mektuplarım
aynı sözleri karaladığım
bir gün vazgeçerim sandığım; küçük, karmaşık, uçuşan
ve adını sakladığım, kırılgan
naz mektuplarım
dardayım
Frunze’ye Tibet Yaylası’ndan indiğinde bahar
taşardı ahşap korkuluklarından evlerin, taze ve diri
bahardı konaklayan avlularda eski
üzerimde hâlâ ninnilerin çocuk sevinci
o vakit andım işte ben bildiğim bütün isimleri tarih düşmeden
tarih düşmeden yazdım Manas’taki kederi
“mâvera” dedim, “serâ” dedim, fasılasız “ente” dedim
“kul dara düştü” , “söz direndi”, “kitap yazıldı” dedim
çıt yok
hiçbir çıtırtı yok
ses ver Şirâze
çağırdım seni Doğu’nun istasyonlarında
Asya steplerini bölen tren dolu geldi, dolu gitti
bir yanıma kar düştü, bir yanıma ateş
Urga donan yüzünü döndü yüzüme
doğsa da, parlasa da ısıtmadı buzdan güneş
Yenisey’e kapıldım, yüreğimi kaptırdım belki de
yine de denize bağlılığımdan şaşmadım
sen Şirâze hiç olmadığın gibi mi olacaksın bana eş
ben bekledim, burada atlara binerken kadınlar ve can çekişirken kimlik
okyanusça konuşurken kumullar bekledim ben dev bir değişiklik
küçük adımlar büyümüş görmemişim, küçük büyümüş Şirâze
Tuul kavuşmuş Selenge’ye
ben bekleyen, belki bir yerde beklenen şimdilik
Frunze’ye bakardım yüksekten, Nisan’dı
sanki kış misafir değil hep kalandı
şarkılar bulutların dilinden dökülür, gök o yükseklerden üzerime akardı
her an gidecek gibi iğreti konaklardı narin dalların ucunda bahar
ürkekti, sanki küçük bir kediydi, dokunsam küsecekti
her ses büyüyen bir tedirginlik, her ses patlama; burası Asya
iki çatışma arasında, bil ki pis bir pusuda
ne yakın sana, ne uzak; bir isyanın tam ortasındayım
vurmak değil, bir daha vurulmak için
düştüğüm yerde kalmak için
adını adımla yazmak için
say ki şaşırdığım yolu bulmak için
ya da sadece yokluğunda oyalanmak için
aşk avucumda tuttuğum kor, neye dokunsam tutuşturan
uyan seni uyuttuğum uykudan, gece katran
uyan seni boğduğum asırlık karanlıktan
uyan ki Şirâze yetsin, uyanayım ben de bu yalandan
çağırma beni sakın
sakın çağırma
kanar da Şirâze,
dönerim diye korkarım