Yirminci yüzyılın fikir, düşünce ve sanat adamlarını düşündüğümüzde öne çıkan isimler çok fazla değildir. Özellikle edebiyat alanında çığır açmış kendi kuşağını etkilemekle kalmayıp kendisinden sonraki kuşakları da tesiri altına almış isimler üçü beşi geçmez. Bu açıdan bakıldığında edebiyatın dilinin, düşünce ekseninde ideolojik bir kimliğe, inanç merkezli bir aksiyona doğru çevrildiğini de söyleyebiliriz. Batılılaşma süreci, kuşkusuz aydınların düşünce ve inancını doğudan kopararak kendi geçmişini yadırgatan, utanan bir topluluk haline dönüştürerek iman çizgisinden de uzaklaş- tırmıştır. Tanzimatın ilanıyla başlayan ırkçılık hareketleri aynı zamanda büyük dünya insanlığının da başını belaya sokmuştur. Dolayısıyla İslam coğrafyasının şemsiyesinde bulunan bütün ülkelerin kendi ırk temellerini hissettirecek denli zehirleyici bir tohumlamayla kardeşlikler birbirinden ayrılmış böylece elsiz, ayaksız ve başsız olma yolunda pervasızlığa sürüklenmiştir. Geleneksel anlayışlarla inancın kaynaştığı unsurda bulunan mukaddesatçı kesim kendi içerisinde iniş ve çıkışları yaşarken dünyada olup bitene karşı tavır da geliştirememişlerdir. Milliyetçilik yani ırkçılık imanın ve İslam’ın kardeşlik anlayışından oluşan ümmet bilincini zedeleyerek fikrin namusu bozulmuştur. İnsanlığın varlığından bu yana hakkın mücadelesinde Allah ve Resul buyruğuna sahip çıkan hanifler topluluğu hep var olmuştur. Bu nedenle son asrın getirdiği karanlık içerisinde topluma iman ve İslam’ın gür sesini duyurabilecek mütefekkirlerin, aydınların, ermişlerin varlığını göz ardı edemeyiz. Bu nedenledir ki toplumu aydınlatan elbette ki aydınlardır. Yani mütefekkirlerdir. Yani münevverlerdir. Son yüzyıl içerisinde öne çıkan isimlerden bazıları; Yahya Kemal Beyatlı, Bediuzzaman Said Nursi, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç, Sezai Karakoç vs. ifade edilebilir. Burada ifade etmeye çalıştığımız husus; son yüzyıl içerisinde ki kültür, sanat ve düşünce eksenindeki iman merkezli hususiyetlerin öne çıkarılmasıdır. Arif Nihat Asya’nın Peygamberimize yazdığı Naat son dönemlerdeki en dikkat çekici naattır. Bediuzzamandaki iman çabası asrın yol haritasıdır. Üstat Necip (“azıl”daki Büyükdoğu ise yüzyılların imbiğinden sürülerek ayakta kalmayı başaran Türk milletinin millet olma, devlet olma aşkınlığını islam atlası çerçevesinde ele almasındadır. Bu ele alış yeniden Büyük Türkiye”nin şahlanması için gecesini
gündüzüne katarak yeniden ayağa kalkmayı hay kırmaktadır ve şöyle söyler;
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya
Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sok orya
Sonra Büyük Doğu Marşıyla millete söyle seslenir;
Alla hm seçtiği kurtulmuş milleti Güneşten basını göklere yükselti Avlanır, kim sema atarsa kement, / zel kuşatılmaz, çevri/mey ebet.
Allahın seçtiği kutlu/muş milleti Güneşten başını göklere yükselti
Yürü altın nesli, o tıınç Oğuz’un/ Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun. Nur yolu izinden yit, KILAVUZ’un! Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!
Yürü altın nesli, o turu, Oğuz’un! Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Aynası ufkumun, ateşten bayrak! Hahamın külleri, sen, kara toprakI Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak! Doğsun BÜYÜK DOĞU. benden doğarak I
Aynası ufkumun, atesterı bayrak/ Babamın külleri, sen, kara toprak!
