Yılların Eskitemediği Sanatçı: Yücel Çakmaklı

Hayatımızda bazı anlar vardır, yıllara bedeldir. Yahut öyle olaylar görür ki gözlerimiz, seneler geçse de unutamayız. Ya da bazı eşya­lar vardır sahip olduğumuz, üzerindeki yılların tozu kadar değer ve önem taşır bizim için. Bazen de bir insandır, senelerin eskitemedi­ği. Bir yazar, bir ressam, bir şair, bir oyuncu, bir yönetmen… Ne var ki söz konusu olan bir de meslekten biriyse, ayrı bir yere sahip olur içimizde. Tıpkı geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız ebedi hayatına göçünü tamamlayan Yücel Çakmaklı gibi… Evet, yılların eskitemediği bir sanatçı olan Yücel Çakmaklı, bu yazımızın şeref konuğu…

Zannederim söylemeye hacet yoktur, hepimizin bildiği gibi, Yücel Çakmaklı, sinemamızın temel taşlarından biri. Adı Milli Sinema ile anılır olmuş. Hayır, aslında Milli Sinema tabirinin babası. Bununla birlikte, geçmiş yaşamını söküp atmıyordu ünlü yönetmen. Her halükârda Yeşilçam’dan geldiğini kabul ediyor, lakin belirgin olan şey, hiçbir zaman Yeşilçam kalıpları içerisine sıkışıp kalmıyordu. Özellikle de özgün bir sinema dili kullanarak çektiği TV filmleriyle, TRT’de yerli yapım dönemine damgasını vuruyordu. Sonra yeniden sinemaya dönüyor, gişe rekorları kıran filmlere yeniden imza atıyor ve üzerinden tam bir ömür geçiyor.

isterseniz, bu koca ömrü böyle bir paragrafa sığdırmayalım. Yine detaya inelim ve Türk sinema­sında derin izler bırakmış bir yönetmeni daha yakından tanıyalım.

Öncelikle Yücel Çakmaklı, hayatını iki ayrı döneme ayırıyor. Birinci dönem, askerliğe gitmesiyle kapanıyor, ikinci dönem ise, askerden döndükten sonra ayrı bir sayfa olarak açılıyor.

1937 Afyon doğumlu olan Yücel Çakmaklı, ilk ve orta tahsilini Afyon’da tamamlamış. Daha sonra, 1955 yılında yükseköğrenim için istanbul’a gelmiş ve istanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi’ne kayıt yaptırmış. Kaldığı öğrenci yurdu, Fatih semtinde imiş. Çoğu zaman yurttan okula yürüyerek giden ünlü yönetmenin güzergâhı, Şehzadebaşı’ndan geçiyormuş. Ki o yıllarda Şehzedebaşı, sinema­ların merkezlerinden biriydi. Çakmaklı için bir cazibe noktası olan Şehzadebaşı’ndaki sinemalar, onun bu mesleğe olan ilgisini hep canlı tutmuş. Afyon’da o yılların tek eğlencesi olan sinemalarda yer göstericilik yapan yıllar sonrasının ünlü yönetmeni, istanbul’da da eski işine devam etmiş. Okul çıkışlarında, Beyoğlu Şan Sineması’na giderek yer göstericilik yapmış. Böylelikle hem okul harçlığını çıkarıyor, hem de en büyük zevki olan sinema ile iç içe olabilmiştir. işte bu yıllarda, Yücel Çakmaklı’da film yapma isteği belirmişti. Bu amaçla, o zamanlar sine­ma ile ilgili derslerin verildiği tek okul olan ve iktisat Fakültesi’ne bağlı bulunan Gazetecilik Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı. 1963 yılında ise Yeni istanbul gazetesinde, editörlüğünü Tarık Buğra’nın üstlendiği sanat sayfasında sinema eleştirmeni olarak yazmaya başladı. Aynı zaman­da 1963-1970 yılları arasında elliye yakın filmde yönetmen yardımcılığında bulundu. Hem sine­ma eleştirmenliği vazifesiyle sinemanın sorunlarına fikri açıdan eğilen hem de bizzat sinemanın içinde bulunarak mutfakta neler olup bittiğine şahitlik eden Çakmaklı için bu yıllar, onun mes­lek hayatındaki temellerin atıldığı yıllardı. Bu temellerin sağlamlığı, ilerideki sinema hayatında önemli roller üstlenecekti.

Özellikle 60’lı yılların başında sinema eleştirmeni olan Yücel Çakmaklı, fikren Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi isimlerle sürekli bir çatışma içinde idi. Erksan ve Refiğ toplumsal gerçekçilik adına filmler yaptıklarını söylüyorlar, eleştirmen Çakmaklı ise bu yapımların batının sosyal yapısına göre şekillenmiş olduklarını, farklı bir kültüre sahip olan Türk izleyicisine sunulması, hatta dayatılmasının büyük bir hata olduğunu vurgu­luyordu. O dönemde kıvılcımlanan ama henüz pek şekillenmeyen Milli Sinema-Ulusal Sinema kavgası da ileriki yıllarda basında epey geniş yer tutacaktı. Ve bu platformda Çakmaklı ile Refiğ, sık sık karşı masalarda yer alacaklardı.

