Aşk u Niyaz ile Şair Nigarî

Aşk imiş her ne var âlemde. Bunu geç öğrenen bizler, ömrü hayatını bir tek aşka yani tek aşkına adayan şiirin şeyhi Mir Hamza Nigarî ismini duymak için niyaza ihtiyaç duyacağız. 

19. asrın tasavvuf muhit ve edebiyatında önde gelen şairimiz, hayatının çoğunu geçirdiği Doğu Anadolu ve Kuzey Azerbaycan’da anneler, çocuklarına ninni söylerken bile onun  beyitlerini terennüm ederler. 

Tâlibe gûşe-i vahdet gibi mekteb olmaz
Perveriş eylemeğe aşk gibi eb olmaz

Günümüz diline şu şekilde çevirmek uygun düşer mi: İlk manası tasavvufidir. Taleb makamında olanlara vahdet köşesine çekilmek gibi bir eğitim bulunamaz. Bu yolda ilerleyebilmek için aşk denen babanın elinde büyümek gerekir.

Sosyal hayatta ise beyit şöyle yorumlanabilir: Bir talebe için yalnız başına bir köşeye çekilip dersine çalıştığı bir mektepten daha üstün olamaz. Çocuğun serpilip gelişmesi için de aşk gibi bir ata (baba) asla bulunmaz.

Şair Nigarî köken olarak Seyyid olup bugün Ermenistan işgalinde bulunan Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde doğduğu için kökeni “Eş-Şeyh Seyyid Hamza Karabağî’dir. Ataları muhtemelen din-i ulviyeyi yaymak ve irşad çalışmaları için Medine-i Münevvere’den gelerek bölgeye yerleşmişlerdir. Ne hikmettir ki kendisi Erzurum, İstanbul, Samsun, Merzifon, Harput ve Amasya’da ilim ve irşad çalışmalarını yürütmüştür. Şair Nigarî’nin tahsil hayatı tamamen talihsiz bir döneme rastlar. Yöresinde Mir Paşa diye tanınan şairimizin babası öldürüldüğünde, Seyyid Nigarî yetim kalır ve on beş yaşına kadar ciddi bir tahsil göremez. Annesinin ısrarı sonucu çevre köylerdeki hocaların yanında okumaya başlar. Tahsil hayatını bu köylerde devam etmesine yardımcı olan Nigar adlı bir hanımın himmetini görür. Şairimiz bu himmeti karşılıksız bırakmaz, şükran borcu karşılığında NİGARÎ mahlasını alır. 

İlim ve irfan hayatına genç yaşta atılan Nigarî, Anadolu’ya gelerek Amasya’da Nakşî şeyhlerinden Halid-i Bağdadi’nin halifesi İsmail Şirvani’ye bağlanarak devam etmiştir.1839 yılına geldiğimizde şair Nigari, Amasya Gümüşlü Medresesi’nde dersler almış ve burada halvete girmiştir. Daha sonra Hac farizasını yerine getiren şairimiz dönüşünde tekrar Amasya’ya yerleşmiştir.

 Şair Nigari, 1840 yılında annesini ziyaret maksadıyla doğum yeri olan Karabağ bölgesinde Cicim’e gider. Burada kaldığı bir yıl içinde dersler verir. Burada Emine Hanım’la evlenen şairimizin Siraceddin adlı bir oğlu olur. Daha sonra oğlu Siraceddin’in 24 yaşındayken vefat etmesi şairimizi derinden etkiler ve şairimiz hüzünlü şiirler yazar. 

1851 yılında Erzurum’a, 1854 yılında ise İstanbul’a giden Hamza Nigârî, buralardaki sohbetleriyle kısa sürede tanınmıştır. İstanbul’da kaldığı günlerde Mustafa Reşit Paşa ile görüşmüştür. Paşa, kendisine Fatih’teki Emir Buhârî Dergâhının şeyhliğini teklif ettiyse de Şair Nigârî kabul etmemiş, aynı yere halifesi Taşâbâdîzâde Mustafa Sabri Efendinin atanmasını sağlamıştır. Divanında üzülmemeyi öğütleyen bir şiirinde Reşit Paşanın da ismi geçmektedir. 

1858 yılında tekrar Erzurum’a dönen Nigârî, ailesini de yanına almıştır. Bundan sonra Hamza Nigârî, sırasıyla irşad çalışmaları için Anadolu’yu adeta karış karış gezer. Önce Amasya daha sonra Merzifon’a gider. Bu çevrede yaydığı fikirler ve irşad çalışmaları bölgenin idaresi tarafından uygun görülmemiş Samsun’a gitmek zorunda kalmıştır. Daha sonra İstanbul’dan davet alır bir süre buraya gider. İstanbul’daki ricalin özellikle Kazım Paşa’nın tavassutu ile sürgünün durdurulması için başvuruda bulunulmuşsa da sonuç alınamamıştır. Bundan sonra Şair Nigârî, Harbut’a gitmek üzere Samsun’a gönderilir. Buradan Amasya’ya uğrayan şairimiz mahiyetindeki eşrafı da alarak Tokat, Sivas, Malatya güzergâhını izleyerek 1885 yılının Berat gecesinde Harput’a ulaşır. Şairimiz ertesi yıl vefat edince vasiyeti gereği ailesi ve sevenleri tarafından Amasya’ya getirilerek oradaki bağlıları tarafından hazırlanan kabre defnedilmiştir. Amasya’da kabrinin olduğu yerde bugün ‘Azerîler Camii’ olarak da bilinen ‘Şirvanlı Camii’, 1894 yılında inşa edilmiştir.

19. asrın ortalarına doğru Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Ruslara karşı mücadele eden Nakşıbendî tarikatının tanınmış önderlerinden biri olan Mir Hamza Nigârî daha çok bu bölgede Karapapak (Terekeme) Türkleri üzerinde etkili olmuştur. Bunların bir kısmı Kars, Amasya ve Muş’a gelip yerleşmişlerdir. Kırım savaşında birçok müridiyle beraber gizlice Kars tarafında geçerek devlet-i aliyenin orduları safında savaşmışlardır. 

Gazelleri, koşmaları ve kasideleri, yalnız kendi müritleri arasında değil halk arasında da okunmaktadır. Bu şiirleri dergâhlarda ilahi şeklinde de söylenmiştir. Divanında farklı şiirlerden seçtiğimiz bu iki beyit insanı çok derinden etkiliyor;

Atdı âteşlere Nemrûd bizi
Gelmedi bir Halil-âsâ ne ‘aceb
Bâde-i nâbdan özge bize teskin virmez
Yaramaz kârımıza âb-ı Fırât ey sâkî

Yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı gibi Nigârî Hazretleri şiirlerinde peygamber kıssaları, coğrafi ve tarihi bilgilere de yer verir. 

Aşk konusunda Nigârî’nin orijinal sayılabilecek fikirleri vardır. Ona göre aşk, Hüdâ’nın lütfettiği bir bâdedir ve camsız (kadehsiz) içilir. Çünkü o, mana ba’desidir. Şu beyitleri okuyalım;

Analagil aşk nedir dinle ne manadır bu
Bâde-i lutf-ı Hudâ bahşiş-i Mevlâdır bu 
İçelim şâm u seher içre ve lâkin bî-câm
Câma hâcet mi olur bâde-i ma’nâdır bu 

Aşkın kitabı olmadığını, onun dersle öğrenilemeyeceğini belirtir. Kendisini ünlü aşk hikâyelerinin kahramanları Ferhad, Vâmık ve Mecnun’dan üstün tutar. Şeyh Galib’in bir şiirinde terci-i bend olarak kullandığı; 

âh mine’l-‘aşkı ve hâlâtihî
ahraka kalbî bi-harârâtihi 

beytini Nigârî de terci-i bend olarak kullanmıştır. Nitekim o, yanan aşkın dermansız derdini Mevlevî neyinin dile getirdiğini söylerken şöyle bir ifade kullanır; 

Ten yakılur cân yanar sûzişile bend bend
Eyle ki takrîr eyler derd-i nây-ı Mevlevî

Aşk konusunu ağırlıklı olarak ele almasıyla Fuzulî ile benzerlikler gösterir şairimiz. Kendisi de huy ve yaratılış olarak üstada benzediğini söyler. Onun yaptığını kendisinin de yaptığını söyler; 

Ey gönültab’-ı Fuzulî ile hem-kar oldun
Karabağ kıt’asını hıtta-i Bağdâd itdin.

Şiirinde Karabağ’ı Bağdat diyarı haline getirdiğini, şiirlerinin bazılarını Fuzulî’nin şiirlerine tahmis etmesi onun bu büyük şairden çok etkilendiğini gösteriyor. Fuzulî’den başka diğer şairler de Nigârî’yi etkilemiştir. Bunlar Ruhî, Nebâtî, Hafız, Hâcu-yı Kirmânî, Sa’di’yi sayabiliriz. 

Nigârî’nin eserlerine gelince Türkçe Divan, Farsça Divan, Nigârnâme, Menakıbnâme’yi sayabiliriz. Bunlar arasında Nigârnâme Fuzulî’nin Leylâ vü Mecnun’u,Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını çağrıştır. 

Duygulu ve coşkulu şiirleri hafızamıza nakşeden Şair Nigar’i kimdir diye kısaca tanıtmaya çalıştık. Bu çalışmamızı yaparken faydalandığımız bir kaynak için teşekkür borcumuz var: Evvela Şair Nigârî Hazretleri’ni okuyucuların hizmetine kazandıran İstanbul Üniversitesi Klasik Edebiyat hocalarından Prof. Dr. Azmi hocamıza teşekkür etmeliyiz. Hocanın büyük bir rikkatle mesaisini harcayarak yayına hazırladığı Mir Hamza Nigârî Divanı artık elimizde. Kule yayınlarının da divanı okuyucunun göz zevkine hitap edecek şekilde yayımlamıştır. Onlara da teşekkür etmek gerekir.

Sözümüzü sonda da yineleyelim. 

Aşk u niyaz ile Şair Nigarî’yi okumak lazım.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bu Ne Hâl? / Ay Vakti
Ledün Pınarına Tasını Tutmuş Gül Dervişleri... / Selami Şimşek
Necip Fazıl Kısakürek / Panel / Mustafa Miyasoğlu
Heybemde Sorumluluk Var, Yüküm Ağırdır Benim / İmdat Akkoyun
Cemil Meriç’i Anlamak / Ahmet Albayrak
Tümünü Göster