Güzellik Şahikası

Bazılarımız güzellikleri ararken, bazıları yağmalar oldu bütün güzellikleri. “Güzellik” neydi? Milâttan evvel tam da bunu sor­muştu Aristo’nun üstâdı Eflâtun: “güzel nedir?” diye. Hep bunun için yarışıldı, hep bunun için dağlar delindi, çöller aşıldı. Sadece bunun için yeryüzünde “ilk kan”ı dökmüştü Kâ- bil. Bunun için Sâre vâlidemizi görünce Mısır Hükümdârının nefesi kesilmişti.

Niçin Züleyhâ Yusuf’un (a.s.) gömleğini yırtmıştı ki? Niçin, Yu­suf’u (a.s.) görünce meyve yerine ellerini kesmişti ki kadınlar? Yusuf (a.s.), Sâre annemizin ikinci kuşak torunlarındandı ve nesilden nesile akmıştı güzellik.

Gerçi şöyle buyurmuştu Aişe (r.a.) validemiz: “Yusuf’u görüp ellerini kesen kadınlar. Efendimizi görselerdi kalplerini keserlerdi.” Biz, o Güzel’i göremedik fakat ardında bıraktığı güzelliklerle on dört asırdır yaşıyor ve hâlâ o güzelliklerle dö­nüyor dünya.

O eşsiz Güzel’in kokusu ayrıydı, apayrıydı yeryüzünde. Benf Sâd yurdunda iken, yani daha çocukken, akşam evlerine dö­nen çocuklarına anneler: “Bugün sen Muhammed (s.a.v.) ile oynamışsın” derlerdi. O kokuyla Bâdiye yaylası bereketlenmiş ve gülistan oluvermişti. Hangi güzellik için incili tahtını, kuş tüylü yatağını, Belh hü­kümdarlığını bırakıp, sarayını ayaklar altına alıp “fakirlerin sul­tanı” olmayı tercih etmişti İbrahim bin Ethem (r.h.). Mekke’li bütün kızların peşinden baktığı, sonra dönüp tekrar tekrar baktıkları Mus’ab bin Umeyr (r.a.) hangi güzellikleri görmüştü de İslâm’ı seçmişti. Aslında “din” güzelliğin ta ken­disiydi. Ama zamanla anlamını değiştirdi güzellik. Felsefeye, siyasete güzellik denilmeye başlanıldı. Nasıl geldik bu çıkmaz dehlizlere? Kim, kimler nasıl sürüklediler bu kanyonlara bizi. Biz, biz böyle değildik, değil mi?!

Ne güzel buyurmuş Sevgililer Sevgilisi: “Allah güzeldir, gü- zel(lik)i sever” (Müsned I, 133; Sahîh-i Müslim I, 97) diye.

Lâkin güzel insanlar güzel atlara binip gittiler birer birer. Ondan sonra güzel­liğin anlamı kalmadı geriye. O’nsuz her güzellik eğreti durur nakış­larda, eğreti durur dallarında çiçekler. O’nsuz sazlıklardaki kamış ağlar mıydı Mevlâna istedi diye. O’nsuz bir karınca sesini işittirebilir miydi Süleyman’a. Gü­zellik Nakkaş’ta. Güzellik O’nun boya­sıyla boyanmakta. (Bakara, 138) Güzellik yerde mi, gökte mi? Güzellik bir müminin kalbinde mi bilinmez! Ki her şey aslında zatında güzeldir. (Söz­ler, 88) “Ayna, ayna… Güzel ayna, söyle bana; var mı benden daha güzeli dünyada?” Güzellik aynalarda değil, aynaya bakan güzellerde. Güzellik, kendini görmek için güzel aynalara nazar edende! Yani güzellik “en güzel suret üzerine insanı yaratan” Mutlak Güzel’de. (Tin, 4) Aynı güzelliklerle zindanı cennet bah­çesine çevirmişti, Râbia-tül Adeviyye (r.h.), Imâm-ı Rabbâni (r.h.), Bediuzza- mân (r.a.), Genç Safd’ler, Hüsrev’ler.., Aynı güzellikle yalın ayak gezen Bişr (r.h.) için Bağdat caddelerini kirletmez­ken hayvanlar ve yine aynı güzellikle İbrahim bin Ethem’in (r.h.) suya attığı iğneyi bulup ellerine verirken balıklar, biz tersine çevirdik her şeyi.

Şair: “Gö­nüllerde zakkumlar yeşeriyor Gül yeri­ne, yüreğimizde eylül hüzünleri…” (Güllerimi ver anne, Ahmet Sezgin) demişti.

Güzellik, sofrasına herkesi buyur eden Halil lbrahim(a.s.) gibi yüreğimizi aç­maktı insanlığa. Ya’kûb (a.s.) misal: “fesabr-ün cemil” (Yûsuf, 18) diyebil­mekti güzellik.

Güzellik, gül faslıydı cihanda. Gül, gü­zellikti. Güzellikler Gül İle bilinirdi en çok.

Aşk, güzelliğin şâhikasıydı. Onun için milyonlar Hakk âşığı sümbüllenmişti Gûl-i Muhammed’inin (s.a.v.) terbiyesi altında. Onun için O, “aşk”tı. Aşkın ta kendisiydi yani.

Sonra… Sonra gerisi bâd-ı hevâ! ■

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şiraze’den Şiraze’ye Saklı Mektuplar -... / Şiraze
Kuru ve Beyaz Bir Mevsim / Hülya Atakan
Popüler Kültür ve Hidayet Romanları / Yılmaz Yılmaz
Esrar Kokulu Yalnızlık / Oğuzkaan Durdu
Sancı Dağı / Serkan Tarifci
Tümünü Göster