Ahmet Mithat Efendi’nin Romanlarında Yardımlaşma ve Cömertlik

İnsanî değerlerimizin en önemli tezahürlerinini, yakınlarımızla olan dostluk, hizmet, yardım bağları ve cömertlik teşkil eder. Bu husus, edebiyatımızda çok farklı perspektiflerde inceleme alanı bulmuştur.

Tanzimat dönemi Türk Edebiyatının büyük ediplerinden Ah- med Mithat Efendi, “Edebiyatımızda Sosyal Yardımlaşma Fik­ri” üzerinde en çok eser veren yazarlarımızdandır. Onun “Fe- latun Bey ile Rakım Efendi” ve “Emanetçi Sıtkı” romanla­rı eser ismi olarak da dikkate alınması gerekir. Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da iken Doğu ve Batı medeniyetlerinin karşı­laştırılmasında hamiyet, cömertlik ve misafirperverlik duygu­sunu iki toplumdaki tezahürünün farkına varır. Bir tarafta büyük ve çok üstün görünen Batı medeniyeti için­de ekseriyetle her türlü akrabalık ve komşuluk bağlarını ko­parmış fertlere mukabil; kurumsallaşmış sosyal yardım teşki­latları… Diğer tarafta, pek çoğu bu dev medeniyetin mevcudi­yetinden dahi habersiz, fakat yiyeceği olan yarım ekmeğin yarısını da tanımadığı yol arkadaşıyla paylaşmaya hazır fertler­den meydana gelmiş başka bir cemiyet… Elbette edebiyatımı­zın Avrupa görmüş Rakım Efendisi, bu mevzuda mukayeseli çok şey söyleyecektir.

Ahmet Mithat Efendi, Kırım seyahatinde iken Tolstoy’un Av­rupa medeniyeti karşısında Rusları ikaz eden fikirlerine iştirak ederek, Tatar Türkçesiyle bir makale yazmıştır. Avrupa’da te­rakkinin, bir ineğe 15-20 okka süt verdirmek veya bir ineği beş-altı yüz okka semirtmeğe kadar vardığını, buna mukabil acaba kaç kişinin bir inek alabilecek durumda olduğunu sor­duktan sonra şöyle devam etmiştir.

“Medeni ilerleyişlerde1 henüz bir olgunluk derecesi2 bulma­mış olan yerlerde açlıktan adam öldüğü asla duyulmadığı3 halde medeniyet namına4 bunlar, sıradan olaylar5 hükmünü

almışlardır. Haniya meseleye bu nok- ta-i nazardan bakılacak olunursa me­deni ilerleyişlerde sonraya kalmış olan halk, acınacak insanlardan görülmeyip tebrik olunacak insanlardan görülür.” Ahmet Mithat, muhtemelen Gülnar Dö Lebedef’ten duymuş olduğu bu fıkrayı Ahmet Metin ve Şirzad adlı romanında kahramanı Ahmet Metin’e söyletir.Gerçekte de Ahmed Mithat, Gülnar Hanım vasıtasıyla, Batı medeni­yeti karşısında, Rusların da aynı prob­lemlerle uğraştıklarını anlamıştır. Ko­penhag’da hastalandığı zaman, arka­daşları olan Rus müsteşriklerinden gör­düğü ilgi ona, Avrupa medeniyetine henüz girmekte olan bu iki millet ara­sındaki müşterek insani duyguları dü­şündürür:

