3. Her yeni büyüler insanı, ilk kez gördüğüne yüreğini kaptırır insan eskimeyeceğini, solup gitmeyeceğini zannederek. Açar avuçlarını ve diler ne dilediğini bilmeden. Her cümlenin vardır gittiği yer ve her cümlenin ardında vardır bir sürü bilinmeyen. Kilitlenmiş olan, artık görmek istediğinin dışında kalanların tümüne kör, duymak istediğinin dışında kalanların tümüne de sağırdır. Kör ve sağır olmak bazen insanın başka yeteneklerinin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olur, bazen de en kıymetli olanların unutulmasının tek sebebidir. Düşünmeli, “neden ister insan?” Ve düşünmeli, “neden hep en zor olanı ister?” Ayşemin ve Daye uzun bir yürüyüşün ardından bitkin düşmüşlerdi. Geride koskocaman bir düzlük bırakıp hafif bir bayırdan tırmanmaya başladıklarında ağaçlar çoğalmaya, taşlar yerlerini kayalara bırakmaya koyulmuşlardı. “Bir gölgede otursak biraz” diyecek olduğunda Ayşemin, “birazcık daha gidelim” ile Daye onu az biraz daha sürüklemeye devam etti. Artık bacaklar bedeni taşımaktan vazgeçme kararı almak üzere iken, çam ağaçlarının arasında boydan boya uzanan beyaz bir duvar yollarını kesti. Engebeli toprakla beraber o da dalgalanıyor, sanki sonsuzmuş izlenimi veriyordu. Tam dibine gelip ikisi de durdular. Aşağıdan yukarıya baktıklarında yüksekliğinin üç insan boyuna denk düştüğünü, üzerinin beyaz alçıyla kaplandığını, pürüzlerinin de alçıya saman karıştırılmış olmasından kaynaklandığını tabiî ki anlayamadılar. Önce boydan boya uzanan duvarı daha iyi kavrayabilmek için usulca sağa çevirdiler başlarını, sonra da sola baktılar uzun uzun. Yamaç boyunca belki kilometrelerce uzanıyordu. Daye sordu Ayşemin’e hiç telaş etmeden. Artık telaşa gerek yoktu. İçlerinde büyük bir huzur, sırtlarında derin bir dinginlik ile aheste ilerlemeye sessizce karar vermiş gibiydiler. “Sağa mı gideceğiz, yoksa sola mı?” Ayşemin dönüp ardına baktı bir süre, geçmişine bir el sallamak ister gibi. Geldikleri tarafta boydan boya sarı-beyaz karışımı düzlüğü, düzlüğün bittiği yerde kayıklarını kenarında bıraktıkları şimdi ince, siyah bir ip şeklinde görünen çılgın nehir Zazube’yi gördü. Epey tırmanmışlardı dağın eteğine. Bir cesaret nehrin öte yakasında sarayı aradı gözleri, sadece bir an… görünmüyordu. İyi ki de görünmüyor muydu? Görünse; rahat bir yatağı, uyuşuk bir hayatı, sorunsuzluğu mu çekerdi içi? Henüz değil… pes etmek, pişman olmak, dövünmek, aranmak, çıldırmak, kıvranmak, ağlamak ve haykırmak için çok erken. Gözden kaybolmuş saraya yine de baktı. Uzun süre kürek çektiklerinden belki saray bir yerlerde izini kaybettirmiş, belki de Ayşemin dönmek istese de yerini bulamayacak kadar silinip gitmişti. Bir masalın sadece kitaplardaki satırlarına sığdırılmış bir sarayıydı belki de; gerçekte hiç olmamış, asla yapılmamış, içinde bir şah hiç hüküm sürmemiş gibi. Ardında kalanla işi yoktu onun artık. Duvara döndü yüzünü yeniden. Ona dokunduğunda parmak uçlarının beyaza boyandığını farketti. “Beyaz iyidir, sonsuzluğu simgeler” diye mırıldandı. Önce soluna baktı. Sağ ve sol aynı biçimde ilerliyordu. Ve nedenini kendisi de bilemeden, “soldan gidelim” dedi Daye’ye. Beyaz duvarın üzerinde narin parmaklarını gezdirmeye devam ederken okumak istediği satırları arıyormuş da bulamıyormuş gibi hüzünlendi. Başında kayıp giden sorulardan şu anda en belirgin olanı garip bir şekilde canının acıtıyordu: “Var mı benim bir bekleyenim?”İnsanın vardır hem bekleyeni, hem beklediği.Vardır beklenenin de hiç bilmediği bir beklediği.Bekleyen beklediği yerde bekleneni görünce kor düşer ve tutuşturur yangını.Bekleyen beklediğini anda anlar ve der, “neden geldin?” Duvarı yanlarına alıp seçilen tarafa doğru yürümeye koyulduklarında, bir yerden bir kapı çıkacak diye heycanla beklemeye başladığında Ayşemin, saatlerin birbirine eklene eklene günü yarılamalarına neden olacağını henüz bilmiyordu. Yorgunluğunu kalın bir tabakayla örten şu anda, yalnızca birileriyle karşılaşma heyecanıydı. Neden bu kadar sessiz ve neden bu kadar ıssızdı ki her yer? İnsanlar gizlenmiş gibi, yollarından bilerek sanki çekilmiş gibi, korkup da azametinden birilerinin oldukları yere pusmuş gibi… Çaresizlik diline, fikrine, yüreğine, bir de adımlarına dolandıkça bir kuyuya düşercesine çıkmazda buldu kendini Ayşemin. “Bu kadar yeter!” diyebildi ve duvara sürünerek çöktü yere. “Daha fazla gidemeyeceğim, bu kadar yeter!” diye tekrarladı fısıltıyla. Daye onu duymamıştı belli. Yorgunluğunu gizlemeye çalışarak o da çöküverdi Ayeşemin’in yanına. Bir parça kuru ekmek, bir parça kuru peynir ve birkaç yudum su ile can bulmaya çalıştılar. Güneş tepelerinden usulca geçiyorken, akşama dönüyordu her şey yüzünü. darda kalmadan çare ulaşmazmışkimi kapılar çalınmadan açılır, kimi kapılar hiç açılmaz, kimi kapılar da hep açık kalırmışöyle kapılar da varmış ki, sadece beklediğine açılırmış Tam karşıda kaybolmak üzere bir çizgi Zazube. Ayşemin hafif bir pişmanlık esintisiyle iki damla yaş indirirken yeşil gözlerinden hiç böyle beklememişti sarayın dışındaki hayatın rengini, desenini, şeklini. Beklediğini bulamayan çöker miymiş böyle çaresiz? Her cümlenin ardında yatanlar ne kadar da sessiz miymiş? Nazeninlik ne kadar da yararsız mıymış? “Ne olacak şimdi?” diye fısıltıya dönüştüğünde sesi iki gözyaşı arasında Ayşemin vazgeçmiş miymiş? O an dönüp Daye’nin aynı çaresizlikle kıvrandığını görmek istediğinde “sıkıştık mı dadı, yolun başında?” diye soruverdi. “Biz yolun başında değiliz” diye mırıldandı Daye. “Yolun başı neresi hatırlamıyoruz biz.” Daye kendince söylenmeye devam ederken Ayşemin hemen yanıbaşındaki küçük bir yarığı farketti aniden. Diriliverdi sanki, aceleyle gözünü dayadı görmek için duvarın gerisinde neyin gizlendiğini. Başka bir saray mı yoksa? Saraydan kaçarken başka bir sarayın içine düşmek mi yoksa onun alnına yazılan? Bu dünya hep saray içinde saray, saray dışında başka bir saray mıydı? Bu muydu dünya? İçeride güzel bahçeler, meyve ağaçlarıyla donanmış, sular akıyor şırıl şırıl… çok tanıdık Ayşemin’e. Bildik bir yerin benzeri sanki. “Cennet bahçelerini tasavvur et” demişti tasavvuf hocası birgün ona. “Tasavvur et ki ona kavuşmak için çabalayasın.” Tam şu anda Ayşemin’in ihtiyacı olan tasavvur… azmedecekti ona varmaya, istek duyacaktı, tüm canlılığını geri toplayacak ve çabalamak için bir nedeni olacaktı. “Kalk gidelim dadı” dedi çarçabuk ayaklanarak, “ilerleyebilmek için yürümek lazım, gül versin istiyorsan çiçeği sulaman lazım, ümidini kaybetmemek için ümidi senin yeşertmen lazım…” Daye sessiz izledi Ayşemin’i. Onun vazifesi izlemek, gözetmek, korumak, kollamak, tökezleyecek olursa Ayşemin düşmeden evvel onu yakalamak… olayların akışını değiştirmeksizin takip etmek. “Duvar varsa, kapısı da olmalı” diye mırıldanıyordu önünde giderken Ayşemin. Her mekânın, saray da olsa bir girişi olduğu muhakkak.Saray senin değilse içindekiler de senin değil, sen de sarayın değilsindir .Erişemediğin çok kıymetli, elinin altında olan kıymetini ancak yitidiğinde farkettiğindir.Neresinin saray olduğu ise kişinin bakışına bağlıdır. Kıvrıldıkça kıvrıldılar duvar boyunca. Kuzeye bakan yamaca vardıklarında dev çam ağaçları karşıladı onları. Dalları o kadar yoğundu ki güneş ışınları yere ulaşıp zemini aydınlatacak gücü bulamıyordu. Sık bir ormanın girişine geldiklerini anladıklarında, Ayşemin artık bir şeylerin değişmesi için içten içe dua ediyordu. Zazube görünemeyecek kadar geride kalmış, bu iki insanın nereden geldiğini belirleyen noktalar ardlarında yitmişti. Bu, ileriye bakmak için iyi bir neden olabilirdi şimdilik. Ayşemin orman girişinde durakladığında yoğun karanlıktan hışırtılar yükseliyor, rüzgâr ağaçların üzerinde uğuldayarak geziniyordu. “Ne kadar cesaretimiz var dadı?” diye sordu. Daye hiç heyecansız, “saraydan kaçabilecek kadar…” dedi. Ayşemin ona bakıp gülümsediğinde Daye de gülümsemek zorunda kaldı. “O halde yapamayacağımız yok demektir. Şu kesif orman da cesaretimiz kıramayacak öyleyse.”Ve orman içine girdiklerinde ayakları büyük taşlara takılmaya başladı. Dikenli çalılar arasından sıyrılmakta zorlanırken hep beyaz duvarı sağ taraflarına yakın tutmaya dikkat ettiler. O bir sığınağın en büyük belirtisi, o bir değişikliğin başlangıcı, o bir sıcak mekânın işareti… İlle de duvar aşılacak, öbür tarafa geçilecek, ne var-kim var görülecek, belki birileriyle konuşulacak. İlle de ille Ayşemin.
Bu Sayının Diğer Yazıları
114. SAYI / MART 2010 / Ay VaktiSular Aka Aka… / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -55 / Şiraze
Cezada Elif Kapısı / Naz
Hayata, Aşka, Savaşa Dair / A.Vahap Akbaş
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…