Çantada Papatya

Barın kapısında, burada çok yeniymişcesine bakmaya çalışıyor, aslında her geldiklerinde hiçbir şeye hayret etmiyor, Temurçin’in arkasında fon oluşturan Çiçek. Her yerde her renk, sanki bir kovalamaca var, sesler renkler kovalıyor, renkler birbirlerinden mahzun, kaçışacak yer arıyor, bilinmez bir hüzün bu gürültüde her yeri sarıyor ve sanki bir tek Çiçek bunların farkına varıyor.
Barlar boyunca yaşamının akıp gittiğinin farkına mı varmaya çalışıyor, her akşam bir yerlerde bir şeyler yapılıyor, bazen o akşamlar sabahlara kavuşuyor. Temurçinler ve bilinmeyen başka bir takım şahsiyetler arasıra birbirlerinin hayatlarına giriyor fakat çok durmadan başka insanları tüketmek için yola çıkılıyor. Çiçek bir çok şeyi anlamıyor, zaten kimse de anlıyor gibi durmuyor. Temurçin bu sıralar sevgilisi ve her sıralar birilerinin sevgilisi olunmalı, barın gürültüsüne çok mutluymuş ve bundan dolayı dans ediyormuş gibi giriyor Çiçek.
Saçları sarı, gözleri de mavi olsun çok isterdi ama bir çok istediği gibi bu da olamıyor. Mahzun bir doğulu güzel gibi görünmek çoğu zaman moralini bozuyor ve yer yer sarıların arasından saçının aslı görünüyor, siyah ve bastırılmış. Gözlerine lens de taksa Asyalı Çiçek, aşkı bulamamaktan şikâyet ediyor.
Henüz genç, ama asayiş kontrollerinden korkmuyor, yirmi iki yaşında. Okumuş, akıllı mı desek zeki mi? Elinden pek bir iş gelmez, bunu bir marifet bellemiş herkese anlatıyor. Gözü bazen ince işlere takılıyor: Zigon sehpalar, fiskos masaları ve perde kenarlarındaki süsler, Çiçek’in Asyalı benliğindeki evi süslüyor.
Kendini özgür hissediyor geceleri fakat gündüzleri dinamik bir halkla ilişkiler sorumlusu ufak bir şirkette. Her sabah ayna karşısında kendine kendini anlatmaya çalışıyor, ama çoğu zaman yanlış dersi çalışıyor. Her neyi anlattıysa o gün, o olamıyor: Zeki iş kadını, neşesini kaybetmemiş arkadaş veya sevgilisini arayan mahzun güzel. Durgun bir gülüşü var ve bir o kadar sessiz duruyor bazen. Aslında bardan çıkarken tüm bu detaylar anlamsızlaşıyor, gözleri yuvalarından kayboluyor, Temo’lara baygın dönüyor ve bazen hangi yatakta uyandığını anlayamıyor. Bütün bunları bu yüzden önemsemiyor Çiçek.
Günler her seferinde daha da uzuyor. Durup dururken insanlar birbirine gülüyor. Akşamı beklemekten ibaret bir koşuşturmacadır başlıyor. Hafta sonları daha sonraki günleri hasretle bekliyor. Günlerin isimleri kötü olmalarına bahane sayılıyor. Yorgun Pazartesi sendromları, bitkin ve hastalıklı Salı’ları kovalıyor. Oysa,, ne Çarşamba gecesinin suçu var yorgun gecelere yatak olmakta, ne de Perşembe sabahının baş ağrılarına bir sebebi var. Trafik ve bitkinliği Cuma günleri beslemiyor zaten. Ama her gün için bir hastalık biliniyor.
Herkes birbirinin yanında dans ediyor, dans ederken kimisi bir şarkıyı anlatıyor, kimisi bir şey anlattığını zannedip çok mutlu oluyor. Çiçek her şeyin birbirine karıştığını görüyor. Temo birilerine bir şey anlatıyor, sık sık bir şeyleri irdeliyor. Keçi sakalından sürükleyip Temo’yu boğası geliyor, fakat tam bunu söylemek isterken, ağzından bir içki daha istediği çıkıyor. Temo’nun yüzünde bir anlamsız ifade, bar orada git alsana dercesine bakıyor. Bu mesaja alışkın Çiçek. Bara gidip “bir bira daha” diyor birbirini takip eden “dahalar” boyunca… Çiçek’in yüzüne bakan birileri onun kolay lokma olduğunu anlıyor, sapsarıya yeni boyadığı saçları nedense bir türlü aradığı özgüveni vermiyor.
Çiçek, bara gidişleri iyi tanıyor, bu yüz ifadelerini, bu dansları, sürtünmeleri ve daha birçok şeyleri. Baygın bakan gözleri, irdelenen meseleleri ve aslında nelerin ne edildiğini. Fakat yaşamak denen oyunun kuralı bu, herkes gibi o da herkese uyuyor. Zaten bara giderken “Temo ile her şeyin bittiğini” düşünüyor.
Bir şeylerin birileri ile bitmesinin bir şey olmadığını da biliyor. Çünkü özel hayat ve hoşlanma doktrinine göre her an her şey olabiliyor, bir an olmadık bir evde olmadık bir düzlemde uyanılabiliyor ya da olduk bir evde olduk bir düzlemde tanımadık birisine rastlanabiliyor ve kimse kimseye bir şey sormuyor. Sonuçta herkesin memnun olduğu bir sistem olduğu varsayılıyor. Fakat rimelleri gözden akarken, çirkin garip üçgenler çiziyor hatta gözyaşları tüm boyaları siliyor ama izleri silinmiyor yaşananların.
Her şey dönemlerden bir dönem sanılıyor, herkes birbirinin bir dönemine rast geliyor. Bilinmiyor ki hayat bu dönemlerin tekrarından ibaret bir karışımdır ve günün birinde dönemler dönmeyebilir. Çiçek her şeyin bu kadar anlamsız geçip gitmesine ağlıyor en çok. Onun dönemleri gitgide daha kısa sürüyor.
Barda dahalara daha eklemekle meşgulken Çiçek, onun yalnız olup olmadığını merak ediyor birisi. Çiçek artık pek de hareket etmeyen gözlerinin ucu ile bakıyor. Onun arkasında, uzakta bir yerlerde, heyecanla irdelemeye devam eden eden Temo’yu ve yanındaki kızı görüyor. Başı ile onaylıyor yalnızlığını, ağzından da birtakım sesler çıkıyor. Tebessüm ediyor avcı. “Böyle bir güzel hanımın yalnız olması mümkün mü?” Bunu sorguluyor bir müddet, Çiçek’in eli elinde. Laflar ağzında bir oraya bir buraya gidiyor. Sonunda adını soruyor ve “Bu gece kendisine gelip gelmesini istediğini” ekliyor hemen arkasından. Avcı Çiçek’in kendisine geleceğini zaten biliyor, fakat bu onayı duymaktan timsahça bir tad alıyor.Sarı saçlara bakıyor, ellerini gezdiriyor onların üzerinde. “Senin adın Papatya olmalıydı güzelim, bu güzel sarı saçlar sana çok yakışmış…” diyor sahte bir gülümsemeyle. “Haydi, gidelim Papatyam!” Çiçek burnunu çekiyor, ufak bebekler gibi, başını sallayarak onaylıyor. Daha fazla ne beklenecek? Hangi şiir okunursa okunsun gece zaten aynı bitecek. Bu gece ve ardından gelen geceler, o aranan romantik prens asla gelmeyecek. Güzel güzel gidiyor onun peşi sıra Çiçek.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Meğer Aşk İmiş / Arif Dülger
Mavi Türkü / Şeref Akbaba
Aşk Üfle Anne / Özcan Ünlü
Kalbini Ferah Tut Sevgilim / Adem Özbay
Kor Ayaklar / Ferman Karaçam
Tümünü Göster