkında destanın sonunda bilgi sunulmuştur. Buna göre, Rızaî’nin eserin bir tercüme olduğunu söylemiş olmasına rağmen, araştırmalar, destanın kendine özgü muhtevası, timsalleri, gayesi ve poetik özelliklerine dayanarak onun Rızaî’ye ait orijinal bir eser olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü bu destan bu türdeki diğer destanlardan tamamen farklıdır. Rızaî konuyu ele alırken mecazdan ustalıkla yararlanmıştır. Rızaî tasavvufî ve felsefî meseleleri kuşlar vasıtasıyla anlatmaya çalışmıştır.

Yazar, “Kuş Dili” destanını yaratırken amacı Feridüddin Attar’ın “Mantık ut-teyr” destanına nazire yaparak kendi dinî ve felsefî düşüncelerini beyan etmek olduğunu kaydetmiştir. “Kuş Dili” destanı iki büyük bölüme ayrılmaktadır. Birinci bölüm, Simurg seferine yol alan kuşlar, yani bir sâlik için lazım olan on töşe (makam), yani Tövbe, Zuhud, Tevekkül, Kanaat, Uzlat, Zikir, Teveccüh, Sabır, Murakebe ve Rıza makamlarının geçilmesi gerektiği konusundadır. İkinci ve önemli bölümde yukarıdaki makamları (Rızaî bu makamlara “töşe” demiştir) geçen, yani bunlarla güzel hasletleri elde ederek ruhu temizlenen sâlikin Hak Tealânın vaslına kavuşma yolundaki töşelerden sonraki basamak olan yedi iklimi, yani Talep, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret, Fakr-ı Fena yollarını geçmesi gerektiği konusu ele alınmıştır. Destanın Feridüddin Attar ve Ali Şir Nevaî’ye ait destanlarla ortak yanları çok olmasına rağmen, ifadelerin tahlili, hikayelerin rengârenk olması ve hulâsalara ait orijinallik Rızaî’ye özgü birçok özellikleri ortaya koymuştur.

Rızaî’nin “Kuş Dili” destanı geleneksel giriş -hamd- ile başlar. Şair bu bölümde dünyayı yoktan var kılarak kudretini gösteren âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdeder.

Rızaî’nin “Kuş Dili” destanının giriş kısmı 5 bölümden ibarettir. Yüce Allah’a hamd, alemlerin Rabbine münacat, Resulü ekrem’e (s.a.v) na’at, günahkar kulları şefaat etmesi için dualar ve dört halife hakkında söz. Giriş 810 sayfayı içermektedir.

Destanda 12 kuş timsali ele alınarak şair onların her birinin özelliklerini çizmek için beşer beyit ayırmıştır. Daha sonra da Hüdhüd ortaya çıkar. Tek tek kendi hizmetlerini sayarak kuşları Simurg seferi için yola çıkmaya davet eder. Dikkat edilirse, diğer eserlerde kuşların toplanması için herhangi bir sebep gösterilmemişti. Rızaî bu meseleye farklı yaklaşmıştır. Rızaî destanın giriş kısmında bu dünyayı ve bütün mahlûkları yaratan Allah’tan başlar ve “Arrafunu” (Bana itaat ediniz!) ayetine işaret ederek bunu herkesin bilmesi lazım olduğunu vurgular. Kuşların bir araya gelmelerinin nedeni de onların gaflet uykusundan uyanarak kendilerini Yaratanı, yani gerçek padişahlarını tanımalarını sağlamaktır.

Rızaî’ye göre, padişahı olmayan bir ülke adaletsizlik, fitne ve savaş yerine dönüşür, milletin rahat hayatı sarsılır. Baskı ve zorbalık güçlenerek insanların hak ve hukukları çiğnenir. Dolayısıyla, şair böyle bir durumu cansız bedene benzetir. Kuşlar toplandıkları zaman “İstelim öz şahımıznı turmayın, Turmalım ol şah yüzün körmeyin” diye karar verirler.

