Tuz koktu, su çürüdü…
Hakikaten bu kadar ciddi mi mesele? Yazı(ı)n çürümüş olabilir mi?
Nice zamandır sanat-toplum, sanat-sermaye, etik-estetik dengesi üzerine okumalar yapıyor, sanatın ve sanatçının bir değer olarak ne ifade ettiğini düşünüyorum. Modernite, sanata ve sanatçıya belli kıstaslar üzerinden eleştiriler yöneltip kendi değer sistemini oluşturdu. Bu sistemde,kültür endüstrisitamlamasıyla kültürel sermaye tanımlaması sanatsal niyeti göstermesi bakımından önemliydi. Post-modern zamanda ise; sanatın metalaşıp ticarileşmesi ve post-sanayi ürünü günlük tüketim malzemesi haline gelmiş olması itibariyle tuzun kokması ve suyun çürümesine işaret ediyor. Sanat, ‘alkış ilelike(beğeni)arafı’nda amaç ve değer belirsizliğine sürüklenmiş sahipsiz bir filikaya benziyor şimdilerde.Bugün, kurumsal ve kuramsal eleştirinin olmadığı sembolik bendensin muhalifliği üzerine inşa edilmiş sığ yergi kültürsüzlüğü, sanatın en büyük çıkmazını oluşturmaktadır. Hâlbuki sanat, yegâne güzelliğin ve varlığın özü itibariyle sıradan olana muhalifliğin dilidir. Ne yazık ki bu dil artık; siyasal propaganda, hazzın mottosu ve sembolik sermaye değeri olarak işlev görmektedir. İhya etmesi gereken sanatın imha edici bir rol üstlenmesi, elbette tesadüfî değildir. Fakat mühim olan, sözde sanatçı kimliğini taşıyan kimi insanların buna kör, sağır ve dilsiz olmasıdır. Bakma, görme, bilme, eleştirme ve değer verme bilincinden yoksun kişilerin, rakamların çokluk beğenisiyle(like) öne çıkarılması çürümenin asıl nedenidir. Edebi zevk, duygu ve düşünce estetiğinin olmadığı yerde bayağılaşmabaşlar. Estetikle bağını koparan bugünün toplumu, bu bayağılığı post-modern yaftasına sığınarak geçiştirmektedir. Bu çağda saf ve çıkarsız bir sanat anlayışının imkânsızlığı üzerine söylev verecek onlarca müsvedde bulursunuz. Ve bu anlayışın bedelini çok ağır ödüyoruz. İlk bedel güzelliğin/estetiğin kaybı oldu…
Güzeli kaybetmek…
Sahi; gerçek manada kültüre, sanata veya sanatın herhangi bir şubesine -mesela edebiyata- yatırım yapan bir otorite gördünüz mü son zamanlarda? Elbette hayır!
Çünkü sanat, otoritenin emrine verildi. Çünkü sanat,sıradan insanların tüketim malzemesi haline geldi. Çünkü,sanatçı kimliğinin içi özenle boşaltıldı… Çünkü sanatçıkimliğiyle öne çıkarılanların sanatla, estetikle hiçbir ilgisi yoktu. Bu, öyle güzel sunuldu ki, insanlar bir süre sonra muhakeme yetisini tamamen yitirdi. Demodeolmamak için zamanınmodasına uymak zorunda olduğunu düşündü. Böylelikle bugünün insanı neyi kaybettiğini de kavrayamaz oldu.
Sanat, eleştiriyle kendi olabilen bir olgudur. Ancak, eleştirinin yerini “like/beğeni” alınca, sanat eksen kayması yaşadı. Eleştirmenlerin nesnel veya öznel yargıları bile dikkate alınmaz oldu. Değer, eşittir sayı! Sanat eleştirisinde yorumlayıcı değerlendirmeyi beklerken öznel yargıya bile hasret kalmak, acınası bir durum doğrusu.
Estetik tartışmalarına ve sanat eleştirilerine “Güzeli Kurtarmak” kitabıyla katılan Byung-ChulHan, dijital çağda güzelin tehdit altında olduğuna dikkat çekerek onun çirkin tarafından sürekli rahatsız edildiğini söyler (Han, 2019, s. 46). Hakikatten hiç olmadığı kadar tehdit altındadır güzellik. Ehil olmayanın elinde iğretiduran güzelin yeniden aslına rücu etmesi şarttır. Byung-Chul Han, Hegel’in estetik anlayışını değerlendirirken her türlü tüketimden uzak, hakikat ve özgürlük özelliğini ısrarla vurguluyor. Ona göre güzel, kendi reklamını yapmaz. Arzu ve ilgi nesnesi değildir, bu nedenle de kapitalizmle asla uzlaşmaz (Han, 2019, s. 59).Kendisi dışında hiçbir şey olmaması gereken sanatın bugün “kapital”le uzlaşıp uzlaşmadığına herkes kendi aynasından yeniden baksın… Politize olmuş insanın fayda beklentisi öyle bir hal aldı ki, yaptığı sanatın telifini alan kadim şairin caizesine rahmet okutur oldu. Sanat ve patronaj ilişkisi hiçbir dönem bu kadar sıradan/bayağıolmamıştır. Sponsor kavramının bu kadar rakamsalbir içerik taşıdığı başka bir çağ yaşanmamıştır.
Muhakkak ki sanat, iltifata tabidir. Buna inanırım, lakin sanatın namusunu koruyarak!..Müşterisiz metanın zayiliğine şüphe yok elbette; fakatasl’olan müşterinin metaı olan öznenin haysiyetini sorgulamaktır. İşte kaybettiğimiz nokta burası!
Günümüzde sanat eserlerinin pazarda ve borsa sokağında işlem gören birer metaa dönüşerek, kült ve sergi değerlerini kaybettiğini anlatan Han; sanatı sermayeye maruz kalmış saf spekülatif değer olarak yorumlamaktadır.Güzeli kurtarmanın yolu, ona kutsallığını vermekten geçer. Güzelin metafizikle yeniden buluşması, örtüsüne bürünmesi ve hayret makamına dönmesi sanatçının asli görevidir. Sesini, kalemini veya fırçasını sermayeye kiralayan kişioğlunun sanatçı olamayacağını bilmek, bugünün en büyük aydınlanmasıdır. Edebi mektep olma özelliğini kaybeden dergi ve gazete, sergi niteliğinden uzak resim, manasız sözler korosu musiki başta olmak üzere; bugün sanatın bütün şubeleri değersizlikle karşı karşıyadır.Sosyal medyayla yozlaşan, kıymet-i harbiyeden uzak; kendi cemiyet, parti, tarikat veya çevresi içinde anlamsız bir pohpohla “oldum” zanneden hamlar’ın sanatı bizi geriye götürmekten başka bir işe yaramıyor.
Sanatın düşüşü…
Sanat, güzeldir; sanatçı, güzelleştiren… Onun farkı budur: çirkin olanı bile güzel söylemek.
Tarih boyunca sanat ve sanatçıyla ilgili pek çok tartışma yapılmıştır. Klişe olarak “sanatın sanat için mi, yoksa toplum için mi” olacağı hususu en bilinen tartışmaların başında gelir. Bu kadim tartışmaya dönme niyetimiz yok elbette; lakin sanatın fikre kurban edildiğinde kendisi dışında her şeye dönüşebildiğini söylemekle yetinelim. Kanonlaşan veya kült haline gelen sanat eserlerinin tamamı, kendi amacı dışında başka birfayda gütmedikleri için bu değeri gördüklerine şahit oluruz. Sanat, “kapital”e boyun eğmediği sürece özgün olanı yaratabilme gücüne sahiptir.
Son dönem etikçilerinden Cioran, sanat ve ahlak eksenli yazılarıyla literatüre keskin bir giriş yaparak dikkatleri üzerine çekmiştir. Cioran, sanatın içine doktrin girdiğinde soysuzlaşacağını,misyonun sanatı soluksuz bırakacağını söyler. Ona göre fikir, uçuşa köstek olur(Cioran, 2019, s. 25). İnsan, zaman zaman kendi boyutlarına körleşebiliyor. Bu körleşme, sanatın asaletini soysuzlaştırırken, sözde sanatçı bundan gafil olabilmektir. Hayatınmaddi boyutuyla meşgul olan insanın korkusu, onu aşkın (transandantal) olandan uzaklaştırır.
Metafizik kaygı, sanatı daha özgün kılma konusunda sanatçıya çok güçlü bir alan açmış olur. Cioran, etik ve estetikten uzaklaşan insanı, hiçbir zarafet önyargısı taşımayan, kendi kendine teslim edilmiş bir canavarateşbih eder(Cioran, 2019, s. 15). Bugün, topyekûn bir canavarlaşma var dünyada.
“İnsan bu evrenin gevezesidir!” Cioran’ın bu muhteşem tanımı, başka bir sınıflamaya gerek bırakmadan bütün macerayı özetleyecek niteliktedir. Toplum, bir kurtarıcılar cehennemini yaşıyor; hayat, herkes adına konuşanveya konuştuğunu iddia eden sahtekârlarla işgal edilmiştir. Hâlbuki insan, sırrıyla var olur, konuşanın sırrı olmaz.Bugün konuştukça kendimize ihanet ettik, konuştukça kalbimizi teşhir ettik…(Cioran, 2019, s. 24-25).Oysa sırra sahip olan “örtüye talip” olandı… Mağaradaki çıplak hakikatle, mağaradaki gölgeyi birbirine karıştıran sözde sanatçınınortaya koyabileceği şey, yankı bile olamaz.
Sosyal medya pazarının kurulmasıyla değersizleşen sanatçıdan bizzat şikâyetçi olan sanatın kendisidir. “Like’a/beğeni”ye tav olan sanat dünyasının kapitalle sınandığında yerlerde süründüğü aşikârdır. Hâlbuki sanatçı konfora meyledemez, onun görevi konformist anlayışa muhalif olmaktır. Konforu olanın kalemi eğri yazar…
Sanatçı, selamete ermeye meylettiğinde kendisine ihanet eder. Selamet, şarkının ölümüdür, sanatın ve ruhun yadsınmasıdır. (Cioran, 2019, s. 35)Normal insan, içindeki hiçlikten başka hiçbir şeye tutunmayandır. Tutunduğumuz, hatta rab edindiklerimizidüşünelim bir an. Şöhret, para, makam… silsilesinin ruhumuzu nasıl ele geçirdiğini.
Asalet, harap olmuş manzaralara tepeden bakan bir tebessümdür, diyor Cioran. Varlık ve yokluk arasında hiçliğe tutunamayan insanın –sanatçıyı bir kenara bırakalım- kendi hakikatinin farkına varması mümkün müdür? Kendi hakikatini bilmeyenin toplum adına sanatçı olarak ortaya çıkması kabul edilebilir bir olgu mudur?
Kaynakça
Cioran, E. M. (2019). Çürümenin Kitabı. (H. Bayrı, Çev.) İstanbul: Metis.
Han, B.-C. (2019). Güzeli Kurtarmak. (K. Filiz, Çev.) İstanbul: İnsan.