Ama daha öncesinde Çakmaklı’nın Batıcı sinemaya olan eleştirileri, onu “farklı ne olabilir?” çerçevesinde düşünmeye sevk ediyordu. Zaten bu, kendisine sık sık sorulan bir soruydu. Eleştirmen Çakmaklı, toplumsal gerçekçilik adına yapıldığı savunulan filmlere karşı çıkıyorsa, onların yerine ne koyabilirdi?

Hâlihazırda Çakmaklı’nın üzerinde düşündüğü teori de buydu. Olanın ama kabı bir türlü doldurmayanın yerine ne konulabilirdi? Bu ancak gerçekten ülkenin sorunlarını anlatan ama çarpıtmadan, önemlisi ahlakı göz ardı etmeden yapılması gerekendi. Düşünce jimnastiklerini geliştiren Yücel Çakmaklı, nihayet 1968’de geldiği duruma noktayı koydu. Aradığı şeyin adı, “Milli Sinema” idi.

Kendi deyimiyle “Milli Sinema’nın bir an evvel hayata geçirilmesi ve ürünler verebilmesi için birkaç kişiyle birlikte Elif Video’yu kuran” Çakmaklı, bu yöndeki ilk yapımı da 1969 yılında çekmiş oldu. “Kabe Yollan” isimli belgesel, Milli Sinema’nın ilk çocuğu idi. Bir yıl sonra da Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” isimli romanını, “Birleşen Yollar” ismiyle sinemaya uyarladı. Çakmaklı, daha sonra çektiği filmleri hep “Milli Sinema” çerçevesine alıyordu. Ardından gelenlerin de kendi yolunu takip ettiğini savunmaktaydı. Ancak ne Mesut Uçakan ne de Salih Diriklik, ismail Güneş gibi yönetmenler, kendilerini hiçbir zaman “Milli Sinemacı” olarak görmediler.

Yücel Çakmaklı, 1975 yılında TRT televizyonuna geçti. Ve aslında televizyonda da yeni bir çığır açabileceği­ni gösterdi. Zira TRT’de yerli yapımların temeli o zaman atıldı. Türk edebiyatının ünlü isimleri ve eserleri, ilk kez televizyona uyarlandı. Usta kalemlerin başyapıtları, bu kez Türk izleyicisinin karşısına beyaz ekrandan ulaşmaya başladı. Bilmem kaçıncı kez yayınlandığını bilmediğim ama çocukluğumda izleme fırsatını bul­duğum Küçük Ağa, Kuruluş, Bir Adam Yaratmak, 4. Murat, Hacı Arif Bey, Aliş ile Zeynep gibi yapımların tadı, sanırım birçoğumuzun hala damağında olmalı.

Sinema salonlarından uzak kalan Çakmaklı, 1990 yılında TRT’den ayrıldı. Ve tekrar özlediği salonlara kavuştu. Aslında seyircisi de onu özlemişti. Öyle ki, Minyeli Abdullah filminde koltukları doldurarak bu özlemlerini yüksek sesle haykırmış oldular.

Çile, Zehra, Diriliş, Kızım Ayşe, Memleketim gibi unutulmaz yapımlara imza atan Yücel Çakmaklı, kuşkusuz “usta” payesi verilmiş yönetmenlerimizden biri. Her zaman söylediğim gibi, bir yönetmeni perde önünden değil de, perde arkasından tanımak, ona haksızlık etmemektir. Karşısındakinin neyi niçin yaptığını bilince insan, elini çenesine dayayıp eleştirmek için bir kez daha düşünüyor. Sanırım, 2002 yılında verdiği bir röportajda rahmetli Bülent Oran’ın söylediği sözler oldukça anlamlı:

“Çocukluğu ve ilk gençliğinde aldığı altın tecrübelerle Türk Sinemasının en otantik yönetmenlerinden biri olmaya hak kazandığı söylenebilir. Yücel Çakmaklı muhafazakâr kesimin fedakâr ve rakipsiz bir sinemacı- sıdır. Birçok ilke imza atan ve çok değişik konulan filmleştiren çalışkan bir yönetmendir. Ne yazık ki büyük orijinalitesinin hiç kimse farkında değil gibidir. Kadir kıymet bilmeyen sağ kesimin yeterince üstünde dur­madığı bir sinema adamıdır. Aşırı tevazuu yanlış yorumlanmaktadır. Umarım bu büyük tevazuun ve sabrın mükâfatını görür.” Sevgili Bülent Oran’ın söylediği son cümlenin ardından, “umarız” demekten maada kalem oynatmak gelmiyor içimden…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Gün Aralığından… / Ay Vakti
Kıyas ve Kimlik / Şeref Akbaba
Uygarlık Havzamızda Düşünmek / Necmettin Evci
Dolunay Zamanı / Şeref Akbaba
Cevizin Kabuğu / Nurullah Genç
Tümünü Göster