22 Mayıs 2010
Sarayburnu
Bu gece içimde müthiş bir coşku var. Sabah olmak bilmiyor. Yarın Mavi Marmara gemisini Sarayburnu’ndan uğurlayacağız. Sabahın erken saatlerinde ailece yola çıktık. Dört oğlum ve hanımım ile Üsküdar’dan vapura bindik, kızım da Bursa’dan dualarını gönderiyor. Vapurdakilerin çoğunda Filistin bayrağı ve atkısı vardı. Ya yolcu etmek ya da yolcu olmak için gittikleri belli oluyordu. Sarayburnu’nda muazzam bir kalabalık var. Hava bulutlu, yağmur çiseliyor. Konuşmalar yapıldı, tekbirlerle Mavi Marmara uğurlandı. Yükü insanlığın ortak vicdanıydı. Yıllardır en tabii ihtiyaçlarını gideremeyen, ambargo nedeni ile perişanlık çeken insanların sıkıntılarını hafifletmek için, bu zulme sessiz kalan dünya’ya “Artık yeter insaf edin!” diye haykırmak üzere iki acı korna çalarak demir aldı Mavi Marmara. Antalya’ya doğru yola çıktı… Dudaklardan dökülen dualarla birlikte akan gözyaşı yağan yağmurla denize karıştı. Hep bir ağızdan “Haydi yolun açık olsun uğurlar ola” dualarıyla ufukta kayboldu.
24 Mayıs 2010
Antalya
Akşam güneşinin batmasına yakın Mavi Marmara yolcuları ve uğurlayacaklarla birlikte fevc fevc insanlar Antalya’ya akıyor. Uçaklardan inenlerin çoğu Mavi Marmara yolcusu… Hava alanından belediye otobüsleri ile Kepez Kapalı Spor Salonu’na geçtik. Salon oldukça hareketli. Uyku tulumları açılmış ve insanlar öbek öbek oturuyorlar. İlk tanışmalar yapılıyor. Öte yandan Antalyalılar kutlu yolculuğun misafirlerini ağırlamak için yarışıyorlar. Kimisi evinden sıcacık pişirdiği börek, pastaları getirmiş, kimisi de taze meyve ve sebzelerini ikram ediyorlar. Salonda müthiş bir muhabbet iklimi var. Üç gün süre ile arı gibi kaynıyor salon. Üçüncü günün sonunda hareket hazırlıkları başladı. İkindiyi müteakip Afganistan’da şehit olan İHH görevlileri için gıyabi cenaze namazı kılıp gemiye binmek için konvoyla yola çıktık.
27 Mayıs 2010
Mavi Marmara
Akşam namazı vakti. Büyük bir konvoyla Mavi Marmara’ya geldik. Pasaport işlemleri saat 24.00’a kadar sürdü. Gemide ilk saatlerimiz. Herkes belirlenen salonlara yerleşti. Daha sonra akşam ve yatsı namazını kıldık. Akşam yemeği olarak bir dilim ekmek ve birkaç zeytin yedik. Birbirimizi yakından tanımaya çalışıyoruz. Çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu 32 ülkeden, farklı din, meslek, mezhep ve meşrepten ve her yaştan insan var gemide ve ortam oldukça samimi. Herkes eşit haklara sahip, kimse imtiyazlı değil.
28 Mayıs 2010 (00.30)
Antalya’dan Hareket
Zifiri karanlık. Deniz uçsuz bucaksız… Çevrede seyreden üç beş gemi… Uzun yolculuk başladı. Deniz tutmaması için ilaçlarımızı aldık. Uyku tulumları açıldı. Kimimiz gemi koltuklarında, kimimiz uyku tulumlarında uyuduk. Sabah saat 04.00’da davudi bir sesle okunan sabah ezanı ile uyandık. Bir hayli yol almışız. Etrafımızda deniz dışında hiç bir şey görünmüyor. Kimimiz güvertede, kimimiz de salonlarda bulduğumuz yerlerde cemaatle ve ferden sabah namazını kıldık. Gün ağardı. Sabah kahvaltısı için kat kantinlerinden bir şeyler alıp yedik. Güverteden ve geminin çevresinden etrafı seyrediyoruz. Gök mavi, deniz masmavi, tevafuk gemimizin adı da Mavi Marmara… Tamamen mavilikler içerisindeyiz. Mavi sevdiğim renk. Saat 17.00’da Kıbrıs açıklarına ulaştık. Burada diğer gelen gemilerle buluşacağız. Beklemeye başladık. Gazze’ye bir günlük mesafedeyiz… Gemide çok farklı milletlerden ilim ve fikir adamları, gazeteciler, sanatçılar var. Gün içerisinde sohbetler ediliyor; Kur’an-ı Kerim okunuyor; ezgiler, ilahiler, marşlar söyleniyor. Toplu sohbetler İngilizceye, Arapçaya ve Türkçeye çevriliyor. Çok sayıda Türk ve yabancı basın mensubu var. Basın odası özel olarak düzenlenmiş, dizüstü bilgisayarlar, internet bağlantısı, uydu telefonlarıyla ve canlı yayın araçları ile dünyanın birçok yeri ile bağlantı kuruluyor. Yolculuğun amacı anlatılıyor; gemideki atmosfer paylaşılıyor, İsrail’in tehditlerinin anlamsız ve aşırı olduğu ifade ediliyordu. Gemideki insanların kararlı olduğu İsrail’in krizi doğru yönetemediği anlatılıyor.
31Mayıs 2010 (04.00)
Saldırı Başladı
Müthiş bir adanmışlık var. Panik ve telaş yok. Gemide müthiş bir sekinet var. Yunanistan’dan beklenen katılımcılar geldi. Pazartesi Gazze’de olmak ümidiyle tekrar gemimiz demir aldı. Akşamüstü İsrail savaş gemilerinin bizi takip ettiğini öğrendik. Uluslararası sularda olmamıza rağmen tedbiri elden bırakmamak için can yeleklerini giydik. Sabah saat 4.00’da namaz kılmaya başlamıştık ki gemimizin etrafının savaş gemileri ve Zodyak botlarla çevrildiğini gördük. İsrail askerleri her taraftan gemiye çıkmaya çalışıyordu. Bir yandan da ses bombası, sis bombası ve mermilerle saldırıyorlardı. Bir saatten fazla gemimizi modern silahlı askerlere karşı sapan, sopa ve şişelerle koruduk. İsrail askerleri silahsız insanlara çıldırmış gibi saldırıyorlar. Denizden çıkamayınca helikopterden indirme yapıyorlar. İlk inen üç askerin silahı denize atılıp etkisiz hale getirildi. Gerçek mermilerle saldırıyorlar. Çok sayıda yaralımız, şehitlerimiz var. Her dakika şehitlerin sayısı artıyor. Üç numaralı salona ilk gelen şehidimizle bir haftadır yan yana yatıyorduk. Çetin Ağabey ile yeni tanıştık, cesur ve ihlâslı bir insan. Karadan giden konvoya da eşi ile katılmışlar. Eşi de gemide. Şehit olunca baş ucuna geldi. Yüreğimizi sızlatan sözler söylüyor. “Hani beraber şehid olacaktık. Tek başına şehid oldun. Resulullah’a bizden selam götür.” cümlelerini tekrarlıyordu. Müthiş bir sebat içinde idi… Dokuz şehit ve onlarca yaralı… Kaptan köşkü işgal edilmiş. Beyaz bayrak kaldırdık. Tutulan İsrail askerleri serbest bırakıldı. Silahsızız. Herkese salonlarda toplanması için çağrı yapıldı. Dua edip Kur’an okuyoruz. Bir saatten fazla bekledik. Sonra geminin arkasından tek tek esir alınıyoruz. Ellerimiz kelepçelenip güverteye çıkarılıyoruz. Herkes dizlerinin üzerinde ıslak zemine oturuyor. Üstümüzde kocaman bir helikopter, saatlerce duruyor. Sesi beynimizi fokurdatıyor, rüzgârından buz kesiliyoruz. Ayrıca denizden köpüren su üzerimize yağıyor. Güneş de beynimize işliyor. Tuvalete gitmemize, su içmemize, hareket etmemize izin verilmiyor. Üç saat sonra basın mensuplarının ve bayanların ellerini çözdüler. Sarah adında İngiliz vatandaşı bir kızımız eline su bidonunu almış anne şefkati ile elleri bağlı bizlere su dağıtıyor, aynı zamanda yağmur gibi gözyaşı döküyor.
Üç dört saat güvertede tutulurken gemi didik didik aranıyor. Üç beş süpürge sapı, mutfaktaki patates bıçakları ve soda şişelerini toplamışlar. Güya bunlarla askerlerine mukavemet göstermişiz. Gülünç… Aramanın ardından tek tek geminin salonlarına alındık. 15-16 saat ellerimiz bağlı yolculuk yaptık. Gemimizi Aşdot limanına çektiler. Saatlerce beklemeden sonra yine teker teker sorgu çadırlarına alındık. Onlarca kere üzerlerimiz cihazlarla aranıyor, video çekimi, fotoğraf çekimi, parmak izi… Neredeyse vücudumuzdaki tüyleri sayacaklar. Sorgulama başladı:
-Yasal olmayan yollarla neden İsrail’e geldin?
-Biz gelmedik, gemimize silah zoru ile el koyulup zorla getirildik. Askerleriniz korsanlık yaptı.
Sorular adı ardına geliyor.
-Gazze’nin yasak bölge olduğunu bilmiyor musun? Amacın ne? Kim adına çalışıyorsun? Hangi örgüttensin…?
Gerekli cevapları aldıktan sonra bir şeyler imzalatmak istiyorlar. Okuyup anlamadığımız hiçbir evrakı imzalamıyoruz.
01 Haziran 2010
Zindanda İlk Gecemiz
İki polis nezaretinde hapishane araçlarına bindirildik. 2–3 saatlik gece yolculuğundan sonra Aşkelon şehrinin Ber Şeva hapishanesine getirildik. Sabah namazı vakti oldu. Akşamdan sabaha ayaktayız. Hapishane girişinde de benzeri arama ve sorgulamalardan sonra ikişerli dörderli İsrail zindanlarına tıkılıyoruz. Ne kadar kalacağımız belirli değil. Tanıdık bir koğuş arkadaşı arıyorum. Dört kişilik bir odadayız. Arkadaşlarımdan birisi Yunanistan’dan Aris, diğer ikisi Osmaniye ve İstanbul’dan. Yerler lağım suyu ile kaplı. Ayakkabılarımız pantolon paçaları pis suyu çekiyor. Namaz kılamıyoruz. Tüm taleplerimiz geri çevriliyor… Saatler sonra odayı temizleyebildik. Aris’le tanışıyoruz; 32 yaşında, bekar. Bir hanımla bir ömür geçmez diyor. Anne babasından 16 yaşında ayrılmış, kendi ifadesi ile dindar olmayan bir Hıristiyan. Katılma sebebini soruyoruz. Hayatımı anlamlı hale getirmek için diyor. Gönlümüzden İslam’la müşerref olup hayatının sürekli anlamlı olması geçiyor. Bu yönde telkinde bulunuyoruz. Ne var ki sadece bir gün birlikte kalabiliyoruz. Hidayet nasip olması için dua ediyoruz.
Hapishane tecrübemiz yok. Koğuş içinde volta atıp üstadın şiirlerini okuyoruz. Bol bol dua ediyoruz. Gerek gemide gerekse hapiste geçen anlarımız, Allah’a en yakın olduğumuz zamanlar. Derinden bir ezan sesi geliyor. Arkadaşım, hocam kulak çınlaması dese de sonradan yan odalardaki Filistinli kardeşlerimizden geldiğini anlıyoruz. Gün içinde Yunanistan ve Türk Büyükelçiliği’nden gelen görevlilerden dünyada neler olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Dünya ayağa kalkmış, büyükelçiler geri çekilmiş… Bunları duyunca, amacımızın gerçekleştiğini anlıyor ve seviniyoruz.
02 Haziran 2010
Zindanda İkinci Gecemiz
Gece saat iki suları, etrafta bağırtı var. Koğuşlardan çıkıp orta boşlukta toplanmamız isteniyor. Gardiyan: “Burası hapishane burada kurallar geçer. Kafanıza göre hareket edemezsiniz.” diyerek bağırıyor. Saatlerce itiş kakıştan sonra otobüslere bindirilip Telaviv hava alanına gitmek üzere yola çıktık. Yol boyunca tabelaları okuyoruz, hepsi bildik isimler. Bir tabelada Kudüs 10 km, yazıyor. Yüreğimiz parçalanıyor. Çaresiz gidiyoruz. Hava alanında da psikolojik işkence devam ediyor. Sabrediyoruz. Son kişiyi de almadan uçağımız kalkmayacak. 18 saat uçak içinde bekledikten sonra İstanbul’a hareket ettik. İstanbul’a geldiğimizde mahşeri bir kalabalık karşıladı bizi. Eş dost herkes gelmiş. Adli tıpta kontrolden geçtikten sonra sabahın ilk güneşi ile evimize döndük. Ertesi gün yol arkadaşlarımızı, canlarımızı, şehitlerimizi uğurlamak üzere Fatih Camii’ne gittik. İğne atsan yere düşmüyor, mahşer meydanı gibi. Dillerde dualar, gözlerde yaş… Gıpta ile uçuruyoruz şehitlerimizi ebedi istirahatgahları olan cenneti alaya. Ve sesleniyoruz; selam olsun size, selam götürün Rasülüllah’a, selam olsun Abdülhamid’e, selam olsun Gazze’ye, selam olsun Mavi Marmara’ya…
Gazzelim ağlıyor yüreği yara/ Kınamak kızmak etmiyor para/ Sana yetmiyor mu bu acı manzara/ Uyan Müslüman uyan Allah aşkına…/ Gazzelim bekliyor silah başında/ Tatlılar tuzlular yoktur aşında/ Bu şehittir yazıyor mezar taşında/ Uyan kardeşim uyan Allah aşkına.