Şeyh Galib, Hüsn-ü Aşk ve Bahar

Kaldırıp elini o ulu çınar
Bir söz söyledi ki her yanı yakar

Usta sanatçılar, yaşadıkları çağı kapladıkları gibi, bugün de yaşarlar..yarın da yaşıyor olacaklardır. Zamanın üç boyutuna karşı onları böylece canlı tutan ve erişilmez yahut imrenilen birisi yapan, vasıta kıldıkları sanatın sihirli inşa gücüdür. Bu gücü taşıyacak önce sağlam temeller ve değer yargıları gereklidir. Bir sanat eseri için ana fikir yahut ana temâ bu sebeple zamana dayanıklı ve mekân üstü olmalıdır. Sonra bu mekân üstü ve zamana dayanıklı temalar estetik biçimde anlatılmalıdır. Bu anlatımın vazgeçilmezlerinden biri güzel’in tasviridir. Somut bir güzellik tasviri için de; zaman ve mekânın en güzel ortamda kaynaşımı olan baharın üstüne yoktur. Klâsik Batı Edebiyatında şaheser bir romana imza atmak isteyen sanatçı, okurlarının zihninde kalıcı bir haz bırakmak için bahardan bir enstantane argümanını en iyi şekilde kullanmak için didinip durur. Klâsik Doğu Edebiyatında ise bu daha vazgeçilmez bir yöntemdir. Güzel bir bahar tasviri yapabilmek, usta şairliğin mihenk taşlarından biridir. Bâkî, Nef’i, Nedîm ve daha nice ustaların konuyla ilgili beyitleri malûmdur. Fakat bir usta sanatçı şair daha vardır ki bu sahada bir adım öndedir. İhtişamlı bir sanat şöleni olan  Hüsn ü Aşk’ta bahar için tam şanına lâyık ayrı iki fasıl açmıştır: Birincisi Hüsn ile Aşk’ın mensup olduğu dertli kabilenin bahar atmosferidir. İkincisi ise baharın genel ve coşkulu atmosferidir. “Sıfat-ı Bahar-ı İşâ’n” ve “Der Vasf-ı Bahar” başlığı altında zirveye ulaştığı iki farklı bahar tasvirini; sözü fazla uzatmadan, ona benzetilmeye çalışılan, Manzum Yorum’dan  dinleyelim:

“sıfat-ı bahar-ı işâ’n”
(Onların, Kabile Mensuplarının, Baharları)  


271      Ne zaman o semte ilkbahar gelse
Sahraya kaçışır orda kim varsa

272      Dağlanmış yaraların ah ı ulaşır dağa
O yüzden şimşek gibi hemen kaçarlar bağa

273      Kavuşmayı isterler akarsuya hemence
Yara ve nehir ağzı birdir kendilerince

274      Kimi şebboyu görür zanneder ki gecedir
Sümbülü görür kimi “olsa olsa  akrep” der

275      Gül bahçesi sanırlar dağlanmış yaraları
Kan ırmağı sanırlar kızıl erguvanları     

276      Her biri de dolaşır bağ bahçe kenarını
Lâle diye devşirir kendi aşk yarasını

277      Bağ bahçe zevki nedir bilmez onların biri
Sevgili derdi sarmış yaralı gönülleri

278      Nar çiçeği dalı nedir bilmezler
Gül bağında ateş mi bitti derler

279      Gül mü güler erguvan mı ağlar
Fidan çocukları kan mı ağlar

280      Bülbülde mi gülde mi bu efgan
Sünbül mü  olan acep perişan

281      Irmağa niçin vuruldu zincir
Uslanmaz gönlümü kim incitir

282      Kimdir bu serviyi düşüren aşka
Sülünü almıyor kanat altına

283      Derdi nedir ki nergis böyle dertli
Yüzüne mi bakmaz yoksa sevgili

284      Aşk yüzünden gökten ateş mi yağar
Gül mü bitirir yanıp yakılmalar

285      Gök nedir yer nedir hiçbiri bilmez
Gül ya da yıldız bahçesi fark etmez

286      Mecnun gibi her yeri gezerler
Ama katı serseri gezerler

287      Var buna göre kıyasla baharı
Kork çekin söyletme hazanı

“ Der Vasf-ı Bahar”
(Baharı Anlatış)


581      Yaratılış cennetinin memuru
Yetenekli bireylerin göz nuru

582      Yani siyaha bürünmüş kalem
Şöyle eder başlamaya  kelâm

583      Bir bahar zamanı ki alemi tutuşturan
Bahşedip de cihana Nevruz ateşi sunan

584      O şarapla olmuş zamane sarhoş
Büyüler bozulmuş sihirler bomboş

585      Sevinç çığlığıyla doluşmuş dünya
Şaşırtan nakışlar, bin bir curcuna

586     Yeşillik cennet gibi coştukça coşar
Lâleyle gül kafa denk içtikçe içer

587      Sinmiş de her köşeye bir mutluluk tablosu
Her goncanın sırtında bayramlık bir paltosu

588      Bilmem ki hangi şarabı içirmiş güneş
Çoluk çocuk görür kendini Cemşid ile eş

589      Yağmur yerine gökten saf şarap yağar
Çimenin tepesinde bir girdap döner

590      Ceylânı andıran taze bulutlar
Sümbül havasından gıda alırlar

591      Hava öylesine nemli
Rüzgar andırmakta seli

592      Topraktan bereket almış karanfil
Gül kokusu yayıp durmak da sümbül 

593     Coşmuş da zümrüt gibi kaynaklar
Gök kubbe ona aksedip parlar

594      Şimşek öyle tatlı bir gülümsedi ki
Ay başladı etmeye türlü yemini

595      Mehtaptan ırmağa sanki süt taştı
Gümüş suyu cıva ile çalkandı

596      Rutubetten öyle mahmurlaşır ki insan
Arıdır kirpikler uyku balı toplayan

597      Öyle bereket saçar ki gül serpen hava
Zehir bile gül kokusu yayar etrafa

598      Öyle neşelendirir ki coşkulu bahar
Yağmur sicimleri tambur teline döner

599      Hava nem silahı kuşandığından
Alev kuşu durur kanat çırpmadan

600      Nergis gibi rutubetlidir hava
Gülün hafifliği yetmez uçmaya

601      Hava şahbaz kuşunu kendi göğsüne almış
Uyku kuşu uçurmak kimin haddine kalmış

602      Aklını almış cinnet şarabı
Bağlanmış suya bahçe ayağı

603     Nevruz yapınca havayı bu kadar ıslak
Papağan kanadı oldu yemyeşil toprak

604    Yeryüzüne inerek yuva yaptı akbaba
Humanın  sığınağı oluverdi gül gonca

605     Toprak öylesine buldu ki kuvvet
Ruhlar çeker oldu fidana hasret

606 Her asma dalı bir çardağa yattı
Bulut memesine elini attı

607      Bulutlardan dökülür nice inciler
Çimen çocuklarının yüzleri güler

608      Nimet ambarı yaptı bulutlar bağı
Şeker üstünde uçar papağan, arı

609      Miskler gibi meltem eser bahçede
Erguvanın kanı durmaz yine de

610      Cinnetin halkaları uzayıp gider
Gül dalgaları suya karışıp gider

611      Öyle coşkun akar ki Nisanda seller
Çakıllar gibi yuvarlanır inciler

612      Göz göz olmuştur dünya benzer bir buhurdana
Her çağlayan pınar da güzelim gül kabına

613      Gökyüzü dimağına çekti güzel kokuyu
Kokunun etkisiyle şimşek hapşırdı durdu

614      Bir gelişip serpilme arzusu düştü yere
Yükseldim sanır sanki dördüncü kata göğe

615      Her toprak yığını olup Bedahşan
Lâl ırmağı gibi bahçeye coşan

616      Oldu o bereketle taşlar kayalar
Göz alıcı gül renkli ipek kumaşlar

617      Yetişen her gonca gül bahçesinden
Söz eder yer ve gök gizemlerinden

618      Ceylânların boynuzu gül dalını andırır
Servi ağaçlarından misk kokusu yayılır

619      Cennetin haberleri gül bahçesinden gelir
Duvar çalısı bile Tubâ’ya[1] benzetilir

620      İsrafil Sur’u[2] oldu tatlı sabah meltemi
Topladı her kim varsa yeryüzünde öleni

621      Geldi eski neşesi goncanın bülbül gibi
Güle fısıldayarak , komşu havadisleri

622      Yaseminin yanağından kan damlar
Kan rengine boyanır da susamlar

623      Öpüşür gizlice karanfille gül
Sarkıntılık eder nergise sümbül

624      Gülşen de oldu bir fısıltı  peyda
Onu da ettiler  rüzgâra ifşa

625      Hercai menekşe coşunca birden
Ses çıkmadı kalem ile defterden

626      Nergis söz açarak neyden şaraptan
İnciler döktürdü şâhın tacından

627      Kaldırıp elini o ulu çınar
Bir söz söyledi ki her yanı yakar

628      Yaktı o haberle lâleyi dağı
Yanıp da tutuştu gülün çerağı

629      Yerle gök doldu feryat figanla
Söz neydi anlaşılmadı ama













Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

İnsan İçinde Karmaşa, Kargaşa İçinde İnsan / Ay Vakti
İkindi Güneşi / Nurettin Durman
Bizim Sokak / Necmettin Evci
Sana Taşınıyorum / Şeref Akbaba
Mahiyetini Unutan İnsan / M. Muhsin Kalkışım
Tümünü Göster