Erdemli şehirler, ruhumuzun, medeniyetimizin ve ufkumuzun bir yansıması olarak karşımıza çıkarlar. Bu nedenle erdemli insanlara ihtiyacı vardır erdemli şehirlerin. Çünkü şehirlerin asıl fiziki görüntülerine o şehri yaşayanların kattığı anlamlarda kendisini ele verir.
Bu manada Urfa tarihin adı ise bu tarihe ad verenlerle şehri adlandırmak lazımdır. Urfa şehri evvela peygamberler atası Hz. İbrahim’le müşahhas olmuştur. Onun Nemrut’a karşı verdiği hakla batıl mücadelesi hem Kur’anî bir ifade hem dilden dile gönülden gönüle yayılan bir efsane olarak karşımıza çıkmıştır.
Yıllar önce Urfa’da bir gece konaklayan şairimiz Ahmet Kutsi Tecer, derin hülyalara dalarak şu mısraları mırıldanır. Tabi ki Hz. İbrahim’den dem vurarak:
Bir ulu mancınık kurarlar şara
Buradan bakınca aşağılara
Bu gün bile gözü kararmayan kim?
Bu mancınık senin için İbrahim!
Senin için zülüm işkence cefa
Seni yakmak için yanmakta Urfa
(Ahmet Kutsi Tecer)
Bu ulvi mısralardan şu duyguları yaşayabiliriz. Kalesiyle, mancınıklarıyla, Aynzeliha ve Halillürahmanıyla Urfa bir İbrahim kentidir ki bu şehir tarihi macerası içinde kendine hükmeden sultanlara da kimliğinden bir şeyler katmıştır. Selahaddin-i Eyyubi “Kudüs fatihi olarak bilinir.” Urfa’yı İslam topraklarına tekrardan katarken şehre yaptırdığı eserlerle buraya İslamî bir kimlik katmıştır. Selahaddin Eyyubi Urfa’ya verdiği kadarını da almıştır. Bu kültürel etkilenme dolayısıyla Urfa’da gördüğü birçok mimariyi de başka İslam memleketlerine götürmüştür.
Daha sonraki dönemlerde de Urfa suretini muhafaza etmiştir. Şehir, İslam medeniyeti dairesinde farklı kültürlerin eline geçse bile daima etkin kültürünü muhafaza etmiştir. Mesela Osmanlı padişahlarından Dördüncü Murat, Bağdat seferi sırasında Urfa’ya geldiğinde Balıklıgöl-El- Ruha Otelinin önünden şehre giriş yapmış ve Döşeme Camisinin yanındaki mezarlıkta bulunan Şeyh Ali Dede’ye maddi yardımda bulunmuş daha sonra bir çift balığın kulağına da altın küpe taktığı bilinmektedir. Demek ki Dördüncü Murad, Urfa’ya vardığında şunları bilmektedir. Balıklıgöl’ün manevi tarihi ve kutsal bir hatırası vardır. Ve Şeyh Ali Dede bu şehrin manevi dinamiklerindendir. Hatta kendisi, şehrin manevi havasına zarar vermemek için ordusunu bugünkü Vali Konağının bulunduğu Katırdağında konuşlandırmıştır.
Çünkü ecdadımız; aşkla, muhabbetle, inançla imar edilen şehirleri bir medeniyet müzesi olarak görürler ve önünde saygı ile eğilirler. Tanpınar’ın dediği gibi:
Bu anlattığımız olay, şehirlerin şifreleri üzerinde kazındığı anlam katmanlarıdır.
Doğunun gizemli şehri Şanlıurfa’da ilkçağlardan beridir Sümerler, Akkatlar, Asurlar, Babil, Med, Pers, Makedonyalılar, Helenler, Romalılar ile İslam (Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler, Zengiler, Artuklular, Selçuklular ve Osmanlılar) medeniyetleri hüküm sürmüştür. Bu medeniyetler ile beraber Urfa’da yaşamış peygamberlerin dini öğretileri Mesela Hazret-i İbrahim’in Hanif dini ve inancı Hz. Eyyub’un sabır öğretisi birbiri üzerinde katmanlaşarak bugünkü peygamberler şehri Urfa’nın kimliği üzerinde bir şifre oluşturuldu.
Bizim medeniyetimizde her şehir aynı zamanda geleceğe yazılmış bir şiirdir. Kafiyeleri kubbeler olan camiler, medreseler, bedestenler ilham olup akıyordu hicranlı gönüllere. Ardından şehirler birer şiir anıtı olup sanata dönüşüyordu. Balıklıgöl-Dergâh makamı ile hemhal olan Rızvaniye medresesi ve camisi adeta bizlere ölümsüz şiirler sunar.
Bir gece Urfa’da Halilü’l-rahman’da
Suda ay doğduğu garip zamanda
İçimde hicranlı bir bülbül sesi
Altında seccade bir gül bahçesi
Üstünde yıldızlar önümde havuz
Pırıl pırıl bir aşk gecesi Temmuz
Asırlar boyunca hülyaya daldım
Her asra yemin ederek başlıyoruz ki dünyevileşen, batılılaşan, modernleşen şehirler bizleri kuşatmaya devam ediyor. Bir peygamberler şehri olan Urfa da tarihi hatırasından uzaklaşıyor şimdilerde. Çünkü şehir planlamacıları okullarda ders kitapları olarak İbn-i Haldun’u okumuyorlar, Max Weber’i okuyorlar. Peki, ne diyor Weber, şehirleri tanımlarken:
“Ne ekonomik anlamda “şehir” (city), ne de özel siyasi-idari yapılara sahip olmalarıyla temayüz eden garnizon, bir “cemaat” oluşturmaya kâfi gelmez. Kelimenin tam anlamıyla bir şehirli “cemaat” genel bir hadise olarak sadece Batıda ortaya çıkar.”
Daha da ileri giden Weber Ortaçağ karanlık Avrupa’sının şehirlerini Hakiki Şehirler olarak tanımlanması gerektiğini söyler. Weber’in ideolojisini benimseyen Napolyon Paris’i oluşturduğunda dünyevi bir şehir kurma yoluna gitmiştir. Napolyon şehri dört yola ayırmış ve tam merkezine dört adet top koydurtmuştur. Yolların gidiş yönüne sokak yaptırmamış ki halk isyan ettiğinde askerler hep birden hepsini püskürtsün. Şimdilerde Paris’in merkezinde topların yerine ünlü Eiffel Kulesi duruyor.
Tamamen dünyevi bir şehir olan Paris, sanki dünyanın en harika şehriymiş gibi Urfa’yı Paris’le kıyaslamaya çalışanlar var günümüzde. Oysa Urfa, Halep’le, Şam, Mekke ve Medine ile kıyaslanmalıdır. Hâlbuki büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said-i Nursi Urfa’yı Türkiye’nin Medine-i Münevveresi olarak addeder. Mevlana Halid-i Bağdadi’den kendisine kalan cübbesini ölümünden çok önce Urfa’ya yollayarak dar-ı ukbaya mübarek şehirden uğurlanacaktır.
Fakat biz yine de son bir çırpınışla kutsal şehre ayarlanmış bir şehir sosyolojisi istiyoruz. Bizim inancımızda Bediüzzaman’ın, İbn-i Haldun gibi âlimlerin şehirlere yaklaşımı çok önemlidir. Bizim öğretimizde şehir kutsal bir su etrafında kurulur. Mesela Zemzem suyunun bulunduğu yer, tamamen kumsal bir vadi içerisinde, buna Vadi-yi İbrahim deniliyor. İslâm dinine göre mukaddes olarak kabul edilen bir sudur ve Mekke şehri bu su etrafında kurulmaya başlanmıştır. Peki, Urfa’mıza geldiğimizde şehrin ilk kurulduğu yer neresidir. Cevabımız Balıklıgöl-Dergâh (Halilülrahman) mevkisidir. Hatta bu bölgede Hz. İbrahim’in doğduğu mağaradır. Bu iki bölge arasındaki tevafuk ancak ilahi bir nizam ve şifre ile açıklanabilir.
Sözümüzü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şehirlere dair meşhur bir sözüyle bitirelim:
“Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı.”
Referanslar:
1. Musatafa Armağan, Şehir Ey şehir
2. Mahmut Bıyıklı, Şehir Şiirleri
3. Eyüp Azlal, İbrahimi Şiirler
4. Eyüp Azlal, Efsane Nehir Fırat
5. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir