(Türkü söyleyip yol gözlemek)
Yahut Sûfînin rüyasını yorumlamak
Gün ilen doğar da ay ile aşar
Zahide’yi görenin tebdili/(tedbiri) şaşar
Halk Türküsü
Âhû gözlerini sevdiğim dilber! Sana bin sözüm var, nasıl diyeyim?
Rüyâda mı, hayâlde mi, sözde mi?
Kâğıtta mı, ağıtta mı, sazda mı?
Türküde mi, şarkıda mı, âhta mı?
Şurada bir uzun hava duruyor: Uzun mu uzun… Hazin mi hazin. Onu al sesine kat, sonra bana ver. Ver ki şiirimin hüznünü sana öğreteyim.
Sabah olur, gün ışır, gece aradan çekilir. Düşleri de alır gider, bize hâtırası kalır.
Bir goncanın göğsünde bir yaş çıkar ortaya: Benim diye feryâd eder.
Biraz sonra güneş abanır üstüne damlanın, damlaların. Sonra aşıkların bağrında çekilmiş eliflere siner, orada hasretten akan kana karışır. Bir gün yeniden doğacağı güne, bir gül gibi güne kan yutar, günü kana tebdil eder, kanı yağmura.
Gün ile doğan sevgili güneşe mi doğar dünyaya mı? Ey sevgili.
Doğduğu anda yaydığı kızıl ateşle bütün yeryüzüne dökülmüş âşıkların göz yaşlarını buharlaştırınca eline ne geçer? Gün ile kendine ve bize gel: Bizi kanat.
Işığını hissettiğimiz andan beri bir açıp bir kapattığımız sînemize tut. Tut ki, bakışlarınla açacağın yaraların yerini daha iyi görelim.
Peki, o yaraları açmaya niyetin var mı?
Kendimizi sahipsiz bir ırmak gibi salıp koyuverdiğimiz anlarda
ihtimâl dünyaya ait kokularımızı çekemeyip bir zaman kenarda bekledin.
Biz sahipsiz bir ırmağa kendimizi nisbet ederken, sahipsiz hiçbir şeyin olamayacağını bilemedik de neden hatırlatmadın?
Nice bir aradan sonra sesini yeniden duyduğumuzda şaşan tebdilimizi ne yapalım?
Gözlerin gözlerimize değince, aklımız hangi şiire ve hangi bakışına durdu.
Verebildik mi? Rüyalar ve hayaller boyu üstümüze boca ettiğin fısıltını.
Sadece duyduk çünkü: ne dediğin önemli olmadı.
Yine çünkü yıllardır gelir diye kulaklarım sestedir.
Çobanın üflediği kavalın bir deliğinde saklandığını sandığımız yüreğimizi.
Bazen yalan söylemiş olduk,
Adam gibi tebdilimiz şaşsaydı, ihtimâl hayretimizden Mecnun’un başına yuva yapan kuşlar bizim de tepemize bir çöp koyarlardı.
Zaten bizim tahammülümüz bir çöpü yerine koyacak bir zaman kadardır.
Adına zaman denen filmin bir yerine takılmış aklımızı
Hep o çöpe ayna yaptık da
Çöpün ne demeye geldiğini düşünemedik.
Kuruluğumuz da bundandır
Belki de çöpün başımızda bırakacağı kiri düşündük.
Hayretimizden etrafımızı eşek arılarının alacağını düşündük.
Bunun için tedbire yeltendik ve yukarıda sanki seni tarif eden mısraın devamını
Zahide’yi görenin tedbiri şaşar diye düşündük.
Aklımıza bir defa tedbir geldi mi artık gitmedi.
Oysa sevgilinin vereceği belâya karşı âşık tedbire yeltenir mi?
Bizim Mecnun’a öykünmemizin hiçbir bedeli yok.
Karşımıza ayna tuttular.
Kendimizi gördük ve şimdi kapındayız,
Belki pencerenin önünde, karda, yağmurda;
Yazın sıcağında gelirsin diye kulaklarımız sestedir.
Belki bir sofinin rüyasından içeri girip uykusunu
Belki giremediğimiz kalbinin
Bir yerine ulaşabiliriz diye dudaklarının aralığından
Kan yutarak
Soluğuyla ciğerlerine uğrayıp
Ateşiyle eriyip kendimizi kalbinin kollarına atmaya uğraştığımız
Rüyasından bizi karanlığa attığında ancak hasretimizden söz edebiliriz.
Candan söz edeceğiz. Korkuyoruz senin karşında canımızın olduğunu iddia etmekten. Hangi bahtiyardı o “Yâre dedim yoluna canım versem gerek/ Hışm ile baktı dedi cânın mı var? diye konuştuğunuz?
Rüya kimin rüyasıydı?
Âşıkların mı, zahitlerin mi sofilerin mi?
Biz tedbire yeltendik, tedbir elden gitti bilemedik.
Bu yüzdendir ne yaptığımızı bilmiyoruz
Tebdili şaşırdık çünkü tedbire yeltendik.
Sana aşk olsun ey gönül
Sana aşk olsun ey sevgili
Bize yazıklar