Ramazana Dair

Hilalin kendini göstermesiyle bir telaş başlar…

Anneler biraz daha fazla zahmet çeker bu ay. Fakat bu tatlı telaş yorulmayı bırakın insana zevk verir. Nihayetinde, göz açıp kapanırcasına geçip tadı damağımızda kalarak son bulan bütün güzel hatıralar gibi ayrılırız bu mübarek aydan. Bayramda ise ona tekrar kavuşmayı Rabbimiz’den niyaz ederiz.

Nedense bir önceki Ramazanlar ve eskileri, daha eskileri ilgimizi çekerek bizde merak uyandırır. Babaannelerimizin ağzını yoklar, dede ve ninelerimizin hatıralarını karıştırır, eski Ramazanların tadını biraz da olsa hissedebilmek için kendimizce tetkikler yaparız. Bu konuda konuşmaya başladıklarında susar ve dikkatle onları dinleriz. Belki de bu merakımız din ile dünya işlerinin yekpare olduğu zamanlarda duyumsanan ortak ramazan kültürümüzün insanımıza nasıl sirayet etmiş olduğunu kavrayabilme isteğimizden ileri gelmektedir.

İstanbul önemli bir yere sahiptir ramazanda. Bu ayda adeta çehresini değiştiriyor, her yanda manevi havanın maddi aleme yansıdığını görmek mümkün olabiliyordu. Sayıları yüzü aşan kandiller, cami minarelerinin şerefeleri arasında gerilmiş halata dizilir ve büyük bir zahmetle asılırdı. Üzerinde Ramazanla ilgili şükür ve sevinç ifadeleri bulunan mahyaların, her gün bir yenisinin, teravih sonrası cami çıkışına hazır edilmesi gerektiğinden mahyacıların işi epey zordu.

Teravihten sahura kadar Direklerarası’nda süren eğlenceler…

Kahvehaneler, tiyatrolarda oynanan oyunlar; Karagöz, meddah, orta oyunu, hokkabaz gösterisi, kukla… Osmanlıda Ramazan eğlenceleri denildiğinde akla ilk gelen mekan Bayezid’den ta Fatih’e kadar olan kısım olacaktır. Asıl cümbüş ise Şehzadebaşı, Direklerarası’nda idi. Bayezid Cami avlusunda sergi hazırlığı başlar; tespihçiler, hacıyağcılar, antikacılar, vs… Şimdiki İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi önünden Direklerarası’na kadar olan kısımda çaycılar semaverlerini doldurmuş iftar sonrası gelecek müşterilerini bekliyorlardı. Bir yanda bugün adını saygıyla andığımız büyük Osmanlı ressamları resimlerini sergiliyorlardı.

Yine Osmanlıda Ramazan deyince çocuklar için akla hep Ramazan eğlenceleri gelse de biliyoruz ki yetişkinler için Müslüman-Türk kültüründe Ramazan’ın asıl manası ibadetti. Başından sonuna kadar ibadet manası taşıyan bu aya maddi hazırlıkların yanında manevi hazırlıklar da yapılırdı. Berat kandilinin ihya edilişiyle alınan günahlardan arınma müjdesi Müslümanların ruhuna sirayet eder ve bundan sonra onların her davranışında müşahede edilebilir hale gelirdi. Bu da insan ruhunda büyük bir neşe şeklinde kendini gösterirdi.

Diğer yandan Ramazan neşesi, sadece varlıklı kimselerin değil, fakiri-fukarası, garibi-gurebasıyla insanların hep beraber eğlenebilmesinden ileri gelmekteydi. Sarayın kapıları Ramazan ayında ardına kadar açılır, ihtiyaç sahiplerine her gün on bin kişilik yemek dağıtılır, buna mukabil mutfak işlerinde yüzlerce kişi çalışırdı.

Sadece saray değil zengin konaklar da iftar vakti sofralarını açardı. Ramazan günleri sırasıyla: Oruç açma, akşam namazı, hafif yemek, teravih, sohbet (bu sırada çeşitli atıştırmalıklar yenir), imsak, Kuran tilaveti, sabah namazı ve öğleye kadar uyku şeklinde ihya edilirdi.