“Hakikat şu Ruslar’da gördüğüm hissi­yat-ı insâniyeyi âdeta Osmanlılara mahsus bildiğim muhteşem cömertli­ğe6 ancak kıyas edebilirim. Terakkıyât- ı medeniye derecesinin zirvesine7 var­mış olan halkta hodgâmlık, kayıtsızlık pek ziyâde oluyor ise de bizim gibi he­nüz bu medeniyet derecesinin8 aşağı kademelerinde bulunan milletlerde sâ- fiyet-i beşeriye muktezâsından olan mürüvvet daha pek ziyâde oluyor. “9 Aynı seyahat sırasında, bir vapurda, yabancı bir kadın sanatçının deniz tut­masıyla hastalanması üzerine, diğer bütün yolcuların kaçıp yalnız Ahmed Mithat Efendiyle bir de gemi doktoru­nun hastanın yardımına koşması onu tekrar düşündürür: “Buna benzer hallerde10 Avrupalıların (yardımlaşma konusunda) pek kayıtsız olduklarını zâten biliyordum. Bu defa kendi gözümle” müşahade dahi eyle­diğimde o fikir bende teyit etti. Keyfi­yeti Madam Gülnar’a da anlattığımda o da kabul edip hak verdi. Hâsılı ikimiz dahi Cenab-ı Hakka duâ eyledik ki şu memleketlerde bizi bir kazâya duçar edip halkın yardımınau muhtaç eyle­mesin. “,3

Ancak bu hadise, Ahmed Mithat’da daha başka bir kanaat oluşturur: Yardımın bir sektör hâline gelmesi. Buradan yola çıkarak, batının bü­tün büyük şehirlerinde fakirlere, ka­zaya uğrayanlara, hastalara hizmet maksadıyla dernekler kurulmuştur. Ahmet Mithat, bunların Türkiye’de de kurulmasını arzu eder. Bu dernek­lerin lüzumlarını; “Münkir bulunmak şöyle dursun ziya­desiyle beğenme14 ve beğenilme de15 bizi mecbur eylerse de zann-ı âcizâne- me kalırsa bu yardım için özel kişiler16 ve cemiyetlerin kurulması’17 ancak18 kayıtsızlıkta veya hodgâmlıkta pek ile­riye varmış bulunmalarından doğan bir lüzum üzerine vâki olmuştur. Buna benzer, yardım heyetlerinin19 kendi memleketimizde de teşekkülünü arzu etmez değilsem de bizde henüz böyle şeylere olan lüzumun kendi kendisini kaçınılmaz bir surette20 meydana ko­yamamış bulunması genel cömertli­ğin21 bu gibi ahvalde bayağı yeterlili­ğinden22 ileri gelir23 diyebilirim. Mu­hakkaktır ki Avrupa’da bir insan so­kakta düşüp vefat etse temâşâsına ko­şan binlerce adamdan birisi bir yudum su vermeğe kendisini insanlıktan mec­bur görmez. Böyle bir vazife ile görev­lendirilmiş24 olan kim ise gelip vazifesi­ni ifa etmesini beklemeksizin25 kendi­si yalnız temâşâ ile zevkine bakar. “26

Görülüyor ki burada kurumsal hâle gelmiş “vazife ahlâkı” ile vicdana daya­nan “ferdi.ahlâk” karşı karşıyadır. Neti­ce itibariyle her ikisinin de gördüğü hizmet aynıdır. Biri kanunların getirdi­ği belki soğuk fakat emin bir netice. Diğeri de beşeri hamiyet duygusuna dayanan belki tesadüfe bağlı fakat şef­katli. Ahmed Mithat Efendi, burada da kısmfbir sentezi düşünmüş, ağırlığı do­ğunun vicdani” hareketine vererek yar­dım kurumlarının da lüzumuna kanaat getirmiştir.

Yine konusu Paris’te geçen Mesâil-i Muğlaka romanında bir kahvehanede kavga çıkması üzerine müşterilerin, selâmeti kaçmakta buluş­larını şöyle anlatır Ahmet Mithat:

“Kahvehane dâhilinde bulunanlar firar edeceklerine kavga edenlerP7 ayırsınlar, muharebeyi men’ etsinler mi dediniz? Amma yaptınız ha! Siz bu insanlığı2S ancak bizim buralarda arayınız. Avrupa’da hele Fransa’da ararsanız boş yere aramış olursunuz. Orada ciddice bir tehlikenin vukuunu müteâkip herkes kendi canını kurtarmak gayret-i hodgâmânesiyle (ego­istçe) âdetâ çıldırır.”29

Romancı, bu vesile ile gerçek bir vakıayı hatırlatır; “Batılılar, her şeyi resmi müdahaleye bırakmayıp, biraz vicdâ- ni hareket etselerdi “Bazar Dö Şarite”yangını esnasında öy­le yüzlerce insan yanar mıydı? Hem de yananların yüzde dok­san beşi kadın ve çocuk. Erkekler, âcizleri kurtaracaklarına kendi canlarını kurtarmışlar. Burgonya vapurunun batışı da aynı hâdiselerle neticelenmiştir.”

