Şair Bahtiyar Vahapzâde

16 Ağustos 1925’te Azerbaycan’ın Şeki şehrinde doğan Bahtiyar Vahapzâde, 9 yaşında ailesiyle Bakü’ye göç etti. Burada orta tahsilini tamamlayarak (1942) Devlet Üniversitesi Filoloji fakültesine girdi. 1947 yılında mezun olduğu üniversitesine dört yıl sonra kendisinin deyimiyle ilim namzedi (araştırma görevlisi) olarak atandı.
Vahapzâde, 1964 yılında meşhur Azeri şair Samed Vurgun hakkında hazırlamış olduğu tezle edebiyat doktoru payesini almıştır. Vahapzâde, emekli olduğu 1990 yılına kadar bu üniversitede muasır Azerî edebiyatı profesörü olarak görev yapmıştır.
Küçük yaşlardan beri edebiyata ilgi duyan Vahapzâde ilk şiirlerinden biri olan “Yaşıl Çemen”  13 Eylül 1944 yılında Edebiyyat gazetesinde çıkınca o zaman Azerbaycan Yazıçıları İttifakı başkanı olan büyük şair Samed Vurgun’un dikkatini çeker. Üstad,  genç şairi yanına çağırarak tavsiyelerde bulunur, onu teşvik eder. Yine üstadın tavassutuyla 1945 yılı Şubat ayında bu birliğe kabul edilir. Şairimiz, bu teşvik ve tavsiyelere Men O’na Borcluyam  adlı kısa bir yazısında üstadına teşekkür etmiştir.
Vahapzâde, şiirin yanında uzun manzumeler, tiyatro ve tercüme eserler de vermiştir. Onun uzun manzumeleri arasında en dikkati çeken Cezayir milli kurtuluş hareketine hasredilmiş “Yollar-oğullar” , Fuzuli’yi anlatan “Şeb-i Hicran”  göze çarpar. Şairimiz, sanatının yanında ilmi çalışmalar da imza atmıştır.
Bunun yanında birçok ülkeyi gezip gören Vahapzâde, izlenimlerini bazen şiir bazen de gezi yazısı olarak yansıtmıştır. Ülkemize de iki defa gelen Vahapzâde’nin özellikle 1937 yılında Almanya’yı (Batı Almanya) ziyaretinde karşılaştığı Türk vatandaşı işçilerle ilgili izlenimlerini İki Hafta adlı bir yazı ile Çörek Saadet ve Çörek Vatan gibi şiirlerinde anlatmıştır. Bu şiirler şöyle başlar:
Direk oldu göğlere ah- nâlesi bu yerin…
Vetenden iş ahtarıp(arayıp) ağgün gözleyenlerin
Gözlerine ağ düşüp
Bir parçacık çörek de (ekmek) vetenden gaçag düşüp
<<Bekle>>dedi

ekipler
bitmeyiptir,                                                                             
<<bekle>>ni (bekliyi)
Anadolu kendlisi (Köylüsü)
gezdi bütün ölkeni,
Bayır ahtardı,(Aradı)
……..
O gözlerden yayındı,(Uzaklaştı)
Onu vurup ötdüler
Ele çörek geldise, saadeti gelmedi

(Çöreg-Veten-Şiirler-1979)
Burada Almanya’daki Türk işçilerinin ekmek parası uğrunda büyük sıkıntılara, mihnetlere katlandıklarını fakat saadetlerini kaybettiklerini anlatır. Çünkü hakiki saadet ancak vatanda bulunabilir. Buna rağmen “karnımın doyduğu yer vatanımdır.” diyen züppe Türkleri tiksinerek acı acı hicveder:
Sen veteni çörege(ekmeğe) nece gurban eledin
Burada çöreg kazanıp özünü de itirdin.

(Çöreg-Veten-Şiirler-1979)
Vahapzâde’nin şiirlerinde millet ve dil sevgisi de geniş bir yer tutar.O, anadiline “veten dili” der.Ana dilini küçümseyenlere “Riyakar” şiiriyle cevap verir:
.……….
Öz evladını
Ecnebi dilinde ohudur ancak
Özgeye: “Dilini öğren!” deyirsen.
Özünse…
Bu dili beğenmeyirsen!…
Ne deyek bu miskin riyaralığa?

Yohsa öz gınını beğenmir bağa(kablumbağa)
Vahapzâde, Osmanlı’ya ve edebiyatına büyük bir hayranlık duyar. Varlık dergisinin Ağustos 1972 tarihli sayısında İsmet Zeki Eyüboğlu imzasıyla yayımlanan “Ölü Edebiyat” başlıklı yazıda divan şiirine ve başta Fuzûlî olmak üzere bütün divan şairlerine acımasızca hücum edilmiş ve bu yazıya tek cevap ne yazık ki Türkiye’deki yazarlardan değil Ta Azerbaycan’dan, Vahapzâde’den  gelmişti. “Yel Kayadan Ne Aparır?” başlığını taşıyan ve aynı derginin Şubat 1973 tarihli sayısında çıkan bu cevap çok güzel ve susturucuydu. Vahapzâde, bu yazısında klasik edebiyatımıza yapılan haksız hücumlara karşı çıkıyor. Fuzûlî, Nesîmî gibi klasik şairlerimizin ve klasik edebiyatımızın her zaman değerini koruyacağını söylüyordu. O makaleden birkaç cümle alalım:
……
Tenkidçi klasik edebiyatı “ölü edebiyat” adlandırır. Ancak adını çekdiği şairler neçe yüz illerdir ki, yaşayır ve yaşayacaklar.
Nesimîler, Füzûlüler ebediyete kavuşmuş senatkârlardır. Yani onlar, cismen ölü, fikren ebedî dirilerdir. Bes ölü kimdir? Ebedî dirileri ölü sayanlar! (…) Bu setirleri yazarken mene ele geldi ki, Nesimi ve Füzûli üce bir kayanın zirvesine dayanıb Eyyüboğlu’nun hücûmuna, menim de müdafieme gülürler. Ona göre ki, bu şehsiyyetlerin Eyyuboğlu kimilerin hücûmundan korhusu yohdur, menim kimilerin de müdafiesine ehtiyacı… O ki kaldı, aşağıdan yuharı kayanın zirvesine olan hücumlara, bu hakda halk gözel deyib: “Yel kayadan ne aparar?!”…

