Hattat Yusuf Bilen’le Söyleşi

Bu sevda nasıl düştü gönlünüze? Hat yapmak… Sonrası da hattı öğreten hoca olmak…

Tabii sanata ilgim ve kabiliyetim biraz ırsî. Dedelerim yazıyla uğraşmışlar. Dedemin dedesine ait yazılar var. Birçok sanatkârda olduğu gibi benim de ilkokul birinci sınıfta yazım çok güzeldi. İmam-Hatip Lisesi’ne başladım. Kur’ân-ı Kerim hocamız okutacağı sayfaları önceden yazdırıyordu. Bu çok hoşuma gidiyordu. Hevesle yazıyordum ama tabii bu bilinçsiz bir heves. Bu iş bir sanatmış düşünmüyorum, bilmiyorum. Böyle devam ediyor ta ki lise son sınıfa gelene kadar. Sınıfa bir arkadaş geldi. Baktım bir taraftan a, b, c yazıyor bir taraftan elif, be. Onun da adı Yusuf. “Yusuf bu ne?” dedim. “Ben hat çalışıyorum” dedi. Fuat Başar Hoca’dan ders alıyormuş. Beni de başlat deyince hemen beni başlattı. Tabii o zamanlar lise birinci sınıf müfredatına hat dersi konuldu. Doç Dr. Abdulkadir Yılmaz Bey ders veriyor. Ondan ders alarak başladık Kasım 1985. Bir yıl kadar Abdulkadir Bey’den ders almaya devam ettim. Sonra Abdulkadir Bey beni Fuat Başar hocaya yönlendirdi. Bir yıl kadar da Fuat Hoca ile çalıştım. Sonra Fuat Hoca Erzurum’dan gitti. Ben de üniversiteyi kazanıp gittim. Ama yazıdan kopmadım. Kendi kendime devam ettim. Bingöl’e atandıktan sonra hafta sonları sadece yazı çalışmak için Abdulkadir hocaya gittim geldim. 94’te Erzurum’a Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı ve oraya hoca olarak Abdulhadi Erol Dönmez araştırma görevlisi olarak alınmıştı. Ondan derse başladım. Asıl, yazıya ben o zaman başladım. O zaman sülüsten be’leri yazıyordum. Senelerdir geçemiyorum öyle duruyorum. Tabii bir anda beler, cimler derken sülüsü bitirmeye doğru gittik, nesihe başladık, bir yandan rik’a çalıştık. 1999’a kadar böyle devam etti. Beş altı ay kadar da Hüseyin Kutlu hocadan devam ettim. Sonra Mehmet Özçay Bey’e devam ettim. Ama Mehmet Bey’de en başa döndük yeniden Rabbi Yessir’den nesihle birlikte sülüs meşkine başladık. Mehmet Bey’den çok istifade ettim. Zaman zaman yanına gider iki hafta, bir ay kalır çalışırdım. Onun dışında yazılarımı faksla gönderirdim. Hocam Mehmet Bey olmasına rağmen Osman Özçay Beyden de çok istifade ettim. 2004’te de IRCICA’da yapılan bir törenle Mehmet Özçay Hoca’dan sülüs-nesih yazılardan icazetname aldık.

İşiniz sanatınızı, sanatınız işinizi nasıl etkiliyor, birbirleriyle barışıklar mı?

Zaten işimiz Geleneksel Türk-İslam sanatları. Dolayısıyla burada hattı tamamen meslek edinmiş olduk. Yani eğitimciliği de çok seviyorum fakat yazıyı hattı daha çok seviyorum. Eğitimcilik yönümüzü de hat öğreterek tatmin ediyoruz. On senedir buradayım üniversitenin çok değişik fakültelerinden öğrencilerim oldu.
Hat ne demektir, hattat kimdir? Bunları sadece kelime anlamıyla düşünmek mümkün müdür? Bunların içsel teşekkülleri ve manevi boyutları var mıdır?

Hat sanatı malum Kur’ân-ı Kerim yazma çerçevesinde oluşmuş ve gelişmiş bir sanat. Dolayısıyla hat sanatını maneviyatsız –diğer tabirle ruhsuz- düşünmek mümkün değil. Zaten hattı tarif ederken de şöyle diyorlar: “Hat, her ne kadar cismanî aletlerle yapılıyorsa da ruhanî bir hendesedir.” İnsanın iç dünyasında yaşamış olduğu güzelliklerin şekle aksetmiş hali. Kelime anlamı olarak hat çizgi demektir. Hat sanatı sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtalarıyla resmedilmesidir. Bu aslında sadece sanatımıza sadece hat denmiyor; Hüsn-i Hat, yani yazının güzeli deniyor. Hattat da yazının güzelini yazan demek oluyor. Dolayısıyla yazıyı sanatlı yazan, yazıyı sadece kuru kuruya yazan değil. Sanat, kişileri eğiten, onları kötü alışkanlıklardan uzaklaştıran bir mürebbidir, bir terbiye sistemidir.  Bunu böyle kabul etmek lazım. Ecdadımız da bunun farkında olduğu için gençleri, hangi alanda çalışırsa çalışsın mutlaka bir sanat dalıyla da uğraştırmışlar. Sanat insanı olgunlaştırıyor. Sabrı, metaneti, saygıyı, sevgiyi ve hayata farklı cepheleriyle bakmayı öğretiyor.

Günümüzde artık usta-çırak ilişkileri yok denecek kadar azaldı. Fakat geleneksel sanatlarımız hoca ile birebir çalışmayı temel almıştır. Bu bağlamda meşk usulü ile ilgili neler söylemek istersiniz?

1914’te kurulan Medreset’ül-Hattatin var. Buranın yönetmeliğinde şu var; dersler sınıf usulüyle yapılmaz. Şimdi örgün eğitimdeki gibi değil. Dersler atölye mantığıyla yani meşk usulüyle yapılıyor. Öğrenci yazısını getiriyor hoca üzerinde düzeltmeler yapıyor. Tabii bu arada diğer talebeler de bundan faydalanıyor. Bu tarz halen devam ediyor ve sonuna kadar da edecektir. Günümüzde kamera sistemi de kullanılmaktadır. Bu sistemde hoca öğrencinin dersini düzeltirken kamera yardımıyla eş zamanlı olarak görüntü ekrana yansıtılmakta ve aynı anda daha çok kişi istifade edebilmektedir. Tabii diğer türlü de olmaz değil hoca tebeşirle tahtaya yazar anlatır, öğrenci de görür ancak kalemdeki halâveti vermez. Özetle meşk usulü yıllarca asırlarca tecrübe edilmiştir, en iyisi budur. Tabii şunu da söylemekte fayda var. Bu usulü teknikle desteklersek daha da faydalı hale gelecektir.

Bir esere başlarken en çok neye dikkat edersiniz, yani yazmak için bir ayet, hadis ya da beyit seçerken belirli kıstaslarınız var mı?

Bir hocamız şöyle demişti: “Evladım, sizin kaleminizden kötü şeyler geçmez.” Neden? Çünkü zaten hattın çıkış sebebi Allah’ın kelamını, kelamların en güzelini yazmak. Dolayısıyla ayetlerden başlayarak hadisler, kelam-ı kibarlar, güzel şiirler, beyitler, kıtalar vs… yazıyoruz. Hattat da ya isteyenin dediği şeyi yazıyor ya da kendisi okurken görüyor “işte bu yazılır” diyor. Hoşuna da gidiyor ve başlıyor onu çalışmaya. Kendim için şunu söyleyeyim bir şeyi kafaya koyduğum zaman artık günlerce onunla uğraşıyorum, zihnimde hep o oluyor. Bazen de yazmak istediğin şeyi bir günde hatta bir saatte de yazabiliyorsun. Çok hocalarımızda da bunun örnekleri var. Benim hayatımda da var. Bir tanesini isterseniz örneklendireyim. “İrhamu, turhamu (Acıyın ki, acınasınız)” diye bir hadis-i şerif var.  Bir sabah fakülteye gelirken hocalarımızdan biri: “Yusuf Bey bir hadis-i şerif gördüm. Bu herhalde şimdiye kadar hiç yazılmamış bunu bana yazar mısınız?” dedi. Olur hocam yazalım dedik. Aynı gün öğleden sonra da bir final sınavında gözetmenim. Sınav esnasında tebeşiri aldım metni tahtaya yazdım. Bittiğinde kompozisyon oluşmuştu. Sonra fotoğrafını çektik, çıktı aldık ve yazıyı o kalıpla yazmış olduk. Yani bu bir sanatçı hali. İlle de üç günde yazılır, beş günde yazılır diye bir kayıt koymak mümkün değil. Hâmid Bey’de bunun örneği var. Uğraşıyor saatlerce yazamıyor artık ıztırar haline gelmiş. Allah rüyasında veriyor. Bu farklı bir hal.

Yazı çalışması yapmak için belirli bir ortam ya da zaman tercihiniz var mı yoksa imkan olduğu her zaman yazar mısınız?

Doğrusu, her zaman yazılmıyor. İnsanın halet-i ruhiyesini ona yoğunlaştırmasıyla ilgili. Akademisyen olduğum için akademik çalışmalar da yapıyorum. O zaman diliminde hangisini önceliyorsam bir müddet onunla uğraşıyorum. Diyelim yazı yazıyorum bir süre –bu üç ay, beş ay, hatta bir yıl olur-  onunla uğraşıyorum. Ya da akademik çalışma yapacaksam artık tamamen psikolojimi ona hazırlıyorum. Tabii o arada da pek yazı yazamıyorum. Şu an Şevki Efendi üzerine çalıştığım için bunu ondan bir anekdotla örnekleyeyim. Şevki Efendi hattatlardan oluşan bir dost meclisinde bulunuyor. Ev sahibi herkesten bir yazı yazmasını istiyor. Herkes yazısını yazıyor ve altına imzasını atıyor. Sıra Şevki Efendi’ye gelince “Ben kendi kalem takımımla, kendi hokkamla, kendi kâğıtlarımla olmayınca yazamam. Ancak kendi evimde rahat elbisemi giyip köşeme kıvrılıp yazarım. Beni mazur görün.” diyor. Yani bu “İşte bir yazı yazacaksın” gibi görülebilir. Ama öyle değil. O farklı bir hal. Dolayısıyla ona saygı duymak gerekir. Yani yazı her zaman yazılmıyor. Doğru anı yakalamak gerekir.

Bir yazı yazdınız ve tamamladınız, o an neler hissedersiniz?

Bu gerçekten güzel bir duygu. İnsan günlerce çalışıyor. Başarılı başarısız, yazıyor çiziyor, oluyor olmuyor veya çok iyi oluyor. En son bitiriyor karşısına geçince “Elhamdülillah!” diyorsun. Ya Rabbi! Sana şükürler olsun deyip hamdetmekten başka bir şey de gelmiyor insanın elinden.

Her hattatın gönlünde bir Kur’ân yazmak vardır, sizin de böyle bir isteğiniz ya da çalışmanız var mı?

Hem de nasıl. Bunu ısrarla söylüyoruz. Hattatın varlık sebebi zaten Kur’an. Ve bir Kur’an yazmak da hattat için en büyük şeref. Özellikle Tanzimat’la birlikte levha kültürü gelişmiş. Önceden yazılar murakka denilen albümlerde saklanıyor. Ama sonraki yüzyıllarda özellikle Rakım’la birlikte levha kültürü gelişmiştir. Günümüzde artık bu zirveye çıkmıştır –çok güzel tablolar oluşturulduğu için diyorum-. Ancak bununla birlikte her hattat Allah’ın kelamını baştan sonra yazmak ister ve istemeli.

Türk-İslam sanatlarının ana çizgisi, olmazsa olmazı nedir?

Türk-İslam Sanatları aslında bir medeniyet mahsulü. Ve bu medeniyet zihniyetini, mantığını Kur’ân’dan alıyor. Bu bir Kur’an medeniyeti. Dolayısıyla bu medeniyetin ana çizgisi Kur’ân’dır.

İstanbul payitaht olması hasebiyle ilim ve sanat merkezi olmuştur. Günümüzde de hâlâ bu vasfını devam ettirmekte. Siz bu merkezden uzakta yaşamaktasınız bu durumun sanatınız bakımından menfi bir etkisi oldu mu?

İlla ki. Payitaht olmasının yanında bu İstanbul’a bir Allah vergisi. İklimi bile buna müsait. İnsanların kültür seviyeleri de yüksek ve sanata rağbet fazla. Marifet iltifata tabiidir. Dolayısıyla bir marifet varsa bu iltifat gördükçe gelişir. İstanbul’da bu hâlâ zirve. Ben bazen şaşırıyorum. Kendi memleketimizden ya da başka yerlerden giden arkadaşlar normalde ilgilenmezken, bir bakıyorsun İstanbul ortamında bu sanata sevdalanmış. Yazmasa bile koleksiyoneri oluyor, bunun toplayıcısı oluyor, bunu seven oluyor. Payitaht olduğu için padişahlar, vezirler, paşalar veya zengin insanlar buna sahip çıkmışlar. Bazı kurumların yaptıkları yarışmalar hat sanatının tanıtılmasına ve dirilmesine büyük katkılar sağlamıştır ve sağlamaya da devam etmektedir. Ancak bu yeterli değil. Günümüzde bu sanatın ciddi manada kurumsal desteğe ihtiyacı var.  Şunu da ifade etmekte fayda var, biz taşradayız, İstanbul dışındayız bunu icra etmeyecek miyiz? Hayır. Biz de icra edeceğiz. Bu sanatı bütün vatan sathına yayacağız. Hatta bütün dünyaya tanıtacağız. Biz de burada nöbet tutuyoruz. Biz de burada gayret edeceğiz. Allah’a şükür çok insanın da elinden tutmaya gayret ediyoruz. Hiçbir yaş ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın herkese ders vermeye çalışıyoruz. Bu sanatı öğretmeye çalışıyoruz. Mutlaka zorluklar var. Fakat artık bu bilişim çağında bu zorluklar asgariye iniyor. Bundan bir asır önceki İstanbul’la Erzurum arasındaki uzaklık şu an o kadar fazla değil. İyi takip edersek oradaki sanat namına gelişmelerden haberdar olabiliriz. Çok da zorlanmayacağımızı düşünüyorum. Ancak şunu da söyleyeyim bu sanatla uğraşanlar mutlaka İstanbul’la irtibatlı olmalı.

Osmanlı’da hattatlık güzide mesleklerden biriydi. Fakat cumhuriyetin ilk yıllarında bir alfabe değişikliği yapıldı. Bu değişiklikten hat sanatı nasıl etkilendi?

Hattatlık, harf değişikliğinden -kendi tabirleriyle harf inkılâbından- haliyle en çok etkilenen meslek dalı. Çünkü bu değişiklik hattatları birinci dereceden ilgilendiriyor. Sadece Babıâli Caddesi’nde üç yüz tane hattatın dükkân kapattığı söyleniyor. Hâmid Aytaç, Halim Özyazıcı, Arif Hikmet Bey, Necmettin Okyay, Kamil Akdik, Nuri Korman bunlardan birkaçı. Bunların hepsi önceden hattat, yani maişetini bu meslekten temin eden insanlar. Bir anda işsiz kalıyorlar. Ve hat sanatı o dönemde zirvede. Her şeylerini bırakıp bir kenara çekiliyorlar. Belki bir zaman duraklamış gözükse de şimdi tekrar yükseliyor.

Büyük bir kültür bozulmasının yaşandığı ve her şeyin ruhundan ayıklandığı şu günlerde hat sanatının durumu nedir?

Allahü Teala’nın “Kur’ân’ı muhakkak biz indirdik. Elbette onun koruyucusu da biziz.” uyarısı hat sanatında da tecelli ediyor. Hat sanatı özünü Kur’ân’dan alan bir sanat. Dolayısıyla Kur’ân’la ilintilidir. Herhalde bundan dolayıdır ki hat sanatı hiç yozlaşmamış, bozulmamıştır. Tezhip sanatımız, ebru sanatımız, cilt sanatımız, musikimiz, mimarimiz yer yer bozulmuş, çok ciddi manada tahribata uğramıştır. Ama hat sanatı hiçbir zaman tahribata uğramamış. Aksine, şu anda bile Latin harfleriyle yazılan yazılar hat sanatına ne kadar benzerse o kadar değerli oluyor. Hatta haksız yere Hat Sanatı ıstılahlarını kullanıyorlar. Bizim hat sanatında kullandığımız motifleri, şekilleri kullanmaya çalışıyorlar. Yani hat sanatı şu an taklit edilen konumunda. Ama başta da dediğim gibi hat sanatı Kur’ân’a ait bir sanat olduğu için nasıl ki Kur’an muhafaza oluyorsa bu sanat da öyle muhafaza olunuyor. Bazı dönemler ciddi manada duraklamış olmasına rağmen gün geçtikçe taliplileri artmaktadır. Bana göre önümüzdeki on yılın en popüler mesleklerden biri olacak. Çok büyük kabiliyetler çıkacağını, büyük sanatkârlar yetişeceğini düşünüyorum.

Son olarak genelde sanata özelde hat sanatına ilgi duyan ve bu dünyaya adım atanlara neler tavsiye edersiniz?

21. yüzyılda millet olarak hızla özümüze dönüş yolundayız. Bunu çok şeyde gözlemliyoruz. Hat sanatı açısından baktığımızda da gençlere şunu söylemek lazım: Bu sanat bizim sanatımız bizi biz yapan sanatlardan. Yani resmi, heykeli vb., Avrupalılar zaten bizden güzel yapıyorlar. Tabir yerindeyse nasıl biz hattı ibadet aşkıyla yapıyorsak onlar da resmi o şekilde yapıyorlar. Gençlerimize bunları öğretmemiz lazım, bu değerleri anlatıp onları bu alana sevk etmemiz lazım. Bizde hâlâ Avrupalı ressamlar gibi tabloları pek yüksek fiyatlara satılan bir hattatımız çıkmamış. Bunu tanıtamamışız anlamında kullanıyorum. Hâlbuki bir Şevki Efendi murakkaı, bir Mustafa Rakım levhası, Şeyh Hamdullah Kur’ân’ı veya kıtası, Sami Efendi levhası, bir Hâlim, Hâmid vs… bu sanatkârların hiçbirinin eseri bir Avrupalı ressamın eserinden aşağı değil. Ama onlar müzayedelerde trilyonlarla satılıyor. Bunu biz kendimizde aramalıyız. Kendi sanatımızı tanıtamamışız. Bizi biz yapan sanatları tanıtmamız ve gençlerimizi de bu sanatlara yönlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bizi kırmayıp sorularımıza cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim. Ay Vakti okuyucularına hayırlar dilerim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Önce Değer / Ay Vakti
Dar Kapıdan Geçerken / Şeref Akbaba
Ceza / Naz
Zor Olana Tutku / Mehmet Kızılay
Sevgilim Kıskansa da / Bahaettin Karakoç
Tümünü Göster