Ey baylar, bayanlar; bahar öyle elini kolunu sallayarak gelen bir mevsim değildir. Üzerinden sarı sıcaklar, hüzün rengi bir mevsim ve arkasından dondurucu ayazlarla birlikte uzun kış gecelerinin bir türlü geçmek bilmediği kıştan sonra gelen bir mevsimdir.
Hayat biraz da baharla başlar. Biraz daha cüretkâr davranarak Adem babamızı baharın ilk çiçeği, Hava annemizi de ikinci açan çiçek olarak düşünerek yola çıkalım. Yolda olunca hangi kelimeler bizimle yoldaş olacak bilmiyorum. Ya biz hangi kelimelerle hâldaş, hangi kelimelerle dildaş olacağız görelim bakalım.
Türkiye coğrafyasında yaşıyorsanız özellikle de Doğu ve Güney Doğu Anadolubölgelerindeyseniz aklınıza birden bire nevruz gelir. Diğer bölgelerde yaşayanlar için de siyasi ve etnik bir amaç için kullanılan bir şenlik olarak bilinir. Devlet erkânı her ne kadar da nevruz için özel demir dövme törenleri yapsa da katılım istenilen seviyede olmaz. Bunun nedenini,niçinini karıştırmadan başka coğrafyalarda yaşayan soydaşlarımıza doğru gidelim.
Hangi Türk soylu devlete giderseniz gidin, nevruz oraların milli bayramıdır. Bu bayram ile birlikte o ülkelerde yer gök bayram eder. Toylar, şölenler tertip edilir. Önce ozanlar çıkar meydana, sonra pehlivanlar, ok atanlar, cirit oynayanlar… Bilmem hangi birini sayayım.
Bendeniz de her ne kadar da saz çalmasını bilmesem de Dede Korkut’un torunlarından olurum ve onun dilini günümüz diline aktararak müsaadenizle şöyle seslenirim:
Yarın cemre düşer havaya suya,
Sonra yavaş yavaş toprak uyanır.
Kan deli çavlana döner damarda,
Nevruz karı yarıp günü selamlar.
Sen de yüreğinle toprağa otur,
Canında çiçekler açsın Hanım hey!
…
Buraya yazdığım şiirin bir bölümü sadece. Yıllar önce yazmıştım. Bu bir şair tarafından yazılan nevruziyedir. Bizden önce yaşamış ata şairler, âşıklar, bahar bayramında böyle nevruziyeler yazarlarmış devlet başkanlarına.
Yine bizden önce yaşamış, özellikle bahar bayramı için annesine yazmış olduğu bir şiiriyle efsaneleşen bir şairden bahsederek muhabbeti sürdürelim istiyorum. Bu şair, hemen yanı başımızdaki başka bir ülkenin toprağında yatan, “Şairler Mezarlığı”nın en önemli şairlerinden Şehriyâr’dır. Biz onu daha çok “Heyder Baba’ya Salâm” şiiri ile tanıyoruz. “Şehriyâr’ın anne ve babası İran’da yaşayan Azeri-Türk asıllı bir ailedir. Türk asıllı olmasına rağmen İran edebiyatçıları tarafından İran’ın Melik’üş-Şuera’sı olarak sıfatlandırılan şair, İranlılar açısından da çok önemli bir isim olarak görülmekte, Melik’üş-Şuera’ olarak adlandırılmasının yanı sıra, günümüz İran şiirinin Hâfız’ı, Sâdi’si olarak değerlendirilmektedir.”[1]
Rivayet odur ki; Şehriyar şiirlerini devamlı Fars dilinde yazdığından annesi bir gün muhtemelen,“Ay oğul men senin şeirlerinden heç ne anlamirem. Öz dilimnen yazsan başa düşerem…” deyince bütün Türk dünyasına bir armağan şiir olarak bu şiiri bir bahar bayramında yani nevruzda yazar.
“Bayram yeli çardahları yıhanda,
Novruz güli, gar çiçeği çıhanda,
Ağ bulutlar köyneklerin sıhanda,
Bizden de bir yâd eliyen sağ olsun,
Derdlerimiz goy dikelsin dağ olsun.”[2]
Bu şiir elbette bu kadar değildir. 76 kıtadan oluşmaktadır.“Heyder Baba’ya Salâm” adlı şiirinin birinci bölümünü 1950’de kaleme aldı; şiir büyük ilgiyle karşılandığından 1951’de Tahran’da basıldı. 1952’de annesi vefat edince yeniden büyük sarsıntı geçirdi ve dostları onu Tebriz’e dönmesi için ikna etti. 1953’te halasının kızı Azîze ile evlendi. 1954-1969 yıllarında Tebriz’de yaşadı. Burada “Heyder Baba’ya Salâm”ın ikinci bölümünü 1967’de yayımladı.[3]Bu ikinci bölümde 49 kıtadan oluşmaktadır.
Baharı şairlerle selamlamaya başlamışken Abdurrahim Karakoç ağabeyi rahmetle anmadan, onun gönül telleriyle bahara dokunmadan yolculuk olmaz elbette.
“Gök mavi, dağlar ak, ovalar yeşil
Dört mevsim bahardır güney illeri
Çiğ düşmüş çiçekte gün ışıl ışıl
Bir sarı, bir mordur güney illeri.”[4]
Bahardan mı bahsediyorsun, şairlerden mi diyesiniz geliyorsa demeyin lütfen. Birazdan Güney illerine doğru yolculuğa çıkacağız. Siz hangi şehir diye içinizden geçirene kadar ben geldim “Şiirin Başkenti”ne. Siz, Sümbülzâde Vehbi Efendi’den beri tarafa doğru okuyarak gelin, Necip Fazıl’da durun. Ahir Dağlarının arkasına yaslanan, Göksun-Afşin-Elbistan ovasında Derdiçok’u, Âşık Yener’i, Hayati Vasfi Taşyürek’i, Mahzuni Şerif’i, Abdurrahim ve Bahaettin Karakoç kardeşlerin yanı sıra şeyhim Seydiahmet Kutuzman ve Cansız Ahmet Güllü için de aklınıza bir Fatiha gelirse esirgemeyin lütfen. Bu arada Ankara’da yaşayan ulu çınarımız Ali Akbaşağabeyi de hatırlamamazlık yapmayalım. Ahir Dağının bu yüzüne geldik mi? Geldik. Yedi güzel adamlardan Kahramanmaraş toprağında yetişmiş Nuri Pakdil, Adil Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu ağabeyleri de anmadan geçersek bize yakışmaz.
Kahramanmaraş, sırtını Ahir Dağlarına yaslamış, Dulkadiroğlu Beyliğine başkentlik yapmış kadim bir şehirdir. Milli mücadele yıllarında kendi kendini savunarak istiklal ateşini tutuşturan bir şehir olmuştur. Siz her ne kadar bu şehri dondurmasıyla hatırlasanız da, düşmanı tarihin derinliklerine gömmesinin yüzüncü yılını 12 Şubat’ta kutladı. Ayrıca istiklal madalyalı bu şehre bahar, topunu 12 Şubat’ta atar.
