Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -60

Sayda’da maviye eğik yüzüm
Ziri başka âlem desem de Şirâze
ben âlemler içinde âlem diye seni bilirim

kanatlarımı kırmıştım Ankara kalesi’nde, uçamayayım diye senden uzağa
beni bir vagona hapsettiler Şirâze  /  gitmez kulağımdan trık trık sesleri

açık denizlerin neye benzediğini merak ettim diye bir gün
bir dağ başına kondurdular Şirâze yuvamı  /
bilirim şimdi avlanmayı ben bir kartal gibi

“dört mevsim de güzel, ama kıştır bana çok başka” dedim
allayıp pulladılar kendi elleriyle, “göç vakti” dediler Şirâze /
Moğol steplerinde andım baharları sıkça
ve yaz sıcağında buram buram Akdeniz’in rengini /
haddim değilmiş mevsim beğenmek, “kul olmak” teslîm olmakmış öğrendim

bir kız çocuğu vardı elinde yanık izi; gülse ağlayacak sanırdım, konuşsa nefessiz kalacak
sordum birgün, “nasıl oldu?” diye, “anlatsam inanmazsın” dedi
zayıftı, minik bir ata binerdi, başında kalpağı hep yana düşerdi
her sabah kapıdan çıktığımda uzaktan bakıp belli belirsiz gülümserdi
bir gün, “gitmeliyim” dedim ona, “geri gelmeyecek misin?” diye sordu
anladı, “gel” desem elimi tutacaktı
beni terk edenler yüzünden acısam da için için, terketmeyi alışkanlık edindim Şirâze
sevmeyi bilmeyenler yüzünden belki, belki de realite gereği ben hep eksik sevdim
damdan düşer gibi söyledim ucuna ölüm değmiş hikâyeleri
ucunda ölüm varmış gibi her redif sesinde irkildim
ansızın gelip ansızın çekildim diye hayatlardan
adını koyamadım devirlerin

mahşerim
sen o mahşer içinde benim elim
mühürlü dilimden sebep konuşan bedenim
düşeceksin mâdem en yükseğe çık
çık ki korkun heyecanın içinde erisin

gelme ıslak öyle, yağmurdan kaçarken bana sığındın sanırım
bütün çiçekler bahar güneşinde açmaz diye, seni açelya misâli kendi gölgemde saklarım
nereden bileceksin; ben yazmak için değil yakmak için seni, yakınındayım
erirsin mum gibi, mum gibi kokun dolar odalarına konakların
bir nefesle Şirâze seni, içimdeki kafese kilitlerim

şarkı söylerim
lâkin sesim hep kısıktır benim
ayna aynadır gezmelerim
o gördüğünüz hep benim

cidâlimle al beni yanına İstanbul; tân etme, râz diye çekilme uzaklarıma
geliyorum kaybolmak için kenar mahallelerinde, aklım hep başımda
geliyorum ve dokunuyorum farbalalarına bir sevgili gibi hırçın
bakıyorum yine kendimleyim, yine kendimdeyim; ah yine ne etsem kendi kendimeyim
bir bardak çay bu yüzden çıkmıyor aklımdan kolay kolay, buharında sohbet
ve ağırdan alıyorum İstanbul seni, bitmeyecekmiş gibi bu saffet

şimdi n’olacak sen söyle Şirâze
değişti tuttuğumuz taraf

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Referandum / Anayasa / Özgürlük / Ay Vakti
Yenilenmek… / Şeref Akbaba
Fark Etmenin Belirsiz Dalgaları / Necmettin Evci
Gazellerde Ramazan / Hilal Yılmaz
Ramazana Dair / Çiğdem Çam
Tümünü Göster