ne kadar seversin Şirâze
ateşe atacak kadar mı
ateşten kurtaracak kadar mı
Neva kıyılarında donan yüzlerin resmini çizeceğim sana
kış vakti her yer bembeyaz
beklemeyeceğim yaz gelsin yeşille şenlensin diye Kiji
ben seni en soğuk gecelerin en ölümcül noktasıyla tanıştıracağım
hep sıcak değil günlerimiz, hep yeşil değil rengimiz ve hep değil yumuşak yüreğimiz
anla diye Şirâze, soğuk iliklerimize işlemiş
kimi kederlendirdiğini umursamadan
söylenen sözlerin nereye gittiğini izleyeceğim ben; kendim, bir başıma
korkunun derinde bir yerde neden ille de çoğaldığını anlatacağım
tam da Aral kıyısında çekilirken sular geriye
çöl sıcağında sana; sevmenin de az geldiği,
belki de sevmenin hiç dillendirilmediği o yerlerde sarı kumu,
üzerine bırakılan izleri, karaya oturmuş gemileri,
tüm olanların sebebini dizelere dökenlerin şimdi nereye gittiğini söyleyeceğim
gör diye Şirâze, sıcak da soğuk da nasıl acımasızmış
çiçeklerin hiç açmadığı yerlerde renkleri tanımayan insanlar var
suyun kenarında kilometrelerce uzanmış yeşermeyen çorak topraklar var
içilemeyen saf sular, tadılamayan meyveler var
ısıtmayan güneş, yıldız dolu gecelerde gökyüzünü göremeyenler var
ömür geçmiş bir sokak öteye henüz adım atmamışlar,
bir öyküsü olduğundan habersizler var
resim çizmeyi bilip kalemi olmayanlar,
kalemi olup yazamayanlar,
yazmayı bilip de cesaretini kökten kaybetmişler var
çok bilip susanlar, sustukça kaybolanlar, kayboldukça alkışlananlar var
öyle yerler var Şirâze; adı çok masalsı, şanı destansı
hayâli Kaf kadar uzak, İrem kadar yitik, Petra kadar dimdik
yok’lar içinde var’lar var; var’lar içinde yok’lar,
İstanbul içinde kaç şehir, dünya içinde kaç âlem var
yazacağım bil diye Şirâze, her yer kendince ahenkliymiş
Elbruz’da bekle beni tam buzul zamanı
Malkar’dan yayılan efsanenin adını ben okuyacağım titreyen sesime aldırış etmeden
her kelimenin vurgusunda olmasın diye en ufak bir yanlışlık
aktris edâsı takınmadan,
ama sahneye en hâkim tavrımla sana ben
bir de Asya’dan şiirler okuyacağım;
yalın, postmodernizmin henüz bulaşmadığı kafiyelere dikkat ederek,
bilmediğim dilin bilmediğim inceliklerini zedelemeden,
masallara taht kurmuş toprakların tebessümüyle bakacağım sana üstelik
anla diye Şirâze, inciten incindiği için incitirmiş
susarsam konuşursun sandım
konuşursam susarsın
ol sebepten Şirâze,
her kelimeyi tek tek senin için yazdım
âzâde et ki beni ayyânım çok
son demde zincirlerimi tek tek kırayım
adın kaçağa çıkmışsa eğer, ömrün sürgün yeridir artık
şehirler geçersin Şirâze, sonra ülkeler; zaman kilidin
barınamazsın dar gelir her sığınak, geniş yerde kesilir nefesin
adın işlenmişse bir yere, attığın her adımda oraya çıkarsın
sana yazılmış tüm adresleri buldukça, bile bile yaralanırsın
çaresi yok Şirâze, sen böyle bu yolda tükene tükene yürüyeceksin
deliyim bilirsin
biraz çocuk ve biraz da karanlık
gelme içimdeki öfke beslensin
yeter ki sen gelme
düştüğüm yer Şirâze
olmasın senin gözlerin
derdim seninle değil benim
erken tarihlerin birinde,
bir Pazar’dı Şirâze,
seni külliyen dert edindim