Böylece, kuşlar bütün zorlukları yenmeyi ve Simurg’un vaslına kavuşmayı göze alarak yola koyulurlar. Hüdhüd bu yolun zor ve uzun bir yol olduğunu, buna rağmen Simurg’a kavuşturacağını ve on şartı (Rızaî bu şartlara “töşe” der) yerine getirmekle bu işin gerçekleşeceğini bir kez daha kaydeder. Eğer sâlik bu şartları yerine getirmezse, kırk yıl çaba gösterseler bile Simurg’a kavuşamayacaklardır. Ali Şir Nevaî “Lisan ut-teyr” destanında bu on töşe üzerinde durmaz. Eserde kuşlar direk Talep, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret, Fakr-u fena vadilerinden geçerek hedeflerine kavuşurlar.

Rızaî eserinde ise vadiler “iklim” olarak alınır ve bu iklimlere adım atacak her kuşun yani sâlikin önce Tövbe, Zuhud, Tevekkül, Kanaat, Uzlet, Zikir, Teveccüh, Sabır, Murakebe ve Rıza töşelerinden geçmesi lazım olur. Rızaî’nin “Kuş Dili” destanı, Nevaî’nin eseri gibi orijinal bir eserdir. Yukarıda geçen metinlerde “Mantık ut-teyr” veya “Lisan ut-teyr” destanının tercümesi veya tekrarına rastlamayız. Bu eserlerin mazmunu, muhtevasının tedrici, kahramanları ve hikayelerdeki timsaller birbirine benzemez. Rızaî geleneksel konuyu daha çok kendi dinî, felsefî, ahlakî ve estetik bakışlarına ayarlamıştır, destanın oluşumunu ve muhtevasını da seleflerinkinden farklı kurarak farklı bir eserin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Rızaî Peyvendî’nin eserinin muhtevası ve oluşumunun diğer sanatçıların eserlerinden ayrıcalık taşıyan özelliği yukarıda kaydettiğimiz gibi destanın iki kısım olarak beyan edilmiş olmasıdır. Birinci kısımda Simurg’un vaslına kavuşmayı amaç edinen her sâlik, sefer azmi yolunda kendinde on önemli özelliği, yani töşeleri (3) bulundurmuş olması lazım. Töşelerin ilki tövbedir. Bu töşenin mahiyeti de günahlardan elini çekmektir. Rızaî her töşeyi beyan ederken Kur’an’dan alıntılar ve hikayeler sunar. Simurg’un vaslına kavuşmak isteyen her salikin tövbeyle kendini paklaması lazım olduğunu ayrıca vurgular.

Rızaî’ye göre, Zuhud makamının önemli talebi Allah Tealânın her kulun kalbinden yer almasından ibarettir. Allah her yerdedir. İnsanın O’nu belirsiz bir yerden aramasına gerek yok. Onun vaslına kavuşmak için göklere kadar ulaşmaya da gerek yoktur. Allah insanın yakınındadır. O’nun vaslına kavuşmak için insanın nefsi emmaresini eline geçirmesi ve onu ruhun kemali için yönlendirmesi lâzım. Bunun için o ilk önce on talebi yerine getirmeli. Tövbe, zuhud, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, teveccüh, sabır, murakebe ve rıza gibi gıdaları vücuduna sindirmesi lâzım. Daha sonra da kâmillik yolu olan Talep, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret, Fakru fena gibi dereceleri fethetmesi lâzım. İşte o zaman Allah’ın vaslına kavuşulabilir.

Daha sonra Rızaî destanın “Vadi-yi evvel” kısmında Tövbe ve Zuhud töşelerini beyan ederek Simurg’un vaslına kavuşma talebinin ilk şartlarını belirtmekle sonlandırır. Demek ki, destanın bu noktaya kadar olan bölümlerinde “günah işlere tövbe ettikten sonra, yani kalbine Allah’a karşı sevgiyi yerleştirdikten sonra O’nun vaslına kavuşma yoluna adım atabilir.” gayesi ileri sürülmüştür. Daha sonraki basamaklar olan tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, teveccüh, sabır, murakebe ve rıza töşeleri, salikin hislerini idare edebilme yeteneği ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu töşeleri geçen her sâlikin Hakkın vaslına kavuşması için daha yedi iklimi geçmesi vacip olur. Rızaî’nin vurguladığına göre, bunlar talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakru fena gibi aşkın zahir olmasıyla bağlı derecelerdir.

Daha sonra kuşların aşkı zahir olur ve Simurg’un vaslına kavuşulur. Bu bölüm hikayeleriyle birlikte 368 mısradan ibarettir.

Kuşların geçtikleri yollar çok zor olmasına rağmen onlar dağlar ve denizlerden geçerek büyük telefatla Simurg vadisine ulaşırlar.

Onların geçtikleri yolda gece karanlıkları aydınlamaya başlamış. Sema perdeleri yavaşça silinerek güneş ışıkları etrafa dağılmaya başlamış ve kuşların idrak ve duyguları ilahî hislerle dolmaya başlamıştır. Bu otuz kuş Simurg’a bakmışlar ve Simurg onlara vaslını göstermiş. Simurg’a dikkatle bakan kuşlar onun kendileri, yani otuz kuş olduğunu görmüşler. Hayretle: “Eğer ol Zat ise biz otuz kuş kimiz” demişler. Karşılarında tıpkı aynaya bakıyorlarmış gibi kendilerini gördüler. Bu sırra kimsenin aklı ermemiş. Bu menzil Simurg’un mekanıymış. Kime bu mekana girmek nasip etti ise düşünmeden girmesi lazımmış. Bu mekan ebediyet menzilidir. Daha sonra otuz kuş fena yoluna yüz tutmuşlar ve Simurg’un vaslını görünce beka alemine girmişler. Simurg bu otuz kuşu fani yapınca onlar sezme, anlama ve görmeden arınmışlar. Aradan otuz bin yıl geçti. Onlar yokluk ikliminde sakinlikte oldular. Mahşer günü onların üzerine Hak Tealânın rahmeti yağarak o otuz kuş gözlerini açıp mezarlarından çıktılar. Kendilerini Simurg olarak gördüklerinde bambaşka can, bambaşka akıl, bambaşka bakış, bambaşka yürüyüş ve bambaşka heyecan hissettiler kendilerinde. Onların her birinde Hazreti Adem Safiyullahın olduğu gibi yüzlerinde nur oluştu. Makamı yükselerek lütuf ve inayet padişahı oldular. Hak Tealâ onlara Musa’ya verdiği ilahi ilmi, mucize kapılarını açan ayetleri öğretti. Bu otuz kuş ebediyet âleminde ikamet bulduklarından mutluluk duydular.

Rızaî Peyvendî destanının karşılaştırmalı olarak araştırılması sonucu şu oldu: eser Feridüddin Attar’ın “Mantık ut-teyr” destanına cevap olarak yazılmıştır, eserde geçen hikâye ve rivayetler Kur’anı Kerim, hadisi şerif, eski Hint masalları, Doğu halkları edebiyatının örnekleri ve klâsik edebiyattan alınarak çok değerli bir eser yaratılmıştır.

Kanaatimizce, Rızaî Peyvendî bu destanı yaratırken Celâleddin Rumî, Feridüddin Attar ve Abdurahman Camî gibi sanatçıların eserlerinden istifade etmiş; Ali Şir Nevaî’nin “Lisan ut-teyr” destanını da titizlikle incelemiştir. “Lisan ut-teyr” ve “Kuş Dili” destanlarının muhtevası ve eserin içeriğini oluşturan hikayelerin birbirine çok yakın olması fikrimizi büsbütün kanıtlar. Rızaî’nin “Kuş Dili” destanının yaratılmasında “Mantık ut-teyr” konusundaki destanlar ve onların ortaya çıkmasına sebep olan kaynaklar, Senaî, İbni Sina, Şehabeddin Suhreverdî, Muhammed Gazalî gibilerin eserleri ilk kaynak vazifesini yaptı ise İslam tarihi, Kur’anı Kerim ve hadisler eserin muhteva ve oluşum bakımından orijinal bir eser olmasını sağlamıştır. Ayrıca, destana yaklaşım ve hikayelerde ileri sürülen gayelerin yepyeni sanatsal ifadesi Rızaî’nin ne denli büyük sanatçı olduğunu kanıtlar. Destanda ileri sürülen gaye ve hikayelerin birçoğu Doğu halklarının eski efsane ve rivayetlerinden (Tacir ve Onun Papağanı, Şukasaptati (Hint), Rüstem, Zal, Zehhak, Şahname, Ölüm Pençesindeki Adam, Fil ve Dört Kör (İran), Kays ve Leyla (Arap), Nil Deryası Hakkında Hikaye (Arap), Abraham (Yahudi), Cinler Hakkında Hikaye (Çin) vb.) temel alarak, Rızaî’nin icathanesinde donatılmış eserlerdir. Dolayısıyla, Rızaî “Kuş Dili” destanını yaratırken seleflerin sanatsal geleneklerini devam ettirmekle beraber kendi döneminin hassas noktalarına dokunabilmiş ve onları destanın konusuyla ustalıkla bağlayabilmiştir.

Ayrıca, Rızaî’nin başarısı şu noktada daha net görünür. Rızaî kuşları sefere hazırlamakla ilgili meselelerin çözümü ve hikayelerin orijinal olmasının temini için Türk ve Fars halklarının masallarındaki motifler ve Kur’anı Kerim’de geçen kıssa ve rivayetlerden güzelce istifade ederek, onların karışımıyla yeni hikâyeler edebilmiş, bu durum eserin daha da anlamlı olmasını sağlamıştır.

İşte böyle eserler olarak “Ayaz ile Sultan”, “Cebrail Aleyhisselam”, “İsa”, “Musa”, “Eyyub”, “Yusuf”, “Suleyman”, “Yunus ve Hızır”, “Karun ve Şeddad”, “Hatemtay”, “Sultan Bayezid Bistamî”, “Mensur Hallaç” ve “Totiname”hikayelerini gösterebiliriz.

Rızaî istifade etmekte olduğu hikâyeleri destanın istikametinden yola çıkarak farklı bir şekilde ele almayı başarmıştır. Önemlisi, sanatçı bu hikâyelerin kaynaklarını bile kendine özgü bir şekilde başlıklarla ifade etmiştir. Eseri okuyan kişi “Kuş Dili”nin ortaya çıkması ve onun kaynakları hakkında düşünerek, destanın seleflerin eserleri, Kur’anı kerimin ayetleri, hadisler, Özbek Halk Edebiyatı ve Doğu halklarının yazılı ve sözlü edebiyatının zengin hazinesinin temelinde oluşan güzel bir eser olarak algılarlar.

[1] Araslı Nöşaba. Gülşehrî ve Nevaî // Edebî miras. 1980. №13. –s.17-22.
[2] İmamnazarov M.Hace Kadı Peyvendî Rızaî // Edebiyat közgüsü. 1998. № 1. –s.13-20.
[3] Töşe, “gıda”, “yol gıdası”, “yol yükü” anlamlarını taşır. Terim olarak Allah’ın reddettiği kötü sıfatlardan arınmış ve güzel faziletleri edinmiş salikin ahret seferindeki yükü anlamını verir. Nevaî eserleri için kısaca sözlük. Taşkent, Fen Yayınevi, 1993, s.284; B.V.Miller. Persidsko-Russkiy slovar. M., 1960, s.138.
* Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Alişir Nevaî Devlet Edebiyat Müzesi Araştırmacısı

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

125-126. SAYI / ŞUBAT-MART 2011 / Ay Vakti
Via Dolorosa / Fatih Külahçı
Bir Acılıya Önerimdir / Alâaddin Soykan
Ortadoğu’da Değişen Denekler / Ay Vakti
Numaradan Yaşamak / Necmettin Evci
Tümünü Göster