“Uzun süredir olduğum yerdeyim. Ayaklarım tamamıyla toprağa gömülmüş durumda. Aslında oldukça hoşnutum bu halimden. Yürüyerek küçük bir zaman diliminde göreceğim efsunlu hayatın sunacağı umuda kanmak istemiyorum.”
“Aklım topuklarımda olsaydı, yürümeye kalkışmazdım hiç.”
“Mutluluğumun sebebi cehaletim keşke daha baskın olsa. Daha baskın olsa da bu karışık fikirler zihnimde hiç yer bulamasa.”
Günlüğümden alıntıladıklarını yüksek sesle okumuştu üç haftadır muayenehanesini evim bellediğim psikiyatr. Oturduğu deri koltuktan şöyle bir doğruldu. Kaşlarını çatarak beni süzmeye başladı. Sanki yazdıklarımın daha derin anlamlar içerdiğini düşünüyor; bunları çözmeye çabalıyor gibiydi. Ara sıra dudakları kasılıyor, söze başlamak istiyor, ancak sonunda sadece yutkunuyordu. Uzun sayılabilecek bir zaman sonra boğazını, beni fazlasıyla rahatsız edecek biçimde temizleyerek söze başladı:
“İçinde bulunduğunuz durum son derece olağan. Bu zamanda çalışması basit ve ayrılması sadece istifa ile mümkün bir işle kendini sağlama almak, bu sayede içe kapanık bir hayat yaşamak yaygın bir hastalık. Çözüm ise ortada: Sonuç her ne olursa olsun, edilgenlikten vazgeçmek. Etkin olmaya çabalayıp mutluluğa engel uyuşukluk duvarlarını yıkmayı denemek.”
Sustuktan sonra yüzünde arsız bir tebessüm oluştuğunu fark ettim. Sanki bu gülümseme ona teşekkür etmemi istiyordu. Oysa ortada takdir edilecek bir başarı yoktu. Ne mutsuzluk dertti benim için ne de uyuşukluk. Kolay ve gereksiz bir iş yaptığını düşündüm. Kalkıp gitmeye karar verdim. Fakat tam ayaklanmaya meyletmişken ona olan ihtiyacım beni koltuğa yapıştırıverdi. Ne yazık ki tartışmaya mecburdum.
“Siz” diyerek sessizliği bozdum. “Tüm insanları aynı hapla tedavi edebileceğinizi, benzer cümleler ile avutup yüreklendirebileceğinizi sanıyorsunuz. Bilakis ben, isteklerini, heyecanlarını ve üzüntülerini bildiğinizi söylediğiniz insan kopyalarından değilim! Lütfen anlattıklarımı, yazdıklarımı önemseyin. Ruhumu huzura erdirecek yeteneğin sizde olduğunu biliyorum. Rica ederim, beni ciddiye alın.”
Koltuğuma yaslandım. Doktorumu incelemeye başladım. Gözlerini kırpmıyor; uçuruma düşmekten son anda kurtulmuş biri gibi şaşkın gözlerle yere bakıyordu. Yüzünün derisi gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Mesleğini öğretmeye kalkıştığım için beni paylayacağını seziyordum ifadesinden. İncelememi sürdürecektim ki, duru bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
“Görünüşe göre iyileşme süreciniz uzayacak. Bilinen bir yoldur; kişi duymak istedikleriyle yatıştırılarak ikna edilmeye çalışılır. Ama siz çok defa yinelenerek gerçeklik kılıfı giydirilmeye çabalanan sözlerle telkin edilemeyecek kadar zeki birisiniz. Sanırım tüm çıkarımlarımı ortaya dökmem ve böylece ruhunuzu sarsmayı denemem daha doğru olacak.”
Açıkçası sevineyim mi yoksa üzüleyim mi bilememiştim. Psikiyatrımın baştan savmalığını yüzüne vurmuştum. O ise her şeye hazırlıklı olduğunu göstermişti. Bir an bütün sözlerini ve tavırlarını yanlış yorumladığımı düşündüm. Yeni bir savunma geliştirmek zorundaydım. Fakat zihnimdekileri toparlayamadan doktorumun çirkin sesi aklımdakileri dağıtıverdi:
“Neden şu ana kadarki iş ve arkadaşlık önerilerini geri çevirdiniz? Ailenizden kalan emekli maaşıyla, yalnızlığınızın sağladığı güven ortamıyla yaşamınızı idame edebileceğinizi düşündünüz herhalde. Ama okulunuzu iyi bir derece ile bitirmişken pekâlâ insanların içine dalabilir, kargaşadan galip çıkabilir, şimdi benim karşımda değil, bir toplantı salonunda, şık bir takım elbise içinde, rakip firmayı alt ederek kazanmış olduğunuz zaferi kutluyor olabilirdiniz. Durun, size işin aslını söyleyeyim;
“Geçmişinizde sizi endişelendiren, korkutan olayları irdelemekten kaçınmışsınız. Bu sakınma marifetiyle kendinize mutlu anlar yaratmış, bunları oyalanarak harcamışsınız. Zamanla bu yadsıma hali bir alışkanlığa dönüşmüş. Adeta tüm zihninizi sarıp sarmalamış. Sizi düşünmekten uzak durmaya, yeni insanlarla tanışmaktan ürkmeye kadar götürmüş.
“Şu an ise bütün yaptıklarınızın sonucu olarak kendi başınıza içinden çıkamayacağınız bir psikozun kucağındasınız. Örneğin kendinizi diri diri gömmekten tarifsiz haz duyuyorsunuz. Hatta bu zevk, size yakın olanların sizi iyileştirme gayretini reddedişinizle ikiye katlanıyor. Hayata –dolayısıyla insanlara – karşı yapay bir tiksinme hâsıl oluyor yüreğinizde. En kötüsü bu geri çekilişler zamanla tekrarlanarak öyle pekişmiş ki, bacaklarınıza dolanan sevimli bir çocuğu bile geleceğinden ötürü yargılayacak haldesiniz…”
Karşımdaki tüm hışmıyla konuşmayı sürdürüyordu. Fakat doktorumun geçmişimi irdelemeyi bıraktığından beri söyledikleri bir uğultu gibi geliyordu kulağıma. Yalnız koltuğuna hızlıca yaslandığını, cilalı ahşap zeminde kayan koltuğun çıkardığı berbat sesi hatırlıyorum. Çünkü içinde olduğum kopuşu sonlandırmış, psikiyatrıma olan ilgisizliğimi ortaya çıkarmıştı.
Beni göz hapsine alan psikiyatrım ise ağzımdan çıkmasını umut ettiği sözcüklere odaklanmıştı. Kayıtsızlığımı göz ardı etmesine şaşmıştım. Saate baktım ve sordum:
“Ne kadar zamanımız kaldı?”
“Şimdi boş verin zamanı. Deyin bana, siz böyle birisiniz değil mi?”
“Diyelim ki böyle biriyim. İyileşmem için ne önerirsiniz?”
“Beyefendi varsayımlar üzerine çözümler üretmek benim vazifem değildir. Sadece yanıt verin, tanımladığım kişi siz misiniz?”
“Bir saat doldu sanırım” diyerek ayağa kalktım. “Ücreti sekreter hanıma ödüyorduk, değil mi? Görüşmek üzere.”
“Durun nereye gidiyorsunuz” diye bağırarak kolumdan yakaladı. “Ücret, süre umurumda değil. Lütfen, sorununuzu çözmek istiyorum. Biraz daha kalın.”
“Gitmeliyim. Hem dediklerinizi düşünmem gerek. Belki çözümlemeleriniz ışığında yaşamımın yönünü değiştirebilirim. İyi günler.”
“Durun” diyerek beni kendine çekti. “Buradan ayrıldığınız andan itibaren yavaş yavaş büyük bir boşluğun içine sürükleneceğinizin farkında mısınız? “Hayata sarılın” izlekli analizime karşı çıkışınızdaki asıl anlamı ıskalıyorsunuz. Dediğiniz gibi siz farklısınız. Ama şimdi çıkıp giderseniz, geleceğiniz için ne bir yol ne de bir iz bulabilirsiniz.”
Sinirlenmeye başlamıştım. Odayı hemen terk etmek istiyordum. Fakat çelimsiz vücudum psikiyatrın elinden kurtulmamı elverecek kadar güçlü değildi. Son kez kapıya doğru kendimi çektim. Buna karşılık karşımdaki, olanca kuvvetiyle koluma asıldı. Neredeyse omzum çıkacaktı. Daha fazla direnemeyerek bedenimi serbest bıraktım. Hızla doktoruma çarptım. İkimiz de yere düştük.
Çarpmanın etkisiyle bayılmışım. Gözlerimi açtığımda oda bomboştu. Sadece sağ elimin sızladığını duyumsuyordum. Baktım; avucum, orta parmağımın sonundan bileğime kadar derince yarılmıştı. Kolum yara bere içindeydi. Etrafa ise irili ufaklı birçok kırık ayna parçası saçılmıştı. O saniye göğsümde ufak sapıklıklarla, küçük ve önemsiz başarılarla elde edilebilen bir heyecan hissettim. Çabucak odadan çıktım. Evin kapısını açıp merdivenlerden indim. Oldukça kalın çelikten yapılmış sokak kapısını zorlanarak açtım, kendimi dışarı attım.
Kapının önünde uzun süre hiçbir şey yapmadan durdum. O kadar huzurluydum ki… Ayağımın altındaki kaldırım taşları, taşların dizilimi evimin önündekilerin aynısıydı. Sol yanımda duran trafik levhası ise tepesindeki mavi boya lekesine kadar, her sabah evden çıkarken kafamı vurduğum ve önünde durup sövdüğüm levhanın tıpkısı tıpkısına benzeriydi.
Bu Sayının Diğer Yazıları
123. SAYI / ARALIK 2010 / Ay VaktiŞirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -62 / Şiraze
New York’ta Beş Minare / Abdullah Ömer Yavuz
Necmüddin Kübra’nın Şiir’î Mirası... / Aziza Bektaşeva
Terapi / Okan İlhan
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…