“Kendinden bir şeyler kattın, ölümü güzelleştirdin”[1]
“Bir kelimenin anlamı onun dildeki kullanımıdır”
Çok yavan gibi görünen fakat önemli bir hakikate parmak basan bir tespittir bu. Söz âleminde her bir harfin yahut harf grubunun orijinindeki anlamıyla birlikte hatta kimi zaman ondan daha önce talî anlamlarını çağrıştırdığı malûmdur.
Alıntısını yaptığımız filozof Wittgenstein’in oldukça rağbet edilen bir tespiti daha vardır:
“…Dünyamın sınırları dilimin sınırlarıdır…”
Kimi tercümelerde bu “…Bilimin sınırları dilimin sınırlarıdır…” şeklindedir ki, her ikisinde de düşünürün, dilin muhtevası ve kudretine dair meramı anlaşılmaktadır.
Böylece çeşitli harf kombinezonlarıyla uçsuz bucaksız söz deryası oluşturan Edebiyat bütün bilimlerin tahtına kudretli biçimde ve hakkıyla oturmuştur. Sultası, bilgiye ve anlatım hünerine dayanan her sahada kendisini hissettirir. Artık Söz Âleminde her şey ondan sorulur, Sükût Âlemi onunla bilinir ve anlamlanır.
Bu çerçeveden bakınca ağızdan çıkan bir Sarıkamış sözcüğü tek başına bir mekân isminden çok daha ötesini çağrıştırır. Bu yüzden konu başlığına yaptığımız alıntıya atfen “Sarıkamış’ın anlamı onun dildeki kullanımıdır”, dersek, aşırılmış bir aforizma üretmiş değil yalın bir tespit yapmış oluruz.
***
“Birinci Cihan Harbinde Kafkas Cephesinde, yoğun olarak, 21 Aralık 1914-5 Ocak 1915 günleri arasında 3. Ordu tarafından icra edilen Sarıkamış Taarruz ve İhata Manevrasındaki faaliyetler…” olarak özetlenip formüle edilecek zaman-mekân kaynaşmasının derin etki ve sonuçlarına hangi sıfatlarla daha çok anlam katarız?
Mercek altına alacağımız soru ve sorun budur.
Bu vakanın episotesinin (=olaylar zinciri), tüm ayrıntılarıyla halen uzman zannedilen kişiler tarafından bile yeterince bilinmediğini rahatlıksızlık duyarak söyleyebiliriz.
Gerçi hiçbir tarihi vakayı tüm gerçeklik ve ayrıntılarıyla hiçbir uzman ve uzmanlar kadrosunun dahi bilmesine imkân yoktur. O halde gerçeğe en yaklaşan seyir tarzıdır söz konusu olan…
İşte Sarıkamış’ın çerçevesini çizdiğimiz zaman-mekân dilimindeki gerçeğe en yaklaşan episotenin kavranabilmesi için:
1-Ülkemizde ve İlgili ülkelerde bilhassa Rusya’da konuyla ilgili tüm askeri ve sivil arşiv belgelerinin ciddi, yansız ve güvenilir tercümelerle ortaya konulması,
2-Yerli-yabancı, askeri-sivil bütün hatıralardan benzer şekilde yararlanılması,
3-Bunlardan istifadeyle günümüz teknolojisiyle görsel ve anlatıma dayalı ciddi belgesellerin sunulması, gereklidir.
Olaylar zinciri eksik bilgiler taşıyan bu olgunun tarih şuurumuza, sanat ve edebiyatımıza yansıması noktasından daha içler acısı olduğunu söyleyebiliriz.
Sarıkamış üzerine beyni ve yüreğiyle birlikte dengeli düşünenler bilirler. Daha onu dudağınıza getirmeye kalkıştığınızda, önce bir iç çekme ve önüne yahut arkasına takılası uygun bir çağrışım aranır. Aradığınız mutlaka burkutucu sıfatlardan bir veya birkaçıdır. Bu sıfatlar nasıl en kısa ve çarpıcı şekilde özetlenebileceği üzerine olmalıdır.
Yine onun kahramanlarını da birer birer yahut topluca göz önüne getirdiğinizde de öyledir.
Çünkü bu kahramanların, kendileri orta yerde dururken, Resmî-Alternatif Tarih sarkacında gel-git olmaktan rahatsızlık duyduklarını, nasıl sıfatlandırılacakları konusunda hâlâ uzlaşma olmamasına, sükût âleminden gelen uğuldanmalarının söz alemindekilere vız gelmesine… hayıflanmakta olduklarını hissedersiniz.
Eşi benzeri görülmemiş bir fenomen olarak tarihe çığ gibi düşen fakat sanat ve edebiyatımız da ne yazık ki sönük kalan Sarıkamış’a bu yüzden hiçbir imaj biçilmiş kaftan olamamaktadır. -…karda, kışta tek kurşun atamadan bir gecede doksan bin şehit… trajedi… facia… ilh, olarak yaygınlaştırılan imaj ise popüler tarih roman ve hikâyeciliği formatlarına hiç de uymaz.
Ama edebî bir anlatım için uçsuz bucaksız bir hazine olarak orta yerde parıldamaktadır.
Hem de uzun süre iki başlı bir sansüre tabi tutulmasına rağmen!
Bu sansürlerden birisi o tarihte Harekâtın başında olan Enver Paşa’nın bizzat yazılı emridir ki; Sarıkamış Harekâtından bahsedilmesinin yasaklanmasına dairdir.
Bir diğer sansür daha uzun süreli ve üstü örtülü süregelen bir uygulamadır. Yeni Ankara Hükûmeti ve devam eden Cumhuriyet Kadrolarının, sırf Enver Paşa ve ekibini Sarıkamış başarısızlığıyla hatta tüm Cihan Harbi yenilgisiyle özdeş hale getirmek gayretleri olarak özetleyebiliriz.
Bu gayretler cümlesinden olarak 1921 yılında Şerif İlden Hatıralarının tefrika halinde yayınlanmasına müsaade edilmiş ve Sarıkamış Harekâtı kamuoyu tarafından üç çeyrek asır boyunca; onun anlattıkları yegâne gerçekmiş gibi algılanmış ve yukarıya özetlediğimiz:
-…karda kışta tek kurşun atamadan bir gecede doksan bin şehit… trajedi…facia…ilh teranesi olmuş ve Sarıkamış keyfiyetini kemiyete boğmuştur.
Sonra ilk defa kim dile getirdiyse Sarıkamış Şehit ve Gazilerine ve bu sınıfa dahil olmayan tüm mağdurlarına daha saygılı ve yakışan bir sıfat bulunmuştur:
Hüzün Destanı!
***
Sarıkamış anlatımında bu sıfatların hiçbirinin yeri yoktur demiyoruz!
Tezimiz bunları da kapsayan daha derunî sözlere, sıfatlara muhtaç ve müstehak olduğudur.
İster efsane, ister gerçekçi anlatımı olsun, tarihin, görkemli bir biçimde aktarılması ve asırlara meydan okuması kısaca klâsikleşmesi, kalemin ve onun erbabının elindedir.
İşte Firdevsî ve Şehname, işte Homeros ve İlyada-Odesa!..
İşte Hugo, Tolstoy, L.Wallace…
Uzatabileceğimiz bu listede ne yazık ki edebiyatımızda Baburnâme dışında, dünya çapında klâsikleşmiş eserler şimdilik yer alamayacaktır.
Oysa Sarıkamış’ta ilham kaynağı olacak daha fazlası vardır.
Söz ustalarımızdan [2] yararlanarak, diyelim ki:
Zahidin de ayyaşın da bir olduğu
beraber donduğu
çünkü kor ateşin bile buz olduğu
bir kış çölünde…
yarışta koşuyu kaybeden atlar gibi
ama yarış bittikten sonra da koşan
soylu atlar gibi…
yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferin
billûrlaşmış ruh ve bedenlerinizde
nasıl da yek vücut olduğuna tanık olduk..
Ey yitik sanılanlar;
kendinizden bir şeyler katıp ölümü güzelleştirdiniz!…
Şimdi sıra bizde…
Sizden bir şeyler katıp
Sizi daha da güzelleştirmek mutlak borcumuz olsun!
——————————————————————————–
[1] Sezai Karakoç
[2] Şeyh Galib, Sezai Karakoç, Erdem Beyazıt’ın mısralarını harmanlaştırarak…