Her ne kadar da atalarımız “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.” demişlerse de herkes doğalgazın vermiş olduğu rahatlıktan kazmayı küreği unutalı çok oldu. Baharın gelişi biraz da cemre ile ilişkilendirilir. Eskilerin dediklerine göre ilk cemre 19-20 Şubat, arkasından birer hafta geçtikten sonra ikinci ve üçüncü cemre de düşünce al sana ilkbahar…
Biz de muhtemelen Kahramanmaraş’ın kurtuluşundan bir hafta sonra Yasin Mortaş ile baharı ilk selamlayan çiğdemleri çekmek için tarihi Ceyhan Köprüsünün biraz ilerisinde adını Atmaca Vadisi koyduğumuz bir vadide soluk alıyoruz.Vadinin girişinde ikimizde ellerimizi açıp dua okuduktan sonra “Bismillah” deyip vadiye ilk adımımızı atarız. Yol boyunca da her ihtimale karşı nevruz çıkmış mı diye de bakmayı ihmal etmeyiz. Kuşları selamlarız, kuşlar da bize “Hoş geldin!” ederler. Kuşlarla sohbet ede ede asıl varmak istediğimiz yere yaklaşık bir saatte yürürüz. Evet, tam da tahmin ettiğimiz gibi sarıçiğdemler yolumuzu gözlüyor. İnsan fotoğraf çekerken zamanın nasıl geçtiğini bilmez. Bu arada bahar da insanın iliklerine kadar siner.
Aradan bir hafta geçti, geldik ikinci cemrenin düştüğü zamana. Bu sefer gideceğimiz başka bir yer var. Üç tarafı Sır Barajı ile çevrilmiş ve adına Mortaş Vadisi dediğimiz yerin de sarıçiğdemleri açmış, onları da ziyaret etmemiz gerekir.Bu ziyaretlerimizde genelde öğle ezanı okunurken baharı yaşayacak mahale varır, birkaç poz çektikten sonra öğlen namazı arkasından da çay molası verir; sonra da sarıçiğdemlerin etrafında semazenler gibi döner dururuz. Bazıları için üç beş poz çektikten sonra fotoğraf çekme işi bitmiştir ama bizim için öyle olmuyor işte. Öyle zamanlar oluyor bir sarıçiğdemi en az otuz defa çekmeniz gerekiyor. Doğa fotoğrafında saatlerce çekmek için emek harcadığınız fotoğraflar; ancak üç, bilemedin beş fotoğraf çekmek için. Diğer fotoğraflar ise idman fotoğraflarından öteye gidemiyor maalesef.
Geldik mi üçüncü cemrenin düştüğü zamana? Evet geldik. Burası da Menzelet Barajına giderken Bulutoğlu Köyünün bir obası olan Atçılar Obası meydanındaki Şehit Raşit Atçı camisinin karşısı. Bu yoldan ilerlediğinizde balık çiftliğinin yanında ve Menzelet Baraj manzaralı yerlerde dağ lalesi, (Gavurlar adına ‘anemon’ diyor.) sarıçiğdem ve nevruz avına çıkıyoruz. Burada sadece bir tane dağ lalesi bulabiliyoruz ama yüzlerce nevruz çekiyoruz. Yağmur çisil çisil yağarken fotoğraf makinelerimizi ıslatmaktan korkuyoruz.
Aslında her gün bir yerlere gitmek gerekama evkaftaki memuriyet buna izin vermiyor. Ancak hafta sonlarını iple çekerek baharı çekmeye çalışıyoruz.
Bahar bitti mi? Hayır bitmedi. Bizim için sarıçiğdemlerin açmasıyla başlamıştı biz hâlâ çiğdem çekmeye devam ediyoruz. Bu sefer yolculuk hiç gitmediğimiz bir yere oluyor. Burası da yine üç tarafı Sır Barajı ile çevrilmiş Kavlaklı Köyünün tabiri caizse deniz manzaralı bir bölgesi. Burada da sarıçiğdem, nevruz ve bulabilirsek dağ lalesi çekeriz diye gidiyoruz. Evet, tam umduğumuz gibi ama maalesef dağ lalesi bulamıyoruz. Adım başı sarıçiğdem ve nevruzlar… Çek çekebildiğin kadar.
Bahar hızlı gidiyor, biz peşinden yetişemiyoruz düşüncesiyle debelenip duruyoruz. Hangi hafta nereye gidilir, nerede ne var; bu tecrübeyi yıllar önce edinmiştik. Bu seferde yüzde yüz dağ lalesi olmuştur diye çıktığımız yolculukta adını ‘Balina Koyu’ koyduğumuz yine yüzünü Sır Barajı’na dönmüş bir vadi sırtına varıyoruz. Arabamızı müsait bir yere park ettikten sonra çamura bata bata dağ lalesi avına çıkıyoruz. Evet, nihayet istediğimiz miktarda olmasa da etrafa tek tük yayılmış ve yeni açmaya başlamış kırmızı dağ laleleri bizi selamlıyor. Yağmurluğumuzu yere serip çekimlere başlıyoruz. O dağ lalesi senin, bu bu dağ lalesi benim derken sonunda mor dağ lalelerini de buluyoruz. Öğle yemeğinden sonraki çay ile soluklanıyoruz. O kadar kendimizi çekime odaklamışız ki çalan telefonlarımıza bile bakmaya zaman bulamamışız. İkindi ezanı okunurken Yasin’in makinesinin şarjı bitiyor, cep telefonu ile de görüntülü kayıt çekiyor onun da şarjını bitirince mecburen dönmek zorunda kalıyoruz.
Kahramanmaraş endemik bitki bakımından ülkemizin ender yerleri arasındadır. Aslında her gün bir yere gidilse farklı farklı bitkiler çekilebilir. Bu işi Kahramanmaraş’ta kahveye gider gibi alışkanlık haline getiren onlarca fotoğrafçı var. Her gün bir yere gidip fotoğraf çekerler. Onun için bahar böyle bir bereketli mevsimdir. Bu arada az kalsın Çukurhisar’da karçiçekleri çektiğimizi unutacaktım. Burada Roma döneminden kalma mezarlar, birkaç tane kale var. Aynı zamanda burada Ermeniler de yaşamışlar. Elimizde fotoğraf makinesiyle görenlerin çoğu “Define aramaya geldiniz herhalde.” diyorlar. Biz de “Evet bizim definemiz karçiçekleri.” deyince biraz ikna oluyorlar. Çukurhisar’da beyaz ve sarı karçiçeklerinin yanı sıra mavi ve beyaz Arap Sümbülleri de var elbette. Çek çekebildiğin kadar.
Bahar boyunca gittiğimiz yerleri anlatmaya çalışsam işi gücü bırakıp devamlı fotoğraf çekmeye gittiğimi zannedeceksiniz. En iyisi ilerde gideceğim yerleri de kısaca anlatayım da bir gün nasip kuşunuz Kahramanmaraş’a havalandığında ne iş yapacağım, nerelere takılacağım gibi kendi kendinize gereksiz sorular sormanızın önünü kapamış olayım.
Andırın, Kahramanmaraş’ın okuma yazma oranı en yüksek ilçeleri arasında gelir. Unutmadan şunu da söylemek gerek. Her ne kadar da yedi güzel adamlar arasında sayılmasa da Rahmetli Nedim Ali Zengin, İkindi Yazılarını, Andırın’da çıkarır.Bu dergi, değme edebiyat dergilerinden fazla okunan bir dergiydi. Mevlana İdris ve Salih Zengin’in ağabeyiydi. Kimler bu dergide yazmadı, kimlerin yolu Andırın’da kesişmedi ki. Ha işte bu seferki yolumuz da Andırın yolu üzerinde Döngele Köyüne varmadan hemen sağ tarafta kırmızı ve turuncudağ lalesi yurdu olan Bozduman’a gidiyoruz. Bu sefer yanımıza Oğlum Osman Gurbet’i de alıyoruz.Kahramanmaraş’ta yaklaşık altı yedi dönümlük bir alanı kaplayan bir başka dağ lalesi yurdu yok. Çek Allah çek. Çek Allah çek. Bu sefer de benim fotoğraf makinemin şarjı bitiyor. Vakit, altın saat. Bu saatte şarjın bitmesi demek, bir arabanın dört tekerinin dördününde patlaması kadar canını sıkıyor insanın. Cep telefonu ile birkaç video çekiyorum ama asıl çekmemiz gereken pozları çekemeden dönüyoruz.
