Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -51

hiç vuslat demedim ben
vuslat demedim de
vus’at dedim Şirâze

kül kalsın istemediğimden belki geride, kıvılcımı ateşten daha çok sevdim
alevleri hep bana sıçradı, oysa başlatan ben değildim yangınları
ne kadar kaçtıysam o kadar kovalandım
ne kadar saklandıysam o kadar arandım
yine de Şirâze gizlenebilecek tek bir mekân bulamadım
harfleri havaya savurdum hangi mevsim aldırmadan
ne fark ederdi kış olmuş ya da yaz
söz uçardı; uçar ve kaybolurdu, duyan unuturdu

bendeki anlam, belki de sende yankısını bulurdu

Karakum’da kavrulan Aral’da nasıl serinlerse
sözleri kalkan eyledim yangınlarıma Şirâze
kul olmaya geldim mâdem, kul olayım istedim
âyetler birer ışık

ya yaşamalıydı insan ya da ölmeli
ikisini yanyana ya da bir dengede ya da bir kefede tutamadım
filozoflar kadar karmaşık ve mutsuzdum artık

yaraları saranlar birer ikişer yaralandılar
kaos dolandı sevinçlerimize
halk ezgilerinde hep bir ağırlık,
acîb bir yaşanmışlık
salt hüzün; türküler üzgün, hücrelerime kadar üzgünüm

bu yüzden her yazdığım hem pejmürde, hem süzgün
sen orada, ben burada, Şirâze’m sana dönük hep yüzüm

gitarın tellerine dokundu kadın, durdu zaman odada
saçlarında yazılıydı kızıllık
Beyrut, denizde gölgesini dalgalandırıyordu
gitar sustu, kadını savaş susturdu
uzaktık
masalcı son cümleyi verip çekildi sahneden
“bir, hem varmış hem yokmuş” diye fısıldayanlar oldu

mum ışığında kuruldu devletler
mum ışığında oldu devrimler
mum ışığında üç beş adam çizdi kâğıda sınırları
şimdi hiçkimse dava adına verecek hiçbir şeye sahip değil
mum ışığı anılarda, yemek masalarında,
âyin salonlarında, anma törenlerinin bir köşesinde
ve gökyüzünde salınan yıldızlara imrenen

havuzların durgun sularında kaldı
acılarını, kurum bağlamış sokakların duvarlarından aşırmadan,
olduğu yerde bırakmayı deneyenler
çiçek toplayabilecekleri başka memleketlere gizlice kayıverdiler
artık saydam bir mutluluğun kıyısında gezinebilir,
unutarak iyileşmeyi ümit edebilirlerdi

üç ay…
dağlardan sâhile indim

sâhilden dağlara seslendim
orada da vardı palmiyeler ve sıcak
üç ay…
bulduğum her cümleyi okudum

her cümlede belki ben okundum
ilanımdır benim, değilim artık kaçak
üç ay…
kendimle hâlleşip bütün silahları bıraktım
söz olsun İstanbul, yok savaşmak
üç ay Şirâze…
Taş Köprü’den geçtim, duraksayarak

meyvelerini yılların izlerken dallarında
yok’ları değil de var’ları görmeyi öğreniyorum
ben Şirâze

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bir Mektup / Ay Vakti
Söz / Şeref Akbaba
Buluşmasız Ayrılıklar / Necmettin Evci
Bir Salâdır Eylül Mevsimlere / Selami Şimşek
Çin Seddi’nin Bittiği Akşam / Naz
Tümünü Göster