Teşrifat adabına göre padişah ramazanın ilk akşamı iftariyeliklerle dolu bir sofrayı sadrazamına gönderirdi. Ramazan’ın on beşinci gecesi yeniçerilere baklava ikram eder, Kadir Gecesi’nde ise yakınlarına ve üst düzey bürokratlarına sadrazamlık makamında iftar verirdi.

Ramazan ayının toplumda oluşturduğu hareketlilik şiirimize de yansımıştır. Eski şiir geleneğimizde kasidelerin nesip bölümlerinde “Ramazan” konu edilmişse bu kasideler edebiyatımızda “Ramazaniyye”  adını alırlardı. Edebiyatımızda XVII. yüzyılda ilk örneklerine gördüğümüz Ramazaniyyelere en çok XVIII. yüzyılda rastlamaktayız. Enderunlu Fazıl Ramazaniyyesi’nde bu aydan övgüyle bahsederken ve Nabi Hayriyye adlı eserinde oğluna öğütler verirken Ramazan orucunun faziletlerini anlatmışlardır.
                            Saye saldı ehl-i iman üstüne
                           Hamdülillah geldi mah-ı ramazan
                           Doğdu ol nur ehl-i irfan üstüne
                           Hamdülillah geldi mah-ı ramazan

İsmail Hakkı Bursevi’nin Ramazana yeniden vasıl olma münasebetiyle yazdığı bir kıtadır. Bursevi mübarek aya kavuşmasını şükürle dile getirmektedir.

“RÜ’YET-İ HİLAL”
                     Sâbitâ şimdi mübârek ramazân günleridir
                    Aç davâcı gibi eyleme feryâd ü figân

Ramazan hilali İstanbul’da Bayezid yangın kulesi, Fatih, Süleymaniye, Cerrahpaşa, Edirnekapı, Sultan Selim Camisi minarelerinde gözlenirdi. Zamanın imkanları içinde şöyle bir usulle hilalin göründüğü haberi resmen ilan edilirdi: Hilal göründüğü vakit fetva emininin emriyle bahsi geçen camilere gönderilen memurlardan ve din görevlilerinden iki kişi gözaltına alınır, temsili bir mahkeme kurulur, bunlardan biri davalı diğeri davacı addedilir. Aralarında bir borçlanma hadisesi geçmiş gibi borcunu Şaban’ın son gününde ödemesi gerektiği halde ödemediğinden şikayet eden davacıdan şahit istenir, o da Ramazan hilalinin görüldüğüne şahitlik eden iki kişiyi getirir. Şahitler hilali gördüklerine dair şahitlik edince borçlu borcunu öderdi. Bunun üzerine usulen Süleymaniye Camiinin baş mahyacısı kapıda alıkonur. Fetvahane kapısı kapanır ve ilam hazırlanana kadar halka kesinlikle haber verilmezdi. Daha sonra halka mübarek ay ilan edilirdi.

Ramazan hilalinin göründüğünü İstanbul Kadılığı haber verirdi. Hilalin görünmesiyle kadılıkta görevli memurlar Şeyhülislam dairesinde toplanır ve devlet ricalinin önde gelenleri ile ilmiye sınıfından yüksek rütbeli memurlara büyük bir ziyafet verilirdi.

“TENBİHNAMELER”

Padişah tarafından buyrulan, Ramazanda sosyal hayatı düzenleyen kurallardır. Padişah Ramazanda uyulması gereken kuralları halka tenbihnamelerle bildirirdi Tenbihnameler ev, dükkan ve sokakların temizliğinden tutun da toplu gezilen seyir yerlerinde kadın ve erkeklerin davranışlarına kadar geniş bir yelpazeyi kuşatıyordu. Hatta bu tenbihnamelerde Küçüksu ve Göksu gibi mesire yerleri için haftanın bazı günleri kadınların ve diğer günleri de erkeklerin gezebileceği şeklinde ibareler bulunmaktaydı.

Ayrıca bu tenbihnamelerde; Ramazanda esnafın narha yani ürünlerin piyasadaki olması gereken fiyatlarına dikkat etmeleri hakkında uyarılar yer alır, padişah tebdili kıyafetle sık sık esnafın ve halkın tenbihnamelere uyup uymadıklarını kontrol için teftişe çıkardı.

“YEVM-İ ŞEKK”

Şaban’ın son günü mü yoksa Ramazan’ın ilk günü mü olduğuna henüz karar verilemediği manasındaki şüpheli güne verilen isimdir.

              Yevm-i şekk sohbetine şire sıkarken yârân
              Sık boğaz etti basıp şahne-i şehr-i ramazan

              Çileyle vesvesesiz girdi kapandı zâhid
              Habs olur tâ ramazân âhır olunca şeytân

Sâbit’in Ramazaniyyesi’nin ilk iki beyti böyleydi. Beyitlerden de anlaşıldığı gibi her ne kadar şeytan bu ayda bağlanıyor olsa da oruç ibadeti insanın kendi nefsiyle baş başa kalıp verdiği büyük bir mücadeledir. Ramazan kültürümüzde her ne kadar sevinç ve mutlulukla karşılansa da yüklediği sorumluluk duygusu mısralarda hissedilmektedir.

                    Baş kaldırmadılar öğleye dek uykudan
                    Yevm-i şekk zevkine hâzırlanan ahbâb-ı kirâm (Nedim)

Mübarek ayın otuz günü üç parça olarak idrak edilirdi. İlk on günü başlangıç; bu on gün oruca alışma devresi olduğu için zor geçer ama ortasına gelindiğinde iftar davetleri yoğunlaşır. Ramazan’ın manevi tadı hissedilir ve son on günde de insanlar yoğun bir şekilde ibadete dalardı. Gücü yeten kişiler ibadethanelerde Ramazan’ın son on gününü itikafa girerek geçirirlerdi. Kültürün temellerini oluşturan, bir fiilin kemiyetinden ziyade keyfiyetidir. Osmanlı-Türk kültürünün temelleri de kendine has üslubuyla dünyevi ve uhrevi algısını sosyal hayata aktardığı şekliyle somutlaşmaktadır.

Zengin ve orta halli, fakir bütün Müslüman İstanbul halkı Ramazan’ı günahlardan arınma ve sevap kazanma ayı olarak görür ve affedilme ümidinin gönüllerinde meydana getirdiği büyük sevinçle evi barkı olmayan bekarların, dulların, yetimlerin hayır dualarını almak için onları hoşnut etmeye çalışırlardı. Günahlardan arınma ümidiyle yapılan bu iyilikler sayesinde Ramazan Müslümanlar tarafından iple çekilir ve hürmetle karşılanırdı.

“HUZUR DERSLERİ”

Sarayda, yüce Kuran’ın insanlığı bu ayda şereflendirmesi münasebetiyle Ramazan’da Kuran-ı Kerim’in tefsir edilerek okunması gelenek haline gelmişti. Bu şekilde süregelen Kuran okumalarına ‘Huzur dersi merasimi’ denmekteydi. İlmi sohbetler şeklinde devrin büyük alimlerinin Kuran-ı Kerim’i karşılıklı okuyarak yaptıkları bu tefsirlerde kimi zaman münazara ettikleri konuların münakaşaya vardığı da görülürdü. Aynı zamanda bu, ilim adamlarının saray gibi resmi bir mekanda ilimlerinin gereği sözlerini söylemekten çekinmemiş olduğunun da göstergesidir. Haftada iki gün, iki saat sürerdi. Tamamı Ramazan boyunca sekiz gündü. Mukarrir (Kuran-ı Kerim tekrar ederek anlatan müderris) bir ayet okur tefsir eder, muhatab efendiler soru sorar, o bu sorulara cevap verir ve ders münazara şeklinde sürerdi. Sonunda hünkar işaret eder ve ders mukarririn bir duasıyla tamamlanırdı.

Derslere mukarrir ve muhatab efendilerin dışında mabeyn müşiri, ikinci mabeynci, ikinci katip, kitapçıbaşı, seryaver, padişah hizmetinde bulunanlar ve diğer mabeynci beyler de katılırdı. Bunların yanında bazen de vükeladan, ulemadan, damat paşalardan da davet edilenler olurdu. Takdir edilir ki törenli-şölenli, eğlenceli, telaşlı, heyecanlı günler çocuk dünyamızda şatafatlı hatıralar olarak yerlerini alır. Çocuklar için böyle günler daha farklı manalar taşır. Tamamlayamasalar da oruca heves eder, yarım gün oruç tutar veya oruç tutmalarına müsaade edilmediği için haklı olarak, Enderunlu Vasıf’ın mısralarına yansıdığı gibi mızırdanırlar;

                    Sıbyan-ı heves ni’met savm ile demekte
                    Bu şeb beni canım nene sahura uyandır

Ramazanın bir vazgeçilmezi de kılınması sünnet hükmünde olan Teravih namazıdır. İftar edildikten bir müddet sonra çoğu zaman yirmi rekat şeklinde kılınan Teravih namazının mısralarımıza nasıl yansıdığına bakalım.

Yine Vasıf; “Mağfirethan olalım hüzn ile şeb ta-be-seher / Edip ihlas-ı derun ile teravihe kıyam” beytiyle teravih namazını teşvik etmiştir.
İftar sonrası insan bünyesinde vücudun doğal bir ihtiyacı olan şeker Osmanlı mutfağında yine sanata dönüşerek tatlılar, şerbetler ve çeşitli şekerlerle vücut bulmuştur.

                    Can verir rahat-ı hulkuma esir-i helva
                    Gelse efsürdegi-i savm ile hulkumuna can

Sâbit, bir de bu ayda şehrin her tarafında satılan akide şekerine dikkat çekerken İstanbul’da zamanın ticaret merkezi olan “Mercan Çarşısı”na da işaret eder.

                     Donanıp al akideyle şekker tabları
                    Etti her kuşe-i İstanbul’u suk-ı mercan

Osmanlının Ramazan oburları da meşhurdur. İki üç kişi birleşip pide fırınlarını sahura kadar kapatıp belli vakte kadar yiyip içtikleri bilinir. Ne diyelim, afiyet olmuştur inşallah!

                      Gördükçe hilal-i feleği gürisne-çeşman
                      Ser-sofra-i çarh üzre sanır pare-i nandır

Nükteli bir uslupla yazılan bu beyitte ramazan oburlarının gökteki ayı nasıl Ramazan pidesine benzettikleri anlatılır.

                Ey dostlarım ağlaşalım
                Oruç ayı gitti yine
                Hasret ile inleşelim
                Oruç ayı gitti yine

Mübarek ayın sonunda hissedilen ayrılık hüznünü Üftade hazretleri bu şekilde dile getirir.
Sümbülzade Vehbi, hilali sevgilinin kaşına benzetmiş ve nasıl ki sevgilinin kaşı o güzellere kavuşmanın zevkini ima ediyorsa Şevval hilalinin görünmesi de yine bu imada bulunur, mealindeki beyitler;

                Hilal-i ıyd kıldı cebhe-i afakı nurani
                Yine yad etti aşıklar ham-ı ebru-yı cananı

                Nice yad etmesinler kim nezaketle eder ima
                Hilalin kuşe-i ebrusu zevk-ı vasl-ı hubanı

Divan edebiyatımızda dini bayramlar vesilesiyle yazılan ıydiyyelerde de eski adetlerimize işaretler görmekteyiz.
Necati Bey’in;

                Mader-i dehr yine tıfl-ı mehin parmağını
               Ruz-ı ıyd erdi deyü eyledi hınna ile al

“Bayram günü geldi diye zaman annesi ay çocuğunun parmağını kına ile al eyledi” manasındaki beyti bayram günü kadın ve kızların ellerine kına yakmaları adetine işaret edilmiştir.
Bayram sabahı vakti duaların kabul olacağı inancına da Nevi’nin şu beyitlerinde rastlıyoruz.

                Nev’iya eyle dua vakt-i sabah-ı ıyddir
                Çün olur derler dua makbul-i hazret subh-dem

                Hak Teala ruze vü ıydin mübarek eylesin
                Bu dua-yı devlete kılsın icabet subh-dem

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Referandum / Anayasa / Özgürlük / Ay Vakti
Yenilenmek… / Şeref Akbaba
Fark Etmenin Belirsiz Dalgaları / Necmettin Evci
Gazellerde Ramazan / Hilal Yılmaz
Ramazana Dair / Çiğdem Çam
Tümünü Göster