Fuzuli’nin Berceste Mısraları(Aşkın Şah Beyitleri)

Bana mânend bir dîvâne sûret bağlamaz gûyâ       
Kalem sındurdı tasvîrüm çekenden sonra nakkâşum[1]

Artık (bundan sonra) bana benzer bir çılgının (varlık sayfasında) suret bağlaması mümkün değildir… Sanki nakkaşım benim şeklimi suretler âlemine çizdikten sonra kalemini kırmıştır.
Nâzım-ı hakîkî ve sâni‘-i ezelî olan Cenab-ı Feyyâz-ı mutlak, varlık düzenine en mükemmel şekilde vücut vermiş ve her şeyin suretini ezel sahifesine benzersiz güzellikte nakışlar hâlinde resmetmiştir. O ezel nakkaşı, ebed ressamıdır.
O’nun yaptığı nakşı hiçbir nakkaş yapamaz; O’nun çizdiği resmi hiçbir ressam çizemez.
Yer ve gök sahifesi O’nun sonsuz sanatının cilvegahı; hayat ve insan ise O’nun kemal, ibda, icad, inşa, ihtira, halk ve  kudret sıfatlarının tecelligâhıdır.
O bütün kemal sıfatları ile muttasıf; bütün noksan sıfatlardan münezzeh olandır.
O kemâl, celâl, hikmet ve kudret ile gökleri altı günde yaratmış; yedinci gün ise evrenin sultanlık tahtına (arşa) ihtişamla kurulmuştur.
O kudret, celal ve ikram ülkesinin sultanı; esmaü’l-hüsna sarayının ezelî ve ebedî padişahıdır.
O Hâlık’tır; her şeyi yaratan, kudretiyle varlık kategorilerini düzenleyendir. Bir şeyin olmasını irade ettiğinde sadece “Ol!”demesi yeterlidir; o hemen oluverir. O, yaratıcıların en yücesi, en güzelidir.
O Bârî’dir; yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizam üzere yaratan; olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirendir.
O Musavvir’dir; yarattığı varlıkların özellik ve durumlarını takdir edip, dilediği biçimde meydana getiren, şekillendirendir. Suretler O’nun kalemi ile varlık sahifesine çizilmiştir. O, nakkâş-ı hakîkî, ressam-ı ezelîdir.
O Latîf’dir; en girift işlerin bile bütün inceliklerini bilen, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar hesaplayıp, sezilmez yollarla karşılayandır.
O’nun kudret ve ihtişam kalemi ile  varlık sayfasına nakşettiği en eşsiz tablo, insandır. O, insanı varlığın göz bebeği olarak takdir etmiş, onu en güzel surette şekillendirmiş ve ona kendi ruhundan üflemiştir.
İnsanı da birbirinden farklı niteliklerle, imanda amelde; bilgide hikmette; takvada ihsanda; akılda fikirde birbirinden derece derece üstün özelliklerle var eden yine O’dur.

Kimini meleklerin mescûdu (itaat ettiği) hâle getirdi; kimini iblis’in meclûbu (tutkunu) yaptı.

Kimini âlâ-yı illiyyîne kılavuzladı; kimini ise derk-i esfele yuvarladı.

Âlim, câhil; saîd, şakî; mutî, âsî hep O’nun kaleminin nakışları ile suretler dünyasına geldi.

O kimini zeki eyledi, kimini gabî; kimini dânâ eyledi, kimini nâdân; kimini âkil eyledi kimini mecnun; kimini ârif-i bi’llâh eyledi, kimini meczûb-ı saâdet-karîn-i ilâhî…

Hikmet verdiklerine çok şey verdi; mâl ü menâle müstehak kıldıklarını neredeyse azdırayazdı; aşka giriftar ettiklerini ise divaneler defterine yazdı. O defterde âşıklarla divaneleri bile yazdı; Fuzulî’yi ise “serdefter-i divanedir” diye yazdı.

Fuzulî’yi varlığın levhasına “âşık-ı divâne”, “şair-i meczûb” diye yazmasına yazdı da, sanki bir böyle divane artık gelmesin suretler âlemine diye, levhi kaldırdı; kalemi ise kırdı.