Bu duygusuzluk, bu kendini düşünme ve hodgâmlık ba­tıda çok eski bir geçmişe mi sahiptir? Yoksa Ahmed Mit­hat Efendi’nin Avrupa’yı tanıdığı asırda henüz büyüme­ğe başlamış olan sanayinin doğurduğu bir netice midir?

Bunun münakaşasını edibimizde bulmak biraz güçtür. Ancak iki medeniyeti kıyaslarken mantıken bunu medeniyetin terak­kisine bağladığını görürüz.

Bu egoizm, tabiatıyla dostlukların da bir takım hesaplara da­yanmasına sebep olur. Karşılıksız, menfaatsiz dostluklar, ro­mantik hikâyelere konu olacak kadar nadir hâdiseler hâlinde kalmıştır. Yazarımız, burada Osmanlı okuyucularını ikaz mak­sadıyla yazdığı eserinde, bir gün Avrupa’ya giderlerse oranın yaşayış kaidelerine yabancı olmasınlar diye bu meseleye işaret eder: “Avrupa’da bulunan insanın kalbi geniş30 olmalıdır. Hatırdan çıkarmamalıdır ki Avrupalılar belli dairelerde31 ve münâsebet­lerinin gelişmesini32 pek de istemezler. Hele kendilerine en­gel33 olmayacak ve hiç olmazsa kendilerini eğlendirmeyecek olan münâsebetler hususunda gayet nazlı ve tok34 olurlar.”35 Romanlarında da bu gibi vakıa ve mülâhazalara rastlanır. Komşuluk, komşu hakkı gibi şarka mahsus çok insani ve kar­şılıksız bir hamiyeti Paris’te bulamazsınız. Ahmed Mithat bu meseleyi, şehirlerin büyümesine, büyük sanayi ve kadın-erkek çalışmasının zaruretlerine bağlanmadan anlatır: “Polini odasında oturamadı. Oturmak inâdında bulunsa bilâ- şüphe donup helâk olacak. Kime gitsin? Hangi komşuya git­sin? Paris medeniyeti komşuluk adet-i kadime-i medeniyesini çoktan mahvetmiş. Bir hanenin iki odasında kapı-bir komşu olanlar bile yekdiğerini tanımazlar, bilmezler, görüşmezler. Hele bunların ikisi de birbirlerine yardımları olamayacak fuka­radan olurlarsa var yal…”35

“Amerika’da değil, Avrupa’da bile dostluk için komşuluğun hiçbir tesiri olamaz. Kırk yıl bir merdivenden inip çıkan kom­şular kırk yıl dahi birbirlerine yabana kalırlar.”

“Paris’te Bir Türk” adlı romanında kahraman Nasuh, kaldığı pansiyonda, Avrupalıların bu âdetini bildiği ve buna taham­mülü olmadığı için dostluk kapılarını kendisi aralamağa çalışır. Merdivenden inip çıkarken selamlaşır ve bir-iki çift söz söyler. Pansiyon komşuları ayrı milletlerden olduğu için hepsinin dav­ranışı farklı olur. Bu, henüz Avrupa’yı görmeyip kitaplardan tanıdığı yıllarda yazdığı romanında, çeşitli milletlerin dostluk davranışlarını anlatması bakımından Ahmed Mithat’ın kendi­ne mahsus bir dikkatidir;

“Moskoflar Nasuh’un bu hareketinden memnun kalırlar. Zira Avru­pa’nın en çelebi milleti Moskof lar addedilse şayandır. Zira insanoğlu­na derhâl temayül ederek ana baba kardeş gibi ısınmakta Türklerden bile öndedirler37. Almanlar Nasuh’un haraket-i lâubâliyânesine taa- cüp etmişlerdi. Çünkü onlar İngilizler kadar da sıcak değildirler. Hele Fransız familya/arınca Nasuh’un bu ha raketi yabancılığa hamledildi. Zira Paris’te bir menfaat-i şehvaniye yahut bir menfaat-i nakdiye icab eylemezse birbirini bilmeyen iki adam arasındaki münasâbet pek ba­yağı bir hâlde kalır gider.”38