Buradaki ifadeler bize Necip Fazıl’ın genel itibariyle nerede durduğu nu un habeı verir. ıvıenmet Akıtle aynı paralel çizgi gör önüne gelse de Akif’in daha da islami anlayışla Anadolu kurtulu^uı mm i ı«-,».»-*iir’si ı»lrt- rak göze çarpar. Necip Fazıl’daki bu Türk unsurunun metafizik boyutu Abdulhakim Arvasi I lazretlerine inti- sabıyla dönüşürken Yahya Kemal de ise Osmanlı ruhundaki dış yüzey ihtişamından öteye geçemez, ifade güçlülüğü öne çıkar. Yine de Necip Fazıl’daki gür seda islam’ı bir unsurun gelenekçi çizgisinde dururken Sezai Karakoç’a doğru yönelindiğinde Ümmetçi bir anlayışın yer aldığı ifade edilebilir. Karakoç’un ümmetçi bakışı rahatsız edici bir bakışın ötesinde makbul bir görüşe doğru yol alırken bir taraftan da bir medeniyet haykırışı olarak “Diriliş” aşkınlık makamına oturur. Bu duruş kimi zaman “Hızırla Kırk Saat”le karşımıza çıkarken bağlı bulunduğu Üstattan şu farklılıkla daha da anlamlı bir yere oturur;
“Şamdayız
Mevlana ve Mesnevi
Muhyiddin ve Yasin
Şems ve Füsus
Şems nasıl değiştirdi
Bengisu sarnıçlarından geçirerek
Mevtana Celaleddini
Ve Yasin bir delikanlı biçiminde
Ağır ölüm hastalığında
Nasıl iyileştirdi lbn-i Arabiyi
Mekke çatısında Füsüsuıı ve Fütuhatın
yapraklarını ayıklayan
Güneşin yağmurun ve rüzgârın yardımcısı kimdi?”
Burada bize sunulan evrensel bir islam ümmetinin birliğidir.
Örnekleri çoğaltma yerine, son yüzyılın yol göstericileri olan kimi isimler toplumsal hareketlilik kadar toplumların değişme ve gelişmelcrindeki rollerini yansıtması bakımından da yeterli görmekteyim. Oysa şair, yazar ve ideolog olarak aksiyon yönüyle Necip Fazıl, aynı mevsimlerin öne çıkanlarından Üstad makamına oturmuşluğu ile de belirginleşmiştir. Yine anmakta büyük mutluluk duyduğum Cemil Meriç düşünce ufkumuz ve yol göstericilik açısından da ihmal edilemez. Yahya Kemal’in şiirindeki somutluk ne kadar belirginse Necip Fazıl’daki soyutlukta o kadar derindir. Buradaki soyutluk aynı zamanda metafizik bir derinliği de anlatmaktadır. Necip fazıl’da Şeyh Galip parelelliğini kurmak ne kadar kolaysa Yahya Kemal’le Nedim yakınlığını da bir o kadar yakınlaştırmış oluruz. Her iki şairimizin belirgin özelliği dildeki ustalıkla birlikte simgesel güçlerini de bir o kadar ortaya koyuşlarıdır. Zekalarının, kavrayışlarının kabul ve redlerinin de keskin olmasındandır. Yazıya başlarken niyetim aslında bir kıyaslama değildi. Yazmak istediğim farklı şeyler vardı, insanların kaderlerine benziyor yazıların kaderleri de. Yine de 1976 yılında ilk kez Erenköy’deki köşkte ziyaret etmiştim Üstat Necip Fazıl Kısaküıek’i. O günden bugüne değin hatırımda olan birkaç soru vardı. Bunları yazının hiç olmazsa sonuna eklemiş olayım.
Üniversiteli bir delikanlı iken gittiğim o köşkün bahçesine Erenköy’ün çocukları hiç girer miydi? Necip Fazıl’ın çocuklarla arası nasıldı? Çocuklar Necip Fazıl’ı görünce ne derlerdi? Şeker, kurabiye ikram ettiği olur muydu? Bayramlarda mahallenin çocukları elini öpmeye gelir miydi? Komşuluk ilişkisi nasıldı? Yolda yürürken hiçbir delikanlının omzuna elini atmış mıydı? Erenköy Tren istasyonunda herkes Üstadı selamlar mıydı? Üstad karşısından gelenlere selam verir miydi?
Şimdi bu ve buna benzer soruları çoğaltmak mümkün. Lakin Üstadın evine ilk gittiğimde dizlerimin bağı çözülürken, sırtımdan terler ipil ipil aşağıya doğru akarken benim hissettiğim bağlılığı bugün gençler kimin yanına giderek hissediyorlar? Sahi gençler kimlerin; dilinden, bakışından, düşüncesinden, hayat anlayışından, istikametinden etkileniyorlar?
Necip Fazıl Üstadımızın bize bıraktığı onlarca kitap, hatıra, konferans ve aksiyon duruşundan ilham almayı elbette ki sürdüreceğiz.
Rahmetle, duayla bir nur bahçesi dileyerek ve bıraktıklarını izleyerek.