10037.
bizden çok daha çılgın
olabilen biri var
…
10038.
Portekizli yazar José Saramago önce araba tamircisi ve metal işçisi olarak çalıştı ve 50’li yaşlarına geldiğinde kendini tamamen kurguya adadı. 1995’te yayımlanan, uygarlığımızın ne kadar kırılgan olduğunu ve ne kadar kolay çökebileceğini ortaya koyan “Körlük” kitabını tam da şu anda, gözle görülmeyen öldürücü bir virüsten sebep tüm insanlar evlerimize kapanmışken okumuş olmam ne büyük talih. Bu şartlar altında yazarın yazdıkları hiç de ütopik gelmedi, aksine realite ile roman tam anlamıyla örtüştü. Bir anda bulaşıcı bir körlüğün insanları tamamen körleştirmeye başladığını düşünün ve bu insanların böyle bir durumda neler yapacağını, ne tür deneyimler yaşayacağını tasavvur etmeye çalışın. Evet, Covid-19’un şu an bize yaptığının tıpatıp aynısı. Fırsatçılar, gücü elinde tuttuğunu düşünenler, şarlatanlar, provokatörler, ölenler, geride kalanlar, direnmeye çalışanlar, yetkililer, karantina binaları, korku, kavga, sefalet ve sonunda insanlığın geldiği son durum… Dünya dönüyor, ama hayat durdu. Kitaptan şu ufacık cümle ne çok şey anlatıyor bakın: “Zorunluluk çok şey yaptırır, sevgilim” (s.306)
10039.
Osmanlı’da mikrobiyoloji alanındaki çalışmalar Dr. Aleksandr Zoiros Paşa’nın 1886 yılında Louis Pasteur’ün laboratuvarını ziyareti ile yeni bir aşamaya girer. Amaç sık karşılaşılan kolera salgınıyla mücadele etmek ve bilimsel araştırmaların yapılmasını sağlamak için İstanbul’da bir tesis kurmaktır. 1893 yılında, Paris Pasteur Enstitüsü’nden gelen Dr. Maurice Nicolle öncülüğünde Bakteriyolojihâne-i Şâhâne kurulur. 1911 yılında kurum Çemberlitaş’a taşınır ve başına Dr. Paul-Louis Simond getirilir. Adı da Bakteriyolojihâne-i Osmanî olarak değiştirilir. O dönemde kolera, savaş alanlarında hızla yayılırken İstanbulluların salgından korunması için çalışılmış, hastaların bakımına ayrılan mekânlar kordon altına alınmış. Şehrin su örnekleri her gün bu laboratuvarda incelenmiş. Suyun kaynatılarak içilmesi gerektiği, salgının durdurulabilmesi için hijyenin önemi halka duyurulmuş. Salgınlar nedeniyle II. Abdülhamit 1893 yılında “tebhirhane” adı verilen dezenfeksiyon merkezleri kurdurur. Görevleri, salgın hastalığa yakalanmış kişilerin evlerini ve eşyalarını dezenfekte etmek. Bunlardan ilki de Gedikpaşa Tebhirhanesi. Louis Pasteur’den bir alıntı: “Bilim ülke tanımaz, çünkü bilgi insanlığa aittir ve dünyayı aydınlatan meşaledir.”
10040.
Kendi yaşam tecrübelerini roman karakterlerine masalsı bir dille giydirebilen yazarların kalem gücüne hayranım. Lübnan asıllı Amin Maalouf bu yeteneğe sahip olanlardan. 1975’te Lübnan iç savaşı patladığında Beyrut’ta gazeteci olarak çalışıyordu. Taraf tutmayı reddettiği için atalarının dağ köyüne sığındı. Sonra da dedesi, amcaları ve pek çok diğerleri gibi o da ülkesini terk etti. Hâlen 1976’da mülteci olarak gittiği Paris’te yaşıyor. Bu yüzden belki de romanları iç savaş ve göç konularıyla harmanlanmış çok kültürlü, çok dilli ve çok inanışlı bir ortamın etrafında dönüyor. O; güzergâhlar, topraklar, kültürler, diller ve dinler arasındaki yolculukları anlatıyor okura. Bütün romanlarının ayrı yeri var bende, ancak Tanios Kayası’nı ilk sıraya yerleştirdiğimden eminim. Kitabı bitirdiğimde yazarın düşün becerisini kıskandığımı itiraf ediyorum. Bir yazar, beni romandaki o karakter yapıp onun acısıyla nasıl bana acı çektirebilir? Nasıl bu mekândan/zamandan beni alıp o mekâna/zamana götürebilir? Çok kere okudum Tanios Kayası’nı. Her okuyuşumda daha önce atlamış olduklarımla karşılaştım. Bazen çok iyi bildiğimiz şeyleri başkasından duymak iyi gelir. Tanios Kayası’ndaki şu cümle gibi: “Yürekten istediğin ve gerçekleştiğinde mutluluğa boğulacağın bir dileğin varsa, onu yerine getirmesi için Tanrı’ya yalvarırsın, ama emredemezsin.” (s.97)
10041.
Cezayirli yazar Albert Camus kısa hayatını mücadele içinde geçirdi. Yazıları, yoksullukla şekillenen gençliğinden ve yakalandığı tüberkülozdan büyük ölçüde etkilendi. Sömürgecilik karşıtı bir gazetede çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında da Paris’e gidip Nazi karşıtı direniş hareketine katıldı. Ona göre hayatta kalmaya çalışmaktı asıl direniş. Bu yüzden dostu Sartre onu öldüren kazayı “skandal” olarak adlandırdı. Veba’da felaketin yazgıya dönüşmesini işleyen Camus, bir şehirdeki veba salgınına karşı halkın ortaya koyduğu çabayı anlatır. Bu salgın tüm şehir sakinlerini önce umutsuzluğa sürükler. Sonra da birkaç kişinin gösterdiği dayanışma, başta yetkililer olmak üzere herkese güç ve umut kaynağı olur. Aslında Camus, bu romanda halkın vebaya yaklaşımını ve onunla mücadele edişini anlatırken Cezayir halkının Fransa’yı işgalci olarak anlamasını, bu gerçeği görüp ona karşı direnişini sembolize eder. Ne kadar direnirseniz o kadar varsınızdır. Kolay olan vazgeçmektir. Kitaptan bir alıntı: “Spekülasyonlar işe karışmıştı ve çarşıda pazarda bulunmayan temel gereksinim maddelerine inanılmaz fiyatlar ödeniyordu. Böylece zengin ailelerin neredeyse hiçbir eksiği yokken, yoksul aileler çok güç durumda kalıyorlardı.” (s.213) Camus’ye göre, bu tür felaketler kişisel çıkar ve sosyal sorumluluk arasındaki gerilimi teste tabi tutar.
10042.
Türk Dil Kurumu tarafından dilimize eklenen bazı yeni kelimeler:
- endoskop – içgöreç
- grip – paçavra hastalığı
- sendrom – belirge
10043.
“Aşk” dendiğinde ilk aklıma gelen eser “Güvercin Gerdanlığı” olmuştur hep. İbn Hazm’ın bu benzersiz eserini ilk olarak D. K. Petrov, 1914’te Leiden’da yayımladı. Aşkın kendisine has nazenin bir dili olduğunu bu eserle öğrendim ben. Aşka âşık oluşum da aynı döneme denk düşer ve tam da Şirâzemle karşılaştığım zaman dilimidir o. Endülüslü İbn Hazm, “insanın sevdiklerini isteyerek bırakması başka şey, elinden başka bir şey gelmediği için bırakması başka şey” (s.239) der Güvercin Gerdanlığı’nda. Bakış açısının değişmesiyle cümlelerin nasıl anlam kayması yaşadığını gösterir okura böylece. Hiçbir şey aslında göründüğü gibi değildir çünkü. Gençliğine denk gelen dönemde veba salgınında en yakınlarını kaybetti. Siyasi karışıklıkların tam ortasında inişli çıkışlı bir hayatı oldu. Pek çok konuya geleneksel yaklaşıma aykırı bir yorum getirdiği için eleştirildi, eserleri yok edildi, kerelerce tutuklandı ve sürgüne gönderildi. O yüzden, “kitaplarımı yakabilirsiniz, ama onları zihnimden silemezsiniz” dedi. Ve hiç kimse aşkı onun gibi anlamadı/anlatamadı. İbn Hazm’a göre aşk, tamamlanmak için iki ruhun bu dünyada birbirini aramasıdır. Aynı ruhun parçalarını taşıyan varlıklar buluşana kadar da tam olarak mutluluğa ulaşamazlar.
10044.
Çocuk kitaplarının keyfini çıkarmayı Amerika’da öğrendim. Buna geç kaldığımı söyleyenler olduysa da önemli olan ne zaman başladığım değil, başlamış olmamdı. Asıl adı Theodor Seuss Geisel olan Dr. Seuss, zekâsına ve hayâl gücüne hayran olduğum Amerikalı bir yazar, karikatürist, illüstratör, şair, animatör, senarist ve film yapımcısı. Fonolojik farkındalık için gösterilebilecek en güzel örnekleri verdi. Onun eserlerini sadece çocuklar değil, yetişkinler de çok sevdi. Çarpıcı cümleleri herkesi etkisi altına alırken çokça düşündürdü. Yarattığı karakterlerin hepsinde bir cazibe olduğuna şüphe yok. “Horton Kimi Duyuyor” kitabından çarpıcı bir alıntı: “Kişi ne kadar küçük olursa olsun bir kişidir.” (s. 169)
10045.
Kuşkusuz, İbn Sînâ, İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük hekimlerden biri. On üç yaşında tıp eğitimine başlamış, ciddi bir enfeksiyon geçiren Buhara sultanını tedavi ederek dikkatleri üzerine çekmiş. Bunun karşılığında da araştırmalarına devam edebilmek için devlet kütüphanesindeki nadir eserleri inceleme izni istemiş. 1013-1021 yılları arasında kaleme aldığı çalışması “Al-kanun-fi-t-tıbb” gerçek bir tıp ansiklopedisi hükmünde. Bu eseri sadece İslam dünyasında değil, Batı’da da tıbbın temeli olarak kabul edildi. Öyle ki, 18. yüzyıla kadar Fransa, İspanya, İtalya, İngiltere ve Almanya’daki merkez üniversiteler bu eseri inceledi. 650 yıl boyunca doktorlar için bir el kitabı oldu ve dünya tıp fakültelerinin müfredatının yarısını oluşturdu. Eserin 4. bölümünde salgın hastalıklar konusunda İbn Sînâ’nın dikkat çekici tespitleri var. Örneğin; malaryanın sazlık ve bataklık yerlerde görüldüğü gözleminden hareketle hastalıkla sivrisinekler arasındaki ilişkiye işaret etmesi, veba salgınıyla fareler arasındaki münasebeti belirtmesi ve sudaki kokuşmaya yol açan “cinnü’l-mâ” adını verdiği varlıklardan söz ederek mikroskobun keşfinden çok önce mikroptan bahsetmesi… İşte İbn Sînâ’nın yazdığı reçetelerden bir tanesi: “Az ye, az uyu, az konuş ve herkesle düşüp kalkma!”
10046.
kaçmak mümkün değil
olacaksa oluyor
…