Akşamüzeri eve geldiğimizde ömür yoldaşım şekerbura ve baklava hazırlamış. Yarın da yumurtaları kaynatıp ayın yirmi birinde de işyerindeki semenileri de getirdiğinde bizim evde de bahar başlayacak. Haftaya ölür müyüz, kalır mıyız bilmiyoruz ama sonraki planımız Göksun’a gidip orada karçiçeği ve yine sarıçiğdem çekmek olacak. Göksun’dan geldikten sonra Başkonuş Yaylasına çıkacağız. Orada da sarıçiğdemler, nevruzlar yolumuzu gözlüyor. Daha Kümperli’ye gideceğiz. Oraların karı geç kalkar, sarıçiğdem ve nevruz orada yeni açmaya başlamıştır. Çekimlerimizi yaptıktan sonra köylülerin adına “Serum” dedikleri Alencik suyundan sıra bulabilirsek hem içeceğiz hem de bidonlarımızı dolduracağız.
Bahar bitti mi?Hayır, bahar bizde yeni başlıyor. Afşin’e gideceğiz. Yani benim ve Yasin Mortaş’ın doğduğu topraklara. Tanır Kasabasında rahmetli Derdiçok ve Hayati Vasfi Taşyürek’in mezarlarını ziyaret edip onlardan izin aldıktan sonra Türkiye’nin en iyi rafting yapılacak alanı olarak keşfedilmeyi bekleyen Tanır Kanyonuna gideceğiz ve orada kırmızı ve sarı renkte başka şehirlerde adına ‘Ters lale’ denilen ama oralarda adı ‘Ağlayan Gelin’ olan laleleri çekerken arada sümbüller de çekmiş olacağız. İkindi namazını burada kıldıktan sonra Haşim Kalender’in Hurman Çayı üzerine kurmuş olduğu çardak evde Tokat Sobasında saç tava yedikten sonra Kahramanmaraş’a dönüş başlayacak.
Yola çıkarken Afşin’in Altunelma Köyündeki bibime (halama) telefon açıp elini öptükten sonra yola devam edeceğimi söylüyorum. Vardığımızda bir kahve içimi ancak oturuyoruz ama yolluk olarak toplamış olduğu yemlikleri de alarak yola revan oluyoruz.
Buralarda bahar henüz başladı. Siz yazdıklarımızı okurken martın tam 15’ini yeni devirmiştik. Bahar yüksek kesimlerde Mayıs 15’e kadar sürer.
Size Kahramanmaraş’ın sırtını yasladığı Ahir Dağlarından seslendim. Adana, Gaziantep ve Malatya tarafından neler olup bitiyor orasını bilmiyorum.
Kontağı çevirdiğimizde on beş dakikada Menzelet Barajı, on beş dakikada Sır Barajı, muhteşem tabiat güzellikleriyle ziyaretçilerini bekliyor, Yasin Mortaş ile ben ise hangi dağda sarıçiğdem açtı, nevruz çıktı, anemonlar boyunlarını büküp yolumuzu gözlüyor; karçiçekleri pamuk tarlası gibi küçük koyakları doldurmuş mu onun derdindeyim. Allah başka bir dert vermesin inşallah.
[1] Şahamettin Kuzucular, Şehriyar’ın Hayatı ve Edebi Kişiliği, Hece Taşları, S.13 s.6, 2016.
[2] Hazırlayanlar: Selalattin Kılıç, İlham Şimşek “Haydar Baba’ya Selam” Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara, 1993. s.36
[3] Prof. Dr. Fahrettin Sadıkoğlu (Açılış konuşması) 1. Uluslararası M. H. Şehriyar Kongresi 11-14 Nisan 2017 s.13
[4] Abdurrahim Karakoç, Dosta Doğru, Ocak Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1988. s,63