Gazellerde Ramazan

Divan edebiyatı için her ne kadar toplumdan kopuk, hayali imgelerle süslü bir edebiyat denilse de bunun doğru olmadığı bir gerçektir. O dönem eserleri de diğer edebiyat eserleri gibi toplum yaşantısı ile ilgili bilgi verir. Divan edebiyatı eserlerine farklı okumalarla bakıldığında (Önyargısız) görülür ki o dönemin toplum ekonomisi, sosyal yaşantısı, gelenek-görenekleri gibi pek çok alanda bilgi edinebiliriz. Edebi metin ve güvenirlik konusuna girmek niyetinde değiliz, ama hayata bakan edebiyat bağlamında bu edebiyatın da topluma dair bir şeyler içermemesi pek akla uygun değildir. Evet, şair hemen hemen değindiği her konuya biraz mübalağa biraz şairanelik (kimi zaman daha fazla) katmıştır ama bu şiirin bir eksikliği olarak görülemez şüphesiz. Şair, şair olduğu için öyle söylemiştir. Divan edebiyatına yönelik bu tutum belki de eserlerin tam anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Divan edebiyatı minyatür gibidir, eğer resmedilen hikâyeyi, olayı bilmiyorsak bu resme bakarak bir hikâye çıkarmamız çok zordur. Mesela minyatürlerde görülen mavi at asaletin simgesidir yani onu görünce hükümdara ait bir şeyler ararız ama bunu bilmiyorsak mavi bir atın olmayacağını düşünerek tamamen nakkaşın sürrealistliğine veya iç âleminin bilinmezliği sebebine sığınırız. Divan edebiyatı için de bu durum böyledir. O döneme ait kültür birikimimiz az ise veya şiirin içine tam giremiyorsak maalesef Divan edebiyatının sadece nergis gözlü ince belli Hindu benli bir dilberi anlattığını sanırız.

Yukarıda söylediğimiz gibi bu dönem eserleri de topum yaşantısı ile ilgili muhakkak bir şeyler söyler. Biz de toplumumuz için önemli olan dini kaynaklı bir gelenek olan Ramazan ayını, adetlerini Mesihi’nin gazel ve kasidelerine bakarak yorumlamaya çalışacağız.  Bunu yaparken öncelikli olarak o dönemde Ramazanın nasıl yaşandığını nasıl karşılandığını anlatacağız daha sonra bu yaşantının gazel ve kasidelere nasıl yansıdığını yukarıda bahsettiğimiz üç şairin gazel ve kasidelerine nasıl yansıdığını göreceğiz. Örneklerle de açıkladıktan sonra başta söylediğimiz gibi divan edebiyatının sadece hayali imgelere dayalı bir edebiyat olmadığını içinde oluştuğu toplumu da yansıttığını gösterme niyetindeyiz.

Öncelikli olarak o dönemin (14. ve 15 yy.) toplumunda Ramazan ayının öneminden, gelenek ve göreneklerinden bahsedelim. O dönemi düşündüğümüzde günümüzde olduğu gibi bin bir çeşit ve modelde masa takvimleri, cep telefonları, yayın organları Ramazanın geldiğini müjdelemiyordu. Ve insanlar doğayı bir işaretçi olarak görüyor ve aya bakıyorlardı; ay inceliyor, inceliyor ve hilal oluyordu işte bu ramazan demekti, oruç demekti. (ki zaten günümüz takvimleri ayın ne zaman hilal olacağı hesaplanarak yapılmış ve ona göre günü gününe Ramazanın başlangıcını söyleyebilmektedir.) Bu adet yani aya bakarak orucu tayin etme, Hz. Muhammed’ten bu yana böyle, peygamber bir hadisinde şöyle der: “Ramazan hilalini görünce oruç tutun, Şevval hilalini görünce iftar edin ve bayram yapın. Eğer hava bulutlu olursa Şaban ayını otuza tamamlayın.” Orucu şüpheye düşürmemek için böyle tedbirler alınmıştır lakin şair şairliğini göstermiş bu kargaşadan bile ince zekâ örneği beyitler çıkarmıştır. İlerde beyitlerle örneklendireceğimiz bu meseleden şimdi kısaca şunu diyeceğiz. Yukarıda bahsettiğimiz Şaban ayını otuza tamamlama bir tedbirdir yani aslında otuzuncu gün belki de fazladan tutulmuştur o yüzden buna “yevm-i şek” yani şüpheli gün deniliyor. İşte şair muzipliğini konuşturarak tiryakilerin oruç bitti diye yiyip içerek nasıl aldandıklarını ustaca dile getirir. İlerde bu konuya değineceğiz. Ramazanın başlamasına az bir zaman kala insanlar yüksek yerlere çıkıp ayı gözlemlemeye başlarlarmış ve ay hilal olunca ramazanın başladığını anlarlarmış. Hatta hilali gördüğünü şahitleriyle birlikte müjdeleyenler ödüllendiriliyormuş. Ramazan sadece oruç tutmak değil elbet. Bu ayla (ki bu aya hürmeten “On bir ayın sultanı” deniliyor.) birlikte toplumda da değişmeler oluyor; içki yasağı, yardımlaşmanın artması, camilere artan ilgi v.s. Bu değişim elbet şairin de gözünden kaçmaz hatta şairler ramazan ayı gelmeden önce yazacakları ramazaniyeleri tasarlarlar, kime sunacaklarını düşünürler. Kasidelerinde de gazellerinde de Ramazanla ilgili beyitlere yer vermişlerdir tabi. Bunu yaparken sadece Ramazana mı yoksa Ramazan vesilesiyle başka konulara da değindiler mi onu örneklendireceğiz ilerde. Öyle ya şair bu, Mevla’dan bahsederken Leyla’ya, Leyla’dan bahsederken Mevla’ya akabiliyor. Tekrar toplum yaşantısına dönecek olursak, bilindiği üzere Anadolu Beylikleri hayratlara, vakıflara önem vermişlerdir. Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nde de bu gelenek devam etmiş, yardımlaşmaya oldukça önem verilmiştir. Bununla birlikte halk da kendi içinde yardıma muhtaç olana bu ayda daha fazla el uzatmıştır, ihtiyacı olana ramazanlık erzak göndermiştir. Ayrıca devlet, günümüzde de olduğu gibi Ramazanla artan gıda fiyatlarına sınır getirmiş halkın bütçesini korumuştur. Halkın bu yardımsever tutumunda elbet ahlaki duyguların artmasının yanı sıra İslamiyet’le yeni kaynaşan halkın Kuran’da geçen ayetlere riayet etme arzuları da etkilidir. Mesela İnsan Sure’sinde şöyle denilir: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirdiler. ‘Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimiz’den (O’nun azabına uğramaktan) korkarız’ (derler) Allah da onları o günün felaketinden muhafaza eder; yüzlerine nur, gönüllerine sürur bahşeder.”

Kısaca bu dönemdeki ramazan adetlerine değinelim daha sonra beyitler eşliğinde daha ayrıntılı olarak eğileceğiz bu adetlere. Hilalin görünmesiyle başlayan oruç iftar vakti sona erer, öce iftariyelik denen reçel, peynir gibi hafif şeyler yenir ve genellikle iftariyelikten sonra akşam namazı kılınır hem böylece mide fazla yorulmamış olur, sonrasında ana yemekler yenir. Ramazana has güllaç gibi tatlılar sofraları süsler. Bu sofralara illa ki davet edilmek gerekmez her sofra misafire açıktır. Evlerde olan bu hazırlık gibi sarayda da oldukça büyük hazırlıklar yapılır Ramazan için. En lezzetli yiyeceklerle donatılır saray mutfağı. Ayrıca yönetimin, askerin nasıl olduğunu anlamak için de önemlidir Ramazanlar. Çünkü saraydan tepsilerle yeniçerilere baklava gönderilir Ramazanda. Eğer yeniçeriler padişahtan memnun iseler baklavaları yer padişaha hayır duaları ile boş tepsileri gönderirlermiş saraya, ama yönetimden şikâyetçi iseler yemeden gerisin geriye saraya dolu bir şekilde gönderirlermiş tepsileri. Görüldüğü gibi oldukça önemli bir bürokrasiye ev sahipliği yapıyor Ramazan. Şimdi beyitler eşliğinde ramazan geleneklerinin şairlerin beyitlerine nasıl yansıdığına bakalım. Şairin gözünden görmeye çalışalım. İlk olarak yukarıda bahsettiğimiz Ramazanın başlangıcı sayılan “hilali görme” motifine bakalım. Mesihi diyor ki:

Ta’at itsün diyü Allaha cemahir-i enam
                 Bir güzel mihrab göstermiş idü mah-ı sıyam (Meshi, Kaside 4/1)

Tüm mahlûkat Allah’a itaat, ibadet etsin diye bir güzel mihrab oruç ayını göstermiştir.

Bir güzel mihrab diye bahsettiği şairin hilaldir, şeklinden dolayı böyle bir benzetme yapmış olması muhtemel. Aynı şekilde ramazan ayı demek yerine kapalı istiareli bir biçimde “Mah-ı sıyam” diyerek aynı sanatı kullanmış oluyor. Hafif bir hüsn-i ta’lil tadı da almıyor değiliz. Yani bu ayın gelme sebebini veya hilalin gökyüzünde görünmesini doğal bir olay olarak değil insanlığa bir çağrı olarak görüyor şair, o yüzden güzel sebebe bağlama da var diyebiliriz. Beyit toplumda olanı nerdeyse birebir yansıtıyor görüldüğü üzere. Tabi buna başka açılardan da bakabiliriz bildiğimiz gibi sevgilinin kaşları şeklinden, kavisinden dolayı hilale benzetilir. Sevgilinin kaşının görünmesi ile aşığın gönlüne bayram gelir ayrıca şöyle de yorumlanabilir âşık sevgilinin hilal gibi kaşını görünce yemeden içmeden kesilir adeta oruç ayına girmiş gibi olur ve iç âlemine Rabbine yönelir. Ayrıca sevgilinin kaşlarının mihraba benzediğini de unutmamak lazım. Mihrab tektir sevgilinin kaşı iki tanedir yani iki mihrab vardır. (Cemaat kalabalık olursa iki mihrab olabilir) çünkü aşığı (cemaat) çoktur. Bu yüzden tek mihrab yetmez, sevgilinin mihrap gibi iki kaşı yeter. Beyit toplumda Ramazanın gelişi ile ilgili âdeti yansıtmakla beraber, görüyoruz ki şair başka şeyler de ima etmiş. Yani şair dış dünyasında, toplumunda olanlara gözünü yummamış bunu beyitlerine aktarmış elbet bunu yaparken kendi hayal dünyası ile şekillendirmiştir.

Bu bağlamda (hilalin görünmesi motifi ile ilgili) benzer bir beyte daha bakalım:
                     Tutmadıysa ol dahı hep halk ile her gün oruç
                    İncelüp böyle ne içün oldı pes lagar hilal (Mesihi, Kaside 3/7)

Bu beyitte de aynı şekilde ayın incelip hilal olmasına rağmen oruç tutmayanı hayretle karşılıyor şair. Bir başka şekilde de şöyle yorumlayabiliriz eğer ay halk ile birlikte oruç tutmamış ise niçin inceldi (zayıflasın manasında). Şair güzel sebebe bağlama sanatından da faydalanarak ayın gökyüzünde incelmesini diğer insanlarla birlikte oruç tutmasına bağlıyor. Her ne kadar sanatlı söylese de bir gerçekten yola çıkıyor şair. Çünkü gerçekten oruç nedeni ile halkın içinden bazıları (özellikle ihtiyarlar, ağır işlerde çalışanlar) orucun verdiği açlıkla zayıflamaktadırlar.

Diğer bir adet ise bugün yaşatılmayan “Diş kirası” âdeti, buna göre bir eve (ki bu zengin evi hatta genelde konak veya köşktür.) iftar için davet edilen misafirlere keseler içinde “diş kirası” adı ile hediyeler yahut para verilir misafirler de ev sahibine dua ederler. Bu âdetin Fatih Sultan Mehmet döneminde başladığı hatta Fatih’in nohutlu pilavın içine altın koydurduğu söyleniyor. Bu âdeti orta halli ailelerin de uyguladığı tabi misafirlerine keseler için de altın değil de tesbih gibi daha ufak hediyeler verdikleri biliniyor. Bu adet sadece ev sahibinin dua kazanmasına vesile olmakla kalmıyor ayrıca yardıma muhtaç olanın da ihtiyacını gideriyor. Bakalım şair bu adetle ilgili ne diyor:

Isırdum idi leblerini sögdü agzıma
                          Ma’zur tut Necati hele diş kirasıdır (Necati, Gazel 126/6)

Nasıl da güzel söylemiş şair. Yukarıda söylediğimiz diş kirası geleneğini aşk motifine çok şık yakıştırmış. Dediğimiz gibi hali vakti yerinde kimseler ki bu padişah da olabilir, iftara çağırdığı yardıma muhtaç insanlara diş kirası adı altında yardım eder. Burada da şair sevgilinin dudaklarını ısırır tıpkı bir oruçlunun iştahla iftar etmesi gibi âşık da sevgilinin dudaklarını istekle ısırır. Ama sevgili bundan çok memnun olmaz ve aşıka kızar. Şair kendini teselli eder. Aldığı bedel yani sevgilinin dudakları karşısında diş kirası gibi görür sevgilinin azarını. Tabi şair sevgilisini yüceltiyor da denilebilir. Çünkü dediğimiz gibi padişah da kullarına diş kirası verir. Aşık da sevgiliyi padişah gibi görür kendini yardıma muhtaç biri gibi. Ve bu tezatlığın üstün ucunda elbet sevgili vardır.

Ramazanla birlikte gelen bir diğer önemli değişiklik ise içki yasağıdır, Osmanlı Devleti zaten genel teokratik yapısı ile İslam’da yasak olduğu için içkiye karşıdır ama Ramazan gibi kutsal aylarda veya kandiller gibi dini günlerde bu yasağı daha ciddi uygulamaktadır. Tabi içki veya başka bağımlı madde kullananlar bu durumdan muzdariptir. Yasağın kalkması için Ramazanın bitmesi yani bayramın gelmesi lazım o yüzden bayramı iple çeker tiryakiler. Tabi şair bu bayramı sevgiliye kavuşma ondan ayrı geçen zamanı da oruç günleri olarak düşünebilir.

 Dil-bera vuslat güninde eyleme busen dirig
                    Dostum bayram olıcak badeye olmaz yasag (Necati, Gazel 265/4)

Ey gönül götüren sevgili, vuslat gününde buseni benden esirgeme (çünkü) bayram gününde şarap yasak olmaz.

Şair burada Ramazanda içkinin yasak olması geleneğini hatırlatarak bunu sevgili ile ilişkilendiriyor. Sevgiliye kavuştuğu gün yani vuslat olunca sevgilinin öpücüğünü istiyor ama bunu söylerken leff ü neşr sanatına başvurarak sevgilinin dudaklarını rengi ve tadının hoşluğu sebebi ile şaraba, vuslat gününü de neşesi nedeni ile bayrama benzetiyor. Sevgilinin buselerine nail olamadığı günler oruç günleri gibidir ve tıpkı tiryakilerin şarap içmeyi özledikleri gibi âşık da sevgilinin dudaklarına kavuşmayı özlemiştir. Yukarıdaki beyitte de şair herkesçe bilinen bir gerçeği -bayramın gelmesi ile içki yasağının kalktığı gerçeğini- öne sürerek sevgiliyi razı etmeye çalışmaktadır. Tabi bunu söylerken sevgiliden ayrı geçen günlerde yaşadığı zorluğu da belirtmiş oluyor. Çünkü bu içki yasağı ile birlikte tiryakiler çok zorlanırlar o yüzden aşık da sevgilinin dudaklarından ayrı geçirdiği günlerde öyle zorlanır.

Yine  bu bağlamda Mesihi’nin bir beyiti var:

Hastalukdan kalmamıştı sagarun benzinde kan
                  Ne rüku eylerdi za’fından sürahi ne kıyam (Mesihi, Kaside 4/5)   

Şair kadehin bile oruç tuttuğunu bu yüzden benzinde kan yani içinde hiç şarap olmadığını söylüyor hatta sürahi eğilip kadehi dolduramıyor bile. Sürahinin kadehi doldurmak için eğilememesini rükuya gidecek kuvveti yokmuş olarak tasavvur ediyor şair. Tabi tezatlıklar üzerine kurulmuş bir beyit bir yanda oruç, rücu, kıyam diğer yanda sagar, sürahi. Ayrıca burada değinilmesi gereken bir nokta kadehin bile içkiden uzak durması toplumda içki yasağına riayet etme konusundaki titizliği de vurguluyor.

Şimdilerde yaşatılmaya devam edilen önemli bir adet de “Oruç Satma” âdeti. Oruç tutmaya yeni başlayan küçük çocukları oruca ısındırmak için, orucu sevdirmek için yapılır. Bu âdete göre çocuğun büyüklerinden biri benim yerime oruç tut der, çocuk da öğlene kadar, biraz büyükse akşama kadar orucu tutar ve iftara o büyüğüne gider orucunu güya ona satar karşılığında harçlık alır ve sofranın onur konuğu olur. Çocukların oruca tutumlarını olumlandırma da işlevsel bir adet. Yukarıda dediğimiz gibi bazen çocuklar iftar vaktine kadar bekleyemez ve orucu erken bozarlar. Mesihi’nin bu konuda güzel bir beyiti vardır.

 Almazan agzıma ben ma’ni-i hayideyi hiç
                    Degülem tıfl ki hayide idinem iftar (Mesihi, Kaside 8/45)

“Hayide” sözcüğünün anlamı üzerinde biraz duralım sonrasında şairin ne demek istediğine bir değinelim. “Hayide” ağızdan ağza dolanmış, bayat söz demek bir diğer anlamı da çiğnenmiş demek. Yani şair yukarıdaki beyitte kendi şairliğini övüyor. Hayide sözcüğünü iki anlama gelecek şekilde kullanıyor. Önce bayağı söz anlamında kullanarak ağzıma bayat, daha önce söylenmiş sözü almam diyor. Bunu bir gerekçeye dayandırarak çocuk değilim ki orucumu bir şeyler çiğneyerek bozayım diyor. Daha önce de bahsettiğimiz çocukların yarım günlük oruçlarına bir gönderme yapıyor şair. Bunu söylerken de kendi söz ustalığını da övmekten geri kalmıyor.

Ramazanın gelişiyle toplumda meydana gelen ve şairin kalemine yansıyan bir başka gelenek de sokağa çıkma yasağı ile ilgili. O dönemde gece belli bir saatten sonra sokağa çıkmak yasaktır. Ama bu durum bir tek Ramazan ayı için geçerli değildir çünkü insanlar iftar davetleri yanı sıra sahur davetlerine de gitmektedirler. Tabi tek sebep bu değil başka sebepleri de var şüphesiz. Bu yasak bu ay için ihlal ediliyor bunda bu ayın hürmeti ile asayişin çok bozulmayacağı o yüzden gece olsa da sokakta huzursuzluk çıkmayacağına karşı duyulan güven de etkili. Zaten gece geç saatlere kadar kukla gösterileri, Karagöz-Hacivat oyunları sokakları canlı bir kalabalığa teslim etmiştir. Sahur için ellerinde davulları, dillerinde güzel manileri ile mahalle bekçileri vardır. (Osmanlı zamanında Ramazan davulcuları mahalle bekçileri olurdu, gençler arasından heves edenler varsa onlar da olabilirmiş.) Ayrıca sokaklarda bir aydınlatma da yapıldığını söylemekte fayda var ki zaten cami kandilleri, mahyalar da bu aydınlatmaya katkıda bulunurlar. Mesihi bu yasağı konu edinen güzel bir beyit yazmıştır:

Savm-ı hecründe kosun gönlümi zülfünde gözün
                  Şeb-reve dahl idimez çün Ramazan içre ases (Mesihi, Gazel 103/4)

Leffü neşr sanatının çok güzel örneklendirildiği beyitlerden bir tanesi. Öncelikle onları söyleyelim; saç rengi, uzunluğu itibari ile geceye karşılık geliyor. Göz fettanlığı, kirpikten okları ile koruyucu görevindeki bekçi asese (ases, asayişin sağlanabilmesi için geceleri dolaşan memur) karşılık gelmektedir. Beytin içeriğine baktığımızda görürüz ki şair sevgilinin saçlarını geceye benzetiyor ve gönlünü tıpkı o gecede gezen şeb-reve benzetiyor. Gözler (sevgilinin gözleri) ki birer bekçi ases gibi ama normalde gece dışarı çıkan birini aseslerin cezalandırması gibi gözün de aşığın gönlünü cezalandırması gerekiyor ama göz bunu yapmıyor çünkü aylardan Ramazandır ve sokağa çıkma yasağı bu ay için kaldırılmıştır, bundan dolayı ases kimseyi cezalandırmaz.

Ve gökyüzünde bir kez daha hilal görünür ve halk anlar ki bayram gelmiş Ramazan bitmiştir. Şu an değinmemekle birlikte söylemekte fayda var. Ramazana has olduğu gibi bayrama da has pek çok gelenek vardır. İlk başta da söylediğimiz gibi yazımızın amacı 15. yüzyılda halk arasında yaşayan Ramazan geleneklerinin kasidelere ve gazellere nasıl yansıdığını göstermekti. Mesihi’den aldığımız beyitlerle bunu örneklendirmeye çalıştık ve gördük ki şair tam anlamıyla asla toplumdan kopmuyor evet bazen orucu aşk orucu, sevgilinin azarını diş kirası gibi görüyor. Bazen sevgilinin yasaklı saçlarında gece gezen biri gibi görüyor gönlünü. Elbet böyle söylemesi bir başka anlatım güzelliği katmıştır beyitlere. Bu güzel beyitler karşısında yüreğine, kalemine sağlık şair, demekten kendimizi alamıyoruz. Kalemine sağlık!

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Referandum / Anayasa / Özgürlük / Ay Vakti
Yenilenmek… / Şeref Akbaba
Fark Etmenin Belirsiz Dalgaları / Necmettin Evci
Gazellerde Ramazan / Hilal Yılmaz
Ramazana Dair / Çiğdem Çam
Tümünü Göster