I.
bir çift göz örerdi anneler hüma kuşlarına
gergef gergef. açılırdı sinemalar kapı önlerine
alabildiğine yazlık. ve kumrular süslerdi
cami önlerini, martılar rükûya ererdi akşamüstü
bir başka ölürdü insanlar gün batımında, kuşkusuz.
biz hangi masalı yarım bırakmıştık söyle
hangi kuştu bizim sapanımızla hayat bulan
hani çocuklar sazlıklara akardı, şenlenirdi sular
ve bir yol kenarı vuslata dönerdi çay kaşıkları arasında.
elmalar kurtlanırdı bizim baharımızla, güvencinler öterdi
sersem bir bakışta aranırdı uzun yol türküleri
çobanlar kaval çalardı, hasretler umut
ve bazıları ekmeğimizi katıksız;
biz dururduk bir çeşme önünde bağrı yanık, aç ve susuz.
II.
yamaçlar sessizliğe gebeydi, uçurumlar hissizliğe
öyküler bir elinde bastonla gezerdi yarım yamalak.
ve yarım kalmışlıklardan utanırdı bin kursak
ki adım başı bin eşkıya süzülürdü yarım kalan uykulardan.
bir de sınanılmamış acılar üstüne konuşmak vardı,
dumûra uğratan; mahle köşelerinde karılırdı harçları
bu emsalsiz mitlerin, bu anlam katili sezgilerin.
oysa her yalan, binbir doğrunun celladı oluyordu
göksel avlularda, bunu bilin.
mahyalar vardı hani sözlerine ayın şavkı vurmuş
aydınlığı secdelerden belli olan minberler vardı
bir babayı baba yapan bir çocuğu eşsiz bir miraç
ve bir aşkı erişilmez yapan korkusuz hallaç.
III.
biz dururduk orda, ölümün karargâh kurduğu saçak altında
kaçırdığımız trenlere bakıp dururdu yusuftutan kuşları
asırlık raylara öykünürdü şiirler, uzayıp giderdi
ve mıraz almamış kızlara yazılırdı en bilindik şarkılar.
kimse bilmezdi derdini kovuğu göğe açılmış ağaçların
devlet sırrı gibiydi konuşulanlar, harfleri sessizlikti.
ve köprüler kurdular bir suyun iki yakasına, kimse geçmedi
belki de bir köprüydü tüm sırrı bozacak olan.
ya da belki yarın, kimi için iki tercihten biriydi;
ölüm ve kalım, mesele değildi belki yurtsuzlar için…