Bahtiyar üstadımızın Osmanlı’ya dair bir hatırasını öğrencilik yıllarımızda bir vakfın edebiyat sohbetinde şöyle dinlemiş idim. “Vahapzâde gözyaşları içinde özlem duyduğu Osmanlı bakiyesi vatana ayak basmıştır. Onu karşılayacak Türkiyeli kardeşine “Merhaba ey Osmanlı torunu!” diyebilmek için sabırsızlanmıştı. Menzile varıldı ve onu karşılayan zata mutluluk nağmeleri içinde “Merhaba ey Osmanlı torunu!” diye seslenerek el uzattı. Elini uzattığı adam ise onun kadar ahenkli konuşmadı.  “Merhaba efendim ben Cumhuriyet çocuğuyum.”  Bahtiyar’ın bahtı o zaman yaver gitmemiş adeta yıkılmıştı. Demek Türkiyeli kardeşleri Cumhuriyeti Osmanlı’nın bir devamı saymıyor bambaşka bir şey biliyorlar. Halbuki Tanzimat, Islahat fermanları cumhuriyetin öncü birlikleri idi ve Osmanlı padişahları bu fermanları yayınlamışlardı.
Bahtiyar’ın şiirine gelince şiirleri hakkında şunları söylemek mümkündür. Serbest şiirle pek alakadar olmaz, daha çok hece vezni ile yazar. Aruzla yazdığı şiirler de vardır. Üslup bakımından klasik şiir geleneğini takip eden şair, şiirin günümüzün ihtiyaçlarına da karşılık vermesini istiyordu. Onun güzel bir şiirini hatırlıyorum. Günümüz futbol maçlarından ilham alarak hayata bakış açısını şöyle dile getirmektedir.
Kağıza hevesle o da gol attı,
Dodağı altından gülümseyerek.
Bir gelem esirlik hicran yaratdı,
Bir halgı yarıya böldü gılınc tek.

(Gülistan Şiirinden)
Yukarıdaki şiirde kendine has yoğun bir fikir meselesiyle karşılıyoruz ki bu şiir yaklaşık yedi sayfadan ibarettir. Yani şiiri makale yazar gibi yazar. Daha çok şairin mesnevi geleneğinden geldiğini hatırlamak gerekir. Şiiri bir sohbet havasında geçer.
Şairimizin bazı şiirlerinde kendine özgü bir hiciv ve alay tarzı söz konusudur. Bu yönüyle onu merhum şairimiz Necip Fazıl Kısakürek’e benzetebiliriz. Hicviyelerinden bir örnek:
Sazında eybecer (çirkin) sesler uyduran,
Sahte hallar vuran cavanlar da var.
Özgenin hinine Gasr-ı Süleyman.
Özgünün gasrına hin deyir onlar!
…..
Gülme, öz köküne, ayıptır sene!
Ot kökü üstünde biter,unutma!

Şaire göre modaya uydukça taklit gelişir, inanç kaybolur ki bu büyük bir köhneliktir.
Bahtiyar Vahapzâde’nin Ömürden Sayfalar (2000), Vatan, Millet, Ana Dili (2000), Soru İşareti (2002) Türkiye’de yayınlanan eserleri arasında yer almaktadır. Eserleri 8’den fazla dile çevrilen şairin yayınlanmış 40’ı aşkın şiir kitabı, 11 ilmî eseri, 2 monografisi, çeşitli piyesleri ve yüzlerce makalesi vardır.
Şairimiz hakkında söylenen son sözleri yine kendisi gibi dünya çapında bir edip olan ve geçtiğimiz yıl bu zamanlarda vefat eden Cengiz Aytmatov’la bitirelim.
Bahtiyar Vahapzâde,hepimize has olan ihtiraslardan, doğrudan doğruya zaman, mekan ve fezanın mücerret alemine günümüzün heyecanlarına, dünyanın atom tehlikesine köprü fikirler atar,köprü tablolar çizer.Yine her birimize, bütün nesillere komşusuna ,od ocağına ve bundan bütün kainata yüz tutar.Sanatkarlığının çiçeklenme ve müdriklik (Bilgelik) devrine kadem koyan büyük şairin ölçüsüz istidadı böylece meyve verir….
Ruhu şad olsun üstadım. Bazan baharda da saralır yarpağ. Taleyin elinde her şey oyuncağ. Ne diyelim.
Kaynaklar:
1. Ürekdedir Sözün Kökü, şiirler, Vahapzâde Bahtiyar, TDY Yay. Ankara 1993
2. Şiirler, Vahapzâde Bahtiyar, Ötüken Yay. İst. 1979
3. Çağdaş Azerbaycan Şiiri Antolojisi, İst. 1978

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Seçim / Ay Vakti
Savrulmamak / Şeref Akbaba
Dine Dönüş / Necmettin Evci
Şair Bahtiyar Vahapzâde / Eyyüp Azlal
Mehmet Akif, Safahat ve Asım’ın Nesli / Mustafa Miyasoğlu
Tümünü Göster