Yazarımız, bir romanında da, İstanbul’da bu komşuluk hakkı veya vazifesinin can sıkıcı hatta terbiye dışı bir hale geldiğin­den bahsederken kendi âdetlerimizi tenkit eder:

“İstanbul’umuz malumdur ya? Kaide-i medeniyet herkesin kendi hanesi dâhilinde hâkim olarak onun hâricine karışma­masını iktizâ ettirdiği hâlde bizim usûl-i medeniyetimiz gere- ğince39hepimiz mahalle kethüdası kesiliriz. Herkesin hanesine karışırız. Hatta bazılarımız kendi hânesine karıştığından ziyâ­de âlemin hanesine karışmakla iştiğal eder… Mevlâ cümlesini ıslah eylesin, diyelim.”40

Bu roman, Ahmet Mithat’ın, Avrupa seyahatinden birkaç yıl önce yazmış olduğunu da tekrar edelim. Bir yabancıya değil komşuya dahi yardım elini uzatmayan Av­rupa’da aile ve akrabalık bağları da kopmuştur. Aynı şehir içinde yaşayıp birbiriyle ilgisi kesilmiş ana-baba ve çocuklar çoktur. Ahmed Mithat “Gürcü Kız” romanında bu acı hakika­ti, Avrupalı bir seyyah olan Vilhelm Sanç’a itiraf ettirir. Bu za­tın Tiflis’ten ayrılırken, yanında iki gece geçirdiği bir Gürcü ai­lesiyle vedalaşmasını tasvir eder. O Tiflis ki, Ahmed Mithat Efendi’nin “Firkat, Kafkas, Çerkeş Özdenleri” gibi roman ve tiyatrolarında âdet ve ananelerinden hayranlıkla bahsettiği ana diyarı Kafkasya’nın bir şehridir.

“El ele verip vedalaşarak41 ikametgahı kapısından dışarıya çık­tım ki bu kusurun42 yüreğimi sıkıp burnumu sızlatarak gözle­rimden birkaç damla yaş damlattığı­na43 vâkıf olduğum zaman kendi hali­me kendim şaştım44. Çünkü biz Avru­palılar buna benzer iç sezgilerimizi45 büsbütün46 kaybeylemişizdir. Seyâha- te çıktığımız zamanlar kendi familya­mız halkından ayrıldığımız esnada bile bu hüzün kalbimizi istilâ etmez ki o zevk-i rûhaniyle zevklenelim41. Hâlbuki şu asil ve sâfi cemaat nezdinde iki ge­celik yolculuk48 insanlık için asli hal ve yaratılıştan49 olan bu örnek kalbi sez- giyes° yöneltmiştir. “5‘ Bundan sonra Vilhem Sanç, Avrupa’da bu neticeyi medeniyetin doğurduğu­nu, çünkü pek çok seyahatleri esnasın­da akraba ve dost bağlılığının iptida- T kavimlerde daha derin ve samimi ol­duğunu anlatır.

Ahmed Metin ise, Osmanlılarda efendi ile köle veya hizmetkâr arasında ömür boyu devam eden baba-evlat gibi ya­kınlıktan bahseder:

“Aşk-ı vatan, sevdây-ı din, muhabbet-i pederâne ve mâderâne gibi şeyler me- yanına efendi ve vel-i nimet sevdâsını da katmaktan hâkim sınıfın52 gaflet üs­tünlüğü53 göstermişlerse de bu muhab­bet dahi hakikate mevcuttur. İhtimal ki Avrupa’da akrabalık ilişkileri54 bile git­tikçe azalarak yok hükmüne yaklaştığı için ahlak âlimleri bu efendi muhab­betini hiç de aramamaktadırlar. “56 “Paris’te Bir Türk” romanında Na­suh’un pansiyon komşularından Ma­dam Garnol, evli olan ablasının yanın­da ancak çocuk dadılığı etmek suretiy­le geçinmektedir. Bu hususta Ahmet Mithat şunu söyler. “Zira Paris’te kardeş kardeşe yardım etmek hamiyeti değil, fakat iktidârı az­dır.”57 Ahmet Mithat, Avrupa âdab-ı muaşe­retin de hiçbir insani bağı bulunmayan bu sınıf insanlardan bahsettikten son ra tezini şu insaf cümlesiyle tamamlar: “Lakin bütün Avrupa Paris gibi ola­maz. Hattâ bütün Paris dahi bu hâlde değildir.”

Cömetlik

Sosyal Yardımlaşmadan bahsedip de bunun motor gücü olan cömertlikten bahsetmemek olmaz. Ahmet Mithat Efendi’de “Cömertlik” fenomeni başlı başına bir konudur. İslâm ya da baş­ka bir dinden, Osmanlı ya da başka bir ülkeden olsun, cömertliğin Doğu ka­vimlerine mahsus bir haslet olduğu muhakkaktır. Ahmed Mithat Efendi, Avrupa seyahatinden evvel bu hususi­yetin farkına varmamış gibidir. 1889’dan önce neşrettiği eserlerinde gerek Şarklıların cömertliğine gerekse bu duygunun Avrupalılar ile mukaye­sesine rastlamıyoruz. İlk defa, Stock­holm’e giderken Almanya treninin va­gonunda bu meseleyle karşılaşır. Tü­tün kesesini unutmuştur. Tiryakiliği başına vuran meşhur edebiyatçımız, kendisine ikram etmeden sigarasını içen diğer yolcudan bir sahavet bekle­menin boşuna olduğunu düşünür. Ar­tık Avrupa’dadır.

Zihnim döne dolaşa ahlâk ve âdât-ı Osmaniye’mize intikal eyledi. Canım Osmanlılık. Şimdi şu vagon ile memâ- lik-i Osmâniye’de seyr ü seyâhat olsa velev ki içinde bulunanlar ile tanıdı­ğım”58 olmasın her hangisine:

“Yahu! Ben tütünümü kaybetmişim! Bana bir sigara inayet buyurunuz! Di­yecek olsam asla diriğ etmezler…”59 Yolculuğun devamında bunun bir ah­lâk mı, yoksa âdab-ı muaşeret mesele­si mi olduğunu düşünür. Ne olursa ol­sun pratikte lüzumlu ve faydalı olan bi­zimkidir. Öyleyse yaşasın Osmanlılık: “Cihanda Osmanlılar kadar inâyetkâr bir millet daha tasavvur olunabilir mi?

Burada ise prezante olunmamış (sunulmamış) bulunduğum adamlara merhaba demeğe bile hakkım yoktur. Maazallah bir sigara isteyecek olsam arsızlığıma, dilenciliğime hamlolu- nur. Vermemekten maada ihtimâl ki beni tahkir ederler. Öy­le ya! Tütünün bu kadar müptelâsı olduğuna göre insanın her şeyden evvel onu düşünmesi tedarikli bulunması lâzım gelir.”60

Seyahatte tanıdığı ve çok sevdiği bir İsveçli mühendiste gör­düğü aynı tavrı, kendi kendisine biraz daha müsamaha ile te­lâkki eder. Başkasından ikram kabul etmenin o şahsa yük ol­mak demek olduğunu anlamıştır. Daha doğrusu, bu düşünce­yi takdir etmese bile Avrupalılarda bunun mevcudiyetinin gay­ri ahlâkf olmayan bir esasa dayandığını kabul etmiştir. Çünkü karşısındaki, batılıların en dost, en iyi niyetli tiplerindendir: “Bu adamdan gördüğüm nâzikane ve insânî muâmelenin ha­kikaten minnettarıyım. Kendisi Avrupalıların en terbiyeli adamlardan olarak bu terbiyenin birinci gereği de refikine as- lâ yük olmamaktadır. Bir iki defa birlikte yeme içmede6‘ bu­lunduğumuzdan ve bizim ahlâk-ı şarkiye ve Islamiye’miz ge­reğince buna benzer yemelerde ve içmelerde refiklerimizin masârifini de vermek bir ikram addedildiğinden yemek mas­raflarını62 benim tarafımdan ödenmesine63 müsaade buyur­masını pek çok defa ricâ eylediğim halde mümkün değil ka­bul ettiremedim. Vakıâ Avrupa’ca hotellerde, kahvelerde, lo­kantalarda filânlarda herkesin kendi masarifini vermesi mu- tad ise de bâzı bizim gibi şarklıların ikramlarını kabul edenler dahi bulunur. Ahvâi-i şarkıyeyi bilmeyenler ise böyle bir ikrâ- mı kendi nefisleri için hakaret sayarlar.”64 Bundan evvelki bahiste adı gecen “Gürcü Kızı” romanının kahramanı Alman seyyahı Vilhelm Sanç da Kafkasya’daki hal­kın misafirperverliğini, tanımadığı her köylü evinde karşılıksız yiyecek yemek ve yatacak yer bulduğunu anlatır.

Ahmed Mithat’ın, Beyoğlu’nda bir kahvehanede bizzat görüp dinlediğini söylediği bu seyyah, sözünün sonunda batı mede­niyetinin girmesiyle bu faziletlerin tükenmekte olduğunu da belirtmiştir: “Ben bu tarafların ahvâline meftun olduğum cihetle epeyce uzun65 olan bu seyahatten asla usanmak bilmedim. Usanma- makta yerden göğe kadar hakkım vardır. Zira onlara Rus me­deniyetinin yerleşmekte bulunması halkın bu misâfirperverli- ğini hayliden hayli tadil eylediğinden bundan sonra66 bu türlü seyâhati merak edenler bile mükemmelen icraya muvaf­fak olamayacaklardır. Yarısı hotel ve yarısı lokanta ı/e meyhâ- ne hükmünde bir takım yerler peydâ olmakta bulunduğun­dan misâfir-nüvazlık bunların işi gücü67 hükmünü alacaktır. Yerlilerin eski semâhat-ı mihman-perverilerine murada ermek

nâiliyet öteden beri bunların âşinâ ve ahbâbı olmağa müte­vakkıf görülecektir. İşte ben buralarını bildiğim için şu sûret-i seyahatime bundan sonra başka bir Almanyalinın daha belki muvaffak olamayacağı hükmüyle doyamaya doyamaya icrây- ı seyahat eyliyordum. “6S

Vilhelm Sanç’ın bir harikalar ülkesi gibi anlattığı Kafkas diyarı­nı, bu haliyle başka bir seyyahın bulmak İmkânından mahrum olması, Rus medeniyetinin de oralara girmekte oluşundandır. “Avrupa’da bir Cevelân”ı yazarken Şarklılara o kadar yakın bulduğu Rusya’yı, bu defa batı medeniyetinin temsilcisi gibi göstermesi, bir tezattan çok Rusya’nın iki medeniyet arasında kalmış olmasıyla izah edilmesidir. Batı medeniyetinin menfi te­rakkisi anlatılırken Rus halkının ananevi değerlerini öven Ah- med Mithat’ın, Kırım Kafkas ve Asya Müslümanlarıyla muka­yesede Rusya’yı Batılılar arasına koyması tabidir. Edebiyatımızdaki bu unsurlar, sosyal yardımlaşma medeniyeti­mizin beraberinde getirdiği tabii bir sonuçtur. Aslında bunun bir meslek haline getirilmesi, tabiri caizse modernleşen bir dünyanın sonucudur. Bu çalışma haliyle Avrupa’da başlamıştır fakat Anadolu’ya yansıması da modernitenin İnsani duygula­ra etki etmesiyle, sosyal yardımlaşma fikri meslek haline geti­rilmiştir. Sosyal yardımlaşmanın günümüze ve geleceğimize hitap ede­cek şeklinin, geçmişimizden kalan mirasla yeniden şekillendi­rilmesi gerekmektedir. Bunun sebebi de globalleşen dünya­nın, değişik ekonomik seviyelerindeki halk üzerinde, değişik etkileri bulunmasıdır. En önemli etki ise bizce yabancılaşmadır ki Ahmet Mithat’ın eleştirdiği unsurlar, artık günümüz metro­pol şehirlerinde de gözlemlenmeye başlanmıştır. Bu yabancı­laşmanın giderilmesi en temel amaç olmalıdır ki bu da ancak sivil sosyal yardım kurumlarının sayısının arttırılması ile müm­kündür. Yönetim tara­fından da yapılacak kontroller sadece, de­netim alanında kalmalı­dır ki bu şekilde, bu ku­rumlara oto-kontrol gö­revleri dağıtılmış olacak­tır. İşleyişlerinin yeniden düzenlenmesi ve daha serbest hareket etmele­rinin yanı sıra merkezi bilgi İşlem ağları kurula­rak bilgi paylaşımı, yö­netim tarafından sağlanmalıdır.

Dipnotlar:

  1. Terakkıyaât-ı medeniye
  2. Mertebe-i kemâli
  3. Mesmû olmadığı
  4. Kemâlât-ı medeniye
  5. Vukuât-ı âdiyeden
  6. Mürüwet-i keremkârâneye
  7. merâtibinin bâlâsına
  8. Merâtib-i medeniyenin
  9. A. Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan s.359
  10. Misillû ahvâlde
  11. Re’yel-ayn
  12. Muavenetine
  13. A. Mithat Efendi, a.g.e s. 359
  14. Istisvab
  15. ıIstihsâna
  16. Memurin-i mahsusa
  17. Küşâd
  18. Mahzâ
  19. Hey’âtn muavine
  20. Sûret-i mübreme
  21. Mürüvvet-i umûmiye
  22. Kifayet
  23. Nâşi
  24. Muvazzaf
  25. Bilintizar
  26. A. Mithat Efendi , a.g.e s.372
  27. Mudârip
  28. Mürüvvet
  29. Mesâil-i Muğlaka
  30. Deryadil
  31. Dâire-i muârefe
  32. Tevessü
  33. Nâfi
  34. Müstağni
  35. A. Mithat Efendi, Avrupa Adab-ı Muaşereti s.308-9
  36. A. Mithat Efendi, Diplomalı Kız s.70
  37. Mukaddem
  38. A. Mithat Efendi, Paris’te Bir Türk s. 127
  39. İktizâ
  40. A. Mithat Efendi, Çingene s. 138-9
  41. Resm-i vediâ icrâ
  42. Mufârakat(kelime)
  43. Taktir eylemek
  44. Istiğrab eyle (Deyim)
  45. Ihsâsât-ı mübâreke-i derûn
  46. Bilkülliye
  47. Tezevvuk
  48. Müsâferet
  49. Cibilliyeden
  50. lhsâsât-ı kalbiyeye
  51. A. Mithat Efendi, Gürcü Kızı s.84
  52. Hükema
  53. Ağleb-i gaflet
  54. Münâsebet-i zülkurbâ
  55. Ahlâkıyun
  56. A. Mithat Efendi, Ahmet Metin ve Şirzad s.281
  57. A. Mithat Efendi, Pariste Bir Türk s. 126
  58. Muarefe
  59. A. Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan s.91
  60. A. Mithat Efendi, a.g.e s. 92
  61. Eki ü şürpte
  62. Masârif-i vakıanın
  63. Tesviyesine
  64. A. Mithat Efendi, a.g.e s.110
  65. Medid
  66. Badema
  67. kisb ü kârı
  68. A. Mithat Efendi, Gürcü Kızı s. 120

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Şiraze’den Şiraze’ye Saklı Mektuplar -... / Şiraze
Kuru ve Beyaz Bir Mevsim / Hülya Atakan
Popüler Kültür ve Hidayet Romanları / Yılmaz Yılmaz
Esrar Kokulu Yalnızlık / Oğuzkaan Durdu
Sancı Dağı / Serkan Tarifci
Tümünü Göster