Artık bundan sonra Fuzulî-mânend bir âşık-ı yegâne, bir şâir-i dîvânenin suretler sayfasında arz-ı endam eylemesi mümkün görünmemekte.

Şair Ahmedî de yüzyıllar öncesinden bu hakikati -tabi kendi açısından- şöyle dile getirmekte: Zülfün selâsili nice cânları itdi kayd Aradı bir benim bigi divâne bulmadı2

“Ey sevgili! Saçının zinciri nice canları kendine bağladı. Onların içinden benim gibi bir divane aradı ama asla bulamadı.”

Fuzulî’nin çağdaşı Hayalî de bu aşk ve divanelik ilişkisini ne güzel dile getirir: Aşk bir şem’-i ilâhidir benem pervânesi Şevk bir zencîrdir gönlüm anun divânesi3

“Aşk ilahî bir kandildir; onun pervanesi ise benim. Çılgın arzular bir zincirdir; gönlüm ise onun divanesidir.”.

Evet, aşk yeri göğü aydınlatan; gözlerin basiret nuru olan bir kandil, bir mumdur. O, yüreklerin yağından yanıp da, alevi gökyüzünün fanusuna sığmaz bir mumdur.

Bu ilahî aşk mumunun etrafında dönen pervaneler de her devirde melamet taşları ile başları yarılan, horlanan, ayıplanan âşıklardır. Bu âşıklar ömürleri boyunca aşk u muhabbet mumunun etrafında pervane dönerler ve sonunda narin kanatları ile o alevin kurbanı olurlar. Yani şehîd-i aşk makamına yükselirler… Antepli Aynî’nin dediği gibi:

Hasret-i dîdâr ile oldum şehîd-i nâz-i ‘aşk

Dîde-i pervaneler şem’-i mezârımdır benim4

“Sevgilinin yüzünün hasreti ile aşk nazı kurbanı oldum. Pervanelerin (parlayan) gözleri benim mezarıma dikilmiş mumlardır.”

Şaire Şeref Hanım da aşk şehidi olma hususunda ne güzel söylemiştir: Cân fedâ itmekde yâre sanma ibrâm isterim Ben şehîd-i tîg-ı ‘aşk olmak ile nâm İsterim5

“Sevgiliye canımı feda etmek için ısrar ettiğimi sanma! Ben aşk kılıcı ile şehit olarak nam ve nişan edinmek istiyorum.”..

Aşk ilâhî bir mum ise, şevk de tıpkı şarabın dizi dizi kabarcıklar hâlinde köpürdüğü gibi, gönle dalga dalga gelen çılgın arzular, yakıcı neş’eler zinciridir, işte âşık bu muhabbet şevki ve aşk neş’esi zincirine bağlanmış divanedir.

Aşk yüzünden divane olmayı yine Fuzulî’nin beyitlerinden okuyup bu belâlı sayfayı kapatalım: Kılmazam zencîr-i zülfi terkin ey nasih beni Hâh bir akil hayâl et hâh bir dîvâne tut6

“Ey nasihatçı! İster beni bir akıllı olarak hayâl et, istersen bir divane kabul et; o sevgilinin zülfünün zincirini asla terk etmeyeceğim!”

Zâyi olmaz vâdl-i vahdette ol âvâre kim

Beste-i zencîr-i züfündür dil-i divanesi7

“(Ey sevgili!) Deli gönlü senin zülfünün zincirine bağlı olan avare vahdet vadisinde asla kaybolmaz.”

Dipnotlar

1 g. 193/4

2 Ahmedî Divanı, 689/5.

3 Hayali Divanı, 424/1.

4 Antepli Aynî Dîvânı, 138/2.

5 Şeref Hanım Divanı, tahmis, 4/2.

6 g.43/5.

7. g. 298/6.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Gün Aralığından… / Ay Vakti
Kıyas ve Kimlik / Şeref Akbaba
Uygarlık Havzamızda Düşünmek / Necmettin Evci
Dolunay Zamanı / Şeref Akbaba
Cevizin Kabuğu / Nurullah Genç
Tümünü Göster