Zaman tahtakuruları gibi kemirip durur yosunlaşmış pencereleri. Bu pencereler aslında yaşama sıkı sıkı tutunan Arif’in ustalığıyla işlenmiş ve eli değnekli evlere gören göz olmuştur. Bundan yıllar önce pencereler zift dökülü gecelere bile allı pullu bakardı. Şimdi küf kokulu, ıslak bir sonbaharı solumakta bu silinip giden pencereler.
Arif’in emekliliği yoktur. Tavan aralarına kıstırılmış bir sevda taşır içinde. Tozlu raflara gömülü kitaplar gibidir sevdiği; eskimiş ama hâla bir kitabın sayfası kadar ince ve zarif… Çam, ceviz, meşe kokan atölyesinde günlerce arı dikkatiyle hiç durmaksızın çalışır durur. Ne zaman aklına tozlara teslim aşkı gelse hiç iş yapamaz olur. Ustalığı pencereler üzerine olan bu öksürüklü adam sevdiğini de yine bir pencere önündeyken görmüş ama oracıkta vurulmamış aksine yıllar geçmiş gördüğünün üzerinden ve o sonra sonra tutkunu olmuş ona bakan gözlere.
Pencere onun hayatında her şey. Vapurun arkasına takılıp kalan martılar gibi o da takılmıştır pencerelerin en üst köşesine. Pencerelerin üst köşesi onun için yaşama tutunmak olsa da şimdilerde o “yaşamak’’ kelimesinin ruhuna ıstırap verdiği biri. İçli içli saatlerce uzaklara dalıp dalıp giderken, sisli bir şehre vardığını ve oracıkta aşkın tam içine düştüğünü anımsıyor. Rüzgârın taşıdığı, fırtınanın değdiği bir el kapıyı kırmak istercesine yumruklarken korkuyla uzaklara gitmiş gözleri büyüyor. Kim bu kapımı kırmak istercesine yumruklayan diye sinirlense de kapıyı açmaya tedirgin adımlarla ilerliyor. Ürkmüş bir kedi edasıyla kapıyı açıyor fakat kimseleri göremiyor kapı önünde. Korkusu daha çok büyüyen bu yaşlı kalp şimdi ne yapsın? Paltosunu almayı unutup şehrin rüzgârlarla kavgasının içine karışıp gidiyor.
Karanlık onu daha da ürpertirken sanki göz kırparcasına yanıp yanıp sönen sokak lambaları rüyada geziniyormuş hissi veriyor ruhuna. Hafiften bir yağmur yağıyor, sonra bedenini bir üşüme sarıyor ki dişleri kırılacakmış gibi birbirine çarpıyor. Sanki başka şehrin caddelerinde yürüyor gibi Arif; adımları belli belirsiz ve sanki kaybolmuş gibi. Bu belki korkusundan, belki ona her şeyi unutturmuş olan telaşından. Kim bilir ki böylesi bir halin ondaki yankısını?
Yağmur şimdi iyice bastırıyor. O üşüse de ıslansa da umursamıyor yağmuru ama bir yandan ruhu bedenden çekip alırcasına esen ve şehri uğultulara boğan rüzgâr onu alıp götürüyor, saçıp savuruyor. Üstü başı çamura bulanmış bu yaşlı kalp ısınacağı, sığınacağı bir yer bulamaz şimdi. Korku dolu gözlerle kendisi gibi yaşlıca ve büyükçe bir ağacın onu saran gövdesine sırtını verirken ılık bir baharın ruhunu okşadığını düşünüp bahar kadar ılık olmayan, iliği kemiği donduran rüyalara dalıyor.
Allı pullu pencereler rüyalarını süslerken sevgiliye dair bir karaltı onu rüyaların dışına itiveriyor. Neler olduğunu henüz anlamış değil Arif. Bir an delirdiğini, cüzzamlı nöbetlerin vücudunu sardığını düşünüyor. Sevdiğini bir karaltı gibi görmek onu hiç tadılmamış ateşlere atıyor. Yıkımlarla, yaşama tutunmak arasında gidip geliyor sürekli.
Zaman paslı kutusunda mahkûm olunca nasıl sabah olsun diye düşünüp karanlığın kendisini boğazlayacak gibi görünen o ürkütücü haline ancak gözlerini aralayarak bakabiliyor. Bağırmak istiyor. Ne fayda? Bağıramıyor, kendini sırtını yasladığı ağaca asmak bile isterken, saatler öncesinde kapısının biri tarafından yumruklanarak çalınmasını anımsıyor.
O kimdi diye sayıklamaya başlarken gecenin en ürkütücü tarafı onun kâbuslarının aynası oluyor. O kim! Diye haykırıyor. Bir yaprak bile kıpırdamıyor. Karanlığı saran bu sayıklamaları kimseler duymuyor ve rahatsız olan da yok gibi.
Arif uzunca bir süre bilinmez karaltıların peşi sıra koşacaktır. Belki de sevdaya dair birkaç kırıntı bulabilecek ve onları kaybolduğu caddeler içinde bir umudun sıcak aşı olarak görecektir. Nefes alıp verişler bu tabloda çizilen Arif portresi’nin ömrü kadar kısa. Hayatın geçip giden, yapılıp yıkılan, değişen değişmeyen yüzünde nice canlar bir sevdanın hayaliyle adımları kelepçelenmiş halde zift dökülü gecelerde kendilerini kaybedecek. Arif’e nöbetler geçirten ve ona sanrılar gösteren bu kara sevda başka canlara neler